Kelebek
İşlemediği bir cinayetten, müebbet kürek cezasına çarptırıldığı sıra, Henri Charrière’in özgürlük mücadelesinin bir ifadesi olarak doğdu Kelebek.
Çok genç yaşında tutkunu olduğu idealleri ve gelecek arzusu onu ‘insanca bir felsefe’ ve ‘üstün bir uygarlık’la tanıştırdı: Modern sistemin kokuşmuş yolları yerine Kızılderililer’in, cüzzamlıların, okuma yazma bilmeyen yoksul balıkçıların gerçek uygarlığıyla .
Bir, iki, üç, dört, beş; bir, iki, üç, dört, beş.
Ardı ardına sıralanan bu rakamlar aslında bir hücrenin uzunluğu: Bir uçtan bir uca beş adım.
Tüm yaşamın göz önünden geçtiği beş adım. Hayallerle ve tutkularla atılan beş adım. Yargıçlara, mahkemeye ve insan kazanmak yerine kaybetmeye dayalı yargı sistemine atılan beş adım.
Modern olarak nitelenen ülkelere atılan beş adım. Tüm duyguları iğdiş eden her türlü korkuyu insanın içine salan beş adım. Özgürlüğe ve geleceğe atılan beş adım.
Kelebek bir özgürlük mücadelesi…
2. Kitap: Banko
Schindler’ in Listesi
Uluslararası bir başarı elde ederek pek çok dile çevrilen, Booker Ödülü ve Los Angeles Times Kitap Ödülü gibi birden çok ödüle layık görülen, Steven Spielberg tarafından sinemaya uyarlanıp dünya çapında milyonlarca izleyiciyle buluşan, 12 dalda Oscar adaylığı, 7 dalda da Oscar ödülü bulunan, Thomas Keneally’nin Schindler’in Listesi adlı eseri Nazi işgali altında Polonya’da yaşayan Yahudileri kurtarmak için hayatını riske atıp, SS birliğine kafa tutan ve onları zekâsı ile alt edip, bir şefkat meleğine dönüşen Oskar Schindler’in hikâyesini anlatıyor. Bu olağanüstü anlatının gerçek olaylara dayanması okurlara unutulmaz bir deneyimin kapılarını aralıyor.
“Müthiş bir hikâye… Burada anlatılan hakikat, hayal gücünün icat edebileceği her şeyden çok daha güçlü.”
Newsweek
“Olağanüstü bir öykü… Takdir edilesi bir başarı.”
New York Review of Books
“İnsan ruhunun gelişimini ustaca betimleyen bir anlatı.”
Los Angeles Times
Jacop De Zoet’in Bin Sonbaharı
Yıl 1799. Hollandalı Jacob de Zoet, sevdiği kızla evlenebilmek uğruna, Batı kültürünün ülkeye sızmasını engellemek için çok ciddi bir sansür geliştirmiş olan Japonya’ya gider. Kâtip olarak çalıştığı yapay ticaret adası Decima’da bir yandan işindeki dürüstlüğün başına açtığı dertlerle, bir yandan da yanık yüzlü ebe Aibagava’ya duyduğu beklenmedik aşkla başa çıkmaya çalışır.
Şiranui Dağı Manastırı’nın başrahibi Enomoto’nun ölümsüzlük peşindeki karanlık eylemleri ve Fransa ile İngiltere arasındaki siyasi ve ticari çekişmeler sonucu Decima’nın İngiliz gemilerince kuşatılması, Jacob’un kendini isyan lideri olarak bulmasına yol açacaktır.
Gorky Park
Ortadaki sırt üstü, elleri bir cenaze merasimindeki gibi birleşmiş, diğer ikisi yüz üstü, kolları kabartmalı kağıt üzerindeki amblemler gibi karın üzerinde belirgin, yavaş yavaş eriyen buz kütlesinin altında huzurla, hatta resim gibi uzandılar. Ayaklarında kayaklar vardı.
Pribluda, elini Arkady’nin omzuna attı. “Eyalet güvenliği ile ilgili soruların hiçbir ilgisi olmadığına inandığım anda sen başlayabilirsin.” Aslında bu, Araştırma Şefi Arkady Renko için, üçlü bir cinayet soruşturmasına dönüşmüştü. Üç ceset de Moskova’da bulunmuştu. Peki, neden hepsi Gorky Parkı’nın karları altına gömülmüştü?
Çakal
Fransa cumhurbaşkanı De Gaulle’e planlanan bir suikasti anlatan roman, türünün tüm zamanlardaki en önemli ve başarılı örneklerinden biridir.
Hangi adla hangi ülkeden ve ne zaman geleceği belli olmayan bir kiralık katille gizli servisler arasındaki korkunç kovalamaca poliye-macera seven tüm okurlar için bir klasik niteliğinde.
Güneş İmparatorluğu
J.G. Ballard’ın yarı-otobiyografik romanı Güneş İmparatorluğu yazarın çocukluğunda bizzat deneyimlediği İkinci Dünya Savaşı’nı ve o yılların Şanghay’ını yine bir çocuğun gözünden anlatıyor.
Uzun süre savaşın dışında kalan Şanghay’daki yabancılar kolonisi, Japonya’nın Pearl Harbor saldırısıyla birlikte kendini şiddet döngüsünün ortasında bulur. Gösterişli bir malikânede yaşamaya alışkın küçük Jim, savaşın kaosu içinde anne ve babasından ayrı düşer. Önce işgal altındaki Şanghay sokaklarında, sonra da kentin dışındaki toplama kampında yaşamını sürdürmeye çalışır. Uçaklara meraklı ve Japon askerlerine hayran olan Jim, savaş koşullarında hayatta kalabilecek ve ailesine kavuşabilecek midir?
İlk başta her şeyi bir oyun gibi gören ama giderek masumiyetini kaybeden Jim aracılığıyla Ballard, savaşın korkunçluğunu, ölümün ve vahşetin sıradanlığını, teslimiyet ile yaşama tutunma arasındaki çizgiyi ustalıkla satırlara döküyor.
Aşk ve Öbür Cinler
“Mezar yazıtı ilk kazma darbesiyle parça parça yerinden fırlamış, bakır renginde canlı bir saç yığını mezardan dışarı taşmıştı. Ustabaşı, işçilerinin de yardımıyla bunları tümüyle dışarı çıkarmak istedi, ama saçları ne kadar çok çekerlerse o kadar uzun ve gür görünüyorlardı; sonunda hâlâ bir kız çocuğunun kafatasına yapışık son saç telleri de dışarı çıktı… Yere yayılan o harikulade saçlar yirmi iki metre on bir santim uzunluğundaydı…”
Midwich’in Guguk Kuşları
Bilinmeyene karşı duyulan korku ruhu kemirince…
Gözlerden ırak küçük bir İngiliz köyü olan Midwich, bir gün ansızın ve topluca uyuyakalır. Derin uykudan uyandıklarında köy sakinlerinin karşılaştığı manzara, başlangıçta pek şaşırtıcı gelmese de kısa süre sonra işin rengi değişir. Köydeki tüm doğurgan kadınlar hamiledir. Doğan çocuklar ise birbirinden tuhaf, birbirinden ürkütücü, birbirinden yetenekli ve birbirinin neredeyse aynısıdır. Peki, bu çocukların dünyaya gelme sebeplerinin ardından yatan gizem nedir? Soğuk Savaş’ın ürünü, yeni bir tür silah mıdır onlar? Evrimin ve doğanın insanlara bir oyunu mudur? Yoksa daha fenası, dünyadışı canlıların asalak guguk kuşu yumurtaları mıdır?
“Hayatta kalma içgüdüsü, merhametten daha güçlüdür…”
Sivrisinek Sahili
Medeniyet en başından yanlış kurgulanmış, insanlık da aptallığıyla dünyayı felakete sürüklemiştir. Ama kendisi “son insan”dır ve açıkça ifade etmese de dünyayı kendisinin kurtaracağına inanır.
Bir gün dört çocuğu ve karısını alıp arkasına bile bakmadan ülkesini terk eder ve Honduras’a ütopik bir düzen kurmaya gider. Sivrisinek Sahili adlı bölgede her şeye sıfırdan başlar ve doğanın kucağında mükemmel bir mikrokozmos yaratır. Ancak medeniyetten kaçarken kendi medeniyet anlayışını geride bırakamayan Allie, vahşilere “insan gibi” yaşamayı öğretmeyi kafaya koymuştur. Allie’nin on dört yaşındaki oğlu Charlie’nin canlı, naif ve esprili anlatımı eşliğinde, zeki ve benmerkezci anti-kahraman Allie Fox’un bir idealistten bir zorbaya dönüşmesine tanık oluruz.
“Sivrisinek Sahili, Peter Weir tarafından beyazperdeye aktarıldı. Harika… Egzotik sürprizlerle dolu bir roman…”
New York Times
“Amerikan ruhuna dair etkileyici ve sarsıcı bir anlatı.”
Washington Post
Kumsalda
Dünyadaki son nesil. Üçüncü Dünya Savaşı’nın masum kurbanları. Gittikçe yaklaşan radyoaktif bulut. Medeniyetin son günleri. Avustralya’ya sığınan Amerikan denizaltısı Scorpion’ın kaptanı Dwight Towers, eşiyle çocuklarının hala yaşadığına inanmak istiyordu. Yeni istihbarat subayı Peter Holmes ise kaçınılmaz sonu ailesiyle nasıl karşılayacağını düşünüyordu. Hayatını çalışarak, birçok arzusunu gerçekleştirmeye cesaret edemeden geçiren biliminsanı John Osborne ise kalan zamanını elinden geldiğince güzel geçirmeye kararlıydı.
Sonra bir umut: Seattle yakınlarından gelen bir sinyal. Belki de hayatta kalan birileri daha vardı. Son bir göreve çıkan bu adamlar ne olursa olsun pes etmeden kıyametle yüzleşeceklerdi.
Shantaram
“Aşk, kader ve yaptığımız seçimler hakkında bildiklerimi öğrenmem çok uzun sürdü, dünyanın pek çok yerini dolaşmam gerekti ama hepsinin özünü bir anda, bir duvara zincirlenmiş halde işkence görürken kavradım.”
2. Kitap: Dağ Gölgesi
“Biri bana bu kitabın ne ile ilgili olduğunu sorarsa, ona dünyadaki her şeyle ilgili, diye cevap veririm. Gregory David Roberts, Bombay için tıpkı Lawrence Durrell’ın İskenderiye, Melville’in Büyük Okyanus, Thoreau’nun Walden Gölü için yaptığını yapmış. Bombay’ı dünya edebiyatının sonsuza dek anılacak yerlerinden biri kılmış.”
Pat Conroy
“Eşsiz, kesinlikle çok cesur ve inanılmaz vahşi. Shantaram en zengin hayal güçlerini bile hazırlıksız yakalayacak.”
Elle
“Çok zekice… Canlı karakterlerle dolu. Ama Shantaram’daki en güçlü karakter şehrin ta kendisi, Bombay. Roberts’ın Hindistan’a, orada yaşayan insanlara duyduğu içten sevgi, kitabı okumayı daha da zevkli kılıyor. Roberts bizi Bombay’ın gecekondularına, uyuşturucu satılan mekanlarına, batakhanelerine, barlarına götürüyor ve, siz de gelin, diyor. Biz de gidiyoruz.”
The Washington Post
Kayıp Şehir Z
Kadim bir gizem! Peşine düşenler deliriyor, ölüyor ya da kayboluyor… Amazon’un girilemeyen, vahşi ormanlarının içindeki esrar gün yüzüne çıkmak üzere. Ölümcül bir saplantı hikâyesine hazır olun!
Avrupalılar yüzyıllar boyunca, dünyanın en büyük ormanının içinde göz kamaştırıcı hazineler ve gizemli şehirler saklı olduğunu düşündüler. 1925 yılında efsanevi kâşif Percy Fawcett, eski bir uygarlığa ev sahipliği yaptığına inandığı ve Z adını verdiği kayıp şehri bulmak üzere Amazon’a doğru yola koyuldu, tarihin en önemli keşiflerinden birini yapmayı umuyordu. Fakat kendisi ve oğlundan bir daha haber alınamadı. Yıllarca bilim insanları ve maceracılar Fawcett’in ekibinin ve Kayıp Şehir Z’nin izini bulmaya çalıştılar. Sayısız insan bu uğurda perişan oldu; yerli kabileler tarafından kaçırıldılar, delirdiler veya öldüler.
New Yorker yazarı David Grann, bu yolculukla ilgili gizli bir günlüğe rastladıktan sonra “20. yüzyılın en büyük keşif girişiminin gizemi”ni çözmeye karar verdi ancak Fawcett’i aramaya başlayıp Amazon’daki büyük gizemin içine daldıkça kendini, ondan önce bu işin peşine düşen insanlardan biri olarak buldu: “Yeşil cehennem”in cazibesine o da diğerleri gibi dayanamadı ve vahşi doğanın kalbine doğru tehlikeli bir yolculuğa çıktı.
Hakikat arayışı, Fawcett’in kaderi ve Z şehri hakkındaki bulgular, bu heyecan verici kitabı unutulmaz bir deneyime dönüştürüyor.
“Merak uyandıran, heyecan dolu ve etkileyici bir macera.”
John Grisham
“Z’nin öyküsü çağımızın temel meselesinin derinine iniyor. İnsan ile vahşi doğa arasındaki savaşta kim galip gelir? Büyüleyici bir yapıt.”
Malcolm Gladwell
“Sherlock’un yazarı Conan Doyle’un Kayıp Dünya’sına ilham veren kâşifin gerçek hikâyesi. Doyle’un macera romanları kadar heyecan verici, hatta belki daha bile fazla.”
Toronto Star
Baba
Şiddet dolu, katı, kırılan ama bükülmeyen bir gelenek. Gerekirse kanla korunan alternatif bir ahlak. Bir jest olarak ölünen ve öldüren, stilize bir savaş…Hatırlanacak ve unutulacak ne çok şey var…Soluk kesici bir roman, soluk kesici bir film…
Kardeşler
Yarı açık cezaevi Trumble, nispeten zararsız suçlulara ev sahipliği yapmaktadır: Uyuşturucu satıcıları, banka soyguncuları, dolandırıcılar, vergi kaçıranlar, Wall Street’ten iki hileci banker ve en azından baş avukat.
Bu gruba, kendilerini ‘Kardeşler’ olarak tanıtan üç eski yargıç da dahildir. Kendi özel mahkemelerini kurmuş olan bu üçlü, diğer mahkumların aralarındaki sorunları çözmekte ve onların hukuki sorunlarına yardımcı olmaktadır. Bu arada dışarıya yazdıkları mektuplarla kandırdıkları kişilere yaptıkları şantajlar başarılı olmuş, banka hesaplarına oluk gibi para akmaya başlamıştır.
Sonra birden, işleri ters gitmeye başlar. Son şantaj kurbanları, tehlikeli dostları olan, güçlü bir adamdır. Kardeşler’in sessiz günleri sona ermek üzeredir.
Fransız Teğmenin Kadını
İngiliz edebiyatının büyük ustalarından olan John Fowles, anlatı kurmaktaki mahareti, çarpıcı üslubu ve deneyciliğiyle dikkat çeken bir yazar. Hiç abartmadan yüzyılın en iyi romanları arasında sayabileceğimiz Fransız Teğmenin Kadını’nda bu özellikler mükemmel bir bileşime ulaşıyor. Öncelikle olağanüstü başarılı bir atmosfer yaratıyor yazar; Viktorya döneminde yaşamanın ne anlama geldiğini bütün netliğiyle ortaya seriyor. Sonra eşine az rastlanır bir gizem yaratıyor; Ve nihayet varoluşçuluğun “sahicilik” ve özgürlük arayan insan soyutlamasını ete kemiğe büründürüyor; ama tanrı anlatıcı rolünü de sorgulamaktan geri kalmıyor.
Fowles dünya tarihinin en tutucu dönemlerinden biri olan, her şeyin ve özellikle de edebiyatın sıkı kurallara ve “görev” bilincine bağlı olduğu Viktorya çağından aykırı bir aşk öyküsüyle sesleniyor okura. Roman başarısını büyük ölçüde nefis diyaloglarına ve iki karakter arasındaki gerilime borçlu. Kadınların “görev”lerinin boyun eğme ve çocuk yapmayla sınırlı olduğu bir dönemde, romanın kadın kahramanı Sarah, inanılmaz sezgi gücü, özgürlüğe olan tutkusu ve estetik olana duyduğu sevgiyle hemen romanın çekim merkezine yerleşiyor.
Toplumsal kodları umursamaksızın sevmek neyi gerektiriyorsa onu yapmaktan kaçınmayan özgür bir kadın Sarah. Erkek kahraman Charles ise görmüş geçirmiş bir aristokrat; ama görmüş geçirmişlik ile bir aristokrattan beklenenler arasındaki dengeyi tutturmakta zorlanan biri. Sarah’yla tanıştıktan sonra bu bıçak sırtındaki denge darmadağın olur. Charles, çağının toplumsal statüsünün, eş dost çevresinin talepleri ile yolu aşktan geçen Aşkınlık ve Sahicilik, tek kelimeyle Özgürlük arayışı arasında bir seçim yapmak zorunda kalır…
Roman okumanın benzersiz hazzından haberdar olanlar, Nabokov’un deyimiyle “belkemiğini titreten” kitaplar okumayı özleyenler ve sahici bir aşk yolculuğuna çıkmak isteyenler için…
“Fransız Teğmenin Kadını yalnız bu yüzyıl yazılmış en iyi tarihi romanlardan biri değil, hayatta okuduğum en esrarlı ve mantıklı aşk romanı da… Okuyun…”
Orhan Pamuk
Köstebek
“Hepsinin içinde en eski soru da, George, casusları hangi casus izleyecek?”
Bir casusun sırtına yediği iki kurşun, İngiliz istihbaratı Circus’ta büyük bir skandala neden olmuştur. Circus’un başındaki “Kontrol” ölmüş, sağ kolu George Smiley emekli edilmiştir.
Fakat Smiley’nin emeklilik günleri, Circus’a neredeyse otuz yıl önce sızmış ve artık üst kademelerde kendine yer edinmiş bir Sovyet casusu olduğu haberiyle kesintiye uğrar. Soğuk Savaş günlerinden ezeli rakibi Karla’nın İngiliz istihbaratına yerleştirdiği bu casusu bulmak için küçük ama sadık bir ekiple tuzağını kuracak ve haini yakalamaya çalışacaktır.
John le Carré’nin efsanevi karakteri George Smiley’i başrole taşıyan Karla üçlemesinin bu ilk romanı, uyarlandığı filmiyle de üç dalda Oscar’a aday gösterildi, Bafta ödülleri dahil birçok prestijli sinema ödülünün sahibi oldu.
“John le Carré, casus hikâyelerinin büyük ustası… Kesintisiz devam eden gerilim onu sadece polisiye yazarlarının değil, günümüz yazarlarının da üstüne taşıyor.”
Financial Times