H. P. Lovecraft, (20 Ağustos 1890 – 15 Mart 1937) günümüz korku edebiyatını neredeyse yarım asır önce şekillendiren, tuhaf kurgunun babalarından biri olarak görülen çok büyük bir ustadır. Lâkin Amerikalı yazar, birçok meslektaşı gibi, hak ettiği saygıyı yaşarken göremedi. Hayattayken neredeyse hiç tanınmayan Lovecraft, yazılarını ancak ucuz dergilerde bastırabildi. Yaşamı da fakirlik içinde son buldu.
Hak ettiği ünü ancak öldükten sonra kazanan Lovecraft, günümüzde korku ve tuhaf kurgu türlerinin en önemli yazarlarından biri olarak gösteriliyor ve pek çok kişiye ilham kaynağı olmaya devam ediyor. İnsanlar aradan 80 yıl geçmesine rağmen hâlâ onun eserlerini baz alan filmler, hikâyeler, çizgi romanlar, oyunlar ve kitaplar üretiyor, yazıyor çiziyor ve onu yüceltiyorlar.
Biz de hakkında dolaşan onca yazıya rağmen hâlâ bilmiyor olmanız ihtimaline karşın kendisiyle ilgili birkaç küçük ama enteresan bilgiyi sizlerle paylaşalım ve Lovecraft’ı tekrar analım dedik.
Ebeveynlerinin İkisi de Aynı Akıl Hastanesine Yatmıştı
Lovecraft’ın babası Winfield Scott Lovecraft, yazar henüz üç yaşındayken ruhsal denge bozukluğu teşhisiyle Butler Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırıldı. Beş yıl sonraysa vefat etti. Winfield’ın frengi olduğu iddiası bugün bile varlığını sürdürse de ne oğlu ne de eşi benzer semptomlar gösterdi.
Lovecraft’ın annesi Sarah Susan Phillips Lovecraft da 1919 yılında, yazar 29 yaşındayken aynı hastaneye yattı. Oğluyla sürekli mektuplaşarak onunla iletişimde kaldı ama ameliyatının ardından geçirdiği komplikasyonlar nedeniyle iki yıl sonra o da vefat etti.
Batman’e İlham Kaynağı Oldu
Bir Batman hayranı olmasanız bile çizgi romanın geçtiği şehirdeki Arkham Akıl Hastanesi‘ni duymuşsunuzdur. Kahramanın düşmanlarını sıklıkla yolladığı bu hastane ismini tahmin edebileceğiniz gibi Lovecraft’ın yarattığı ünlü Arkham şehrinden alıyor. Ayrıca çizgi romanda zaman zaman Lovecraft esintili düşmanlar ve mekânlar görmeniz de mümkün.
Lovecraft bunun yanı sıra Hellboy çizgi romanlarına, Barbar Conan‘ın yazarı Robert E. Howard’a, Sapık‘ın yazarı Robert Bloch’a, Alien‘ın tasarımcısı H.R. Giger’a ve günümüzün iki modern korku ustası Stephen King ile Clive Barker’a da ilham kaynağı olmuştur.
Lovecraft, Külliyatını Hiçbir Zaman “Cthulhu Mitosu” Olarak Adlandırmadı
Hayranlarının büyük çoğunluğu onu Cthulhu’nun Çağrısı ve bu evrende geçen diğer eserleriyle tanıdığı için ne zaman kendisinden bahsedilse “Cthulhu Mitosu’nun yaratıcısı” olarak anılır Lovecraft. Gelgelelim kendisi yaşadığı süre zarfında bu terimi hiçbir zaman kullanmamıştır. Birbirleriyle bağlantılı öyküleri için kendisinin seçtiği isim başkadır: Arkham Döngüsü (Arkham Cycle).
Lovecraft Aslında Bir Gökbilimci Olmak İstiyordu
Lovecraft küçükken profesyonel bir astronom olmayı düşlerdi. Ancak hastalıklı bir çocuk olduğundan okula sadece ara sıra gidebilirdi, liseyi ise hiç bitirmedi ve en sonunda kendi kendini eğitti. Hayatı boyunca güçlü bir amatör astronom olsa da bu hayalini daha fazla kovalamadı. Bununla birlikte basılı ilk makalesi, 1906 yılında The Providence Sunday Journal‘a “astronomik meselelerle ilgili” yazdığı bir mektuptu.
Cthulhu mitosundaki dehşetengiz canlıların hep dış uzaydan, başka gezegenlerden ve uzak yıldızlardan geldiğini de çaktırmadan hatırlatalım.
Lovecraft Irkçı Biriydi
Bunun üstünde fazla durmak istemiyoruz ancak mektuplarına ve yazdığı bazı yazılara bakıldığında Lovecraft’ın ağır bir şekilde ırkçı olduğu görülüyor. Bu yönü hakkında bir mazeretimiz yok maalesef; hayatı boyunca yüzlerce mektup yazdığından bu konu hakkındaki deliller çok fazla. Öte yandan yaşadığı dönem göz önüne alındığında ve ırkçılığın o zamanlar ne kadar yaygın olduğu düşünüldüğünde buna pek de şaşmamak gerekiyordur belki de.
Lovecraft Kedileri Köpeklere Tercih Ederdi
Veya bunun hakkında bir deneme yazdı diyebiliriz. Ancak o yazıyı okuduğunuzda fark edersiniz ki Lovecraft’ın kaleme aldığı diğer yazılarına oldukça benzemektedir. İlginç bir okuma deneyimi sunuyor. ‘Cats and Dogs‘ isimli bu yazıyı öneririz efendim.
Aynı şekilde ‘Cats of Ulthar‘ adlı meşhur kısa korku öyküsünde de yine kedileri ön plana çıkarmış, onları soylu ve gizemli yaratıklar olarak betimlemiştir. Son olarak, yazdıkları arasında favori öyküsünün bu olduğunu da sık sık dile getirmiştir.
Lovecraft Karabasandan Muzdaripti
Evet, bildiğiniz karabasandan. Hani geceleri uyanıkken sizi aniden uyandıran, hareket etmenize izin vermeyen, nefes nefese bırakan, hatta bazen çığlık atmanıza neden olan karabasanlar… Ve bu da yazdığı şeylerin çoğuna ilham kaynağı oldu. Altı yaş civarlarındayken Lovecraft ebeveynlerinin hastalıklarıyla ilişkili olarak kontrol edilemez şekilde karabasan nöbetleri geçirmeye başladı.
Lovecraft Gececi Bir İnsandı
Bir önceki maddede bahsettiğimiz rahatsızlık nedeniyle Lovecraft gececi bir insan olmaya başladı. Gün ışıldarken evden çıkmazdı. Ancak güneş battığında dışarı çıkar ve astronomi çalışıp yazılarını yazardı. Rutin olarak günlerini uyuyarak geçirir ve kendini bir münzevi olarak görürdü. Fotoğraflarının en dikkat çekici yanlarından biri olan aşırı solgun teninin sebebi işte tam olarak budur.
Cthulhu ……………. Diye Telaffuz Edilir
Aslına bakarsanız yazar okunuşunun Khlûl′-hloo olduğunu söylemiştir. İlk hecesinin gırtlaktan gelircesine ve kalın okunacağını da eklemeyi unutmamış. Günümüzdeyse Tulu, Katulu, Ketulu, Kutulu gibi söylenişlerini duymak mümkün.
Harry Houdini’nin Hayalet Yazarıydı
Weird Tales‘in maddi açıdan zor durumda olduğu günlerde derginin kurucusu, sahne sihirbazı Harry Houdini’nin ününden faydalanmak için onun ağzından anlatılan hikâyelere yer vermek istemiş sayfalarında. Öyküyü kaleme alması için seçilen hayalet yazarsa Lovecraft olmuş elbette.
Yazarımız bu işi sırf ücretini peşin alacağı için kabul etmiş. Houdini’nin bir Mısır gezisi sırasında tur rehberi tarafından kaçırıldığını, Büyük Giza Piramidi’nin altındaki bir çukura atıldığını, burada gerçek bir tanrıyla karşılaştığını ve tüm bunların tamamen gerçek olduğunu iddia ettiği hikâyesini dinledikten sonra adamın palavra sıktığına kanaat getirmiş ve editöründen izin alarak öyküyü kendi bildiği gibi yazmış. Böylece “Under the Pyramids” doğmuş. Buna rağmen Houdini öyküyü çok sevmiş ve sonraki yıllarda Lovecraft’la birlikte çalışmaya devam etmiş. Hatta beraber Batıl İnanç Kanseri (The Cancer of Superstition) adını taşıyan bir tez bile yazmışlar.
Lovecraft “İki Kere” Öldü
H.P. Lovecraft ile Robert Bloch’un (Sapık) arasında oldukça sıkı bir arkadaşlık vardı. Kendisi de bir Weird Tales yazarı olan ve Lovecraft’ı hocası olarak gören Bloch, Cthulhu Mitosu’na çok değerli katkılarda bulunmuştur.
Hatta bir keresinde işi bir adım daha ileri götürmüş ve “Shambler from the Stars” adlı bir öykü kaleme alarak Lovecraft’ı öldürmüş. Lovecraft da daha sonra “bu jeste” aynı şekilde karşılık vererek “The Haunter of the Dark” öyküsünde Bloch’u öldürmüş. Ölümüne dostluk dedikleri bu olsa gerek…
Deniz Ürünlerinden Nefret Ederdi
Lovecraft’ın yaratıklarının en çok bilinen özelliklerinden biri denizlerin altındaki bir şehirde yıllardır uykuda olmalarıdır. Cthulhu, Dagon ve diğerleri hep denizden çıkar. Onlara tapan insanlar sualtında nefes alabilen, yarı balık görünümlü, iğrenç varlıklara dönüşür. Innsmouth Üzerindeki Gölge öyküsünün en çok dikkat çekilen noktalarından biri balık kokusudur. İğrenç bir balık kokusu… Neden biliyor musunuz? Çünkü Lovecraft hayatı boyunca denizlerde yaşayan her şeyden nefret etmiş de ondan…
Kaynak: Kayıp Rıhtım