Değişim adlı uzun öyküsünde ülkesindeki toplumsal ve siyasal değişimleri dile getiriyor. Otobiyografi tarzında öykü ya da öykü tarzında otobiyografi diyebileceğimiz bu yapıt, Çin edebiyatındaki çoğunlukla siyasal olaylara odaklanan tarihsel anlatıların tersine, “insanlar”ın tarihini ele alıyor.
Değişim
Yazar: Mo Yan
Çevirmen: Erdem Kurtuldu
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 96
Çin’in en ünlü ve Nobel ödüllü yazarı Mo Yan, Değişim adlı uzun öyküsünde ülkesindeki toplumsal ve siyasal değişimleri dile getiriyor. Otobiyografi tarzında öykü ya da öykü tarzında otobiyografi diyebileceğimiz bu yapıt, Çin edebiyatındaki çoğunlukla siyasal olaylara odaklanan tarihsel anlatıların tersine, “insanlar”ın tarihini ele alıyor. Değişim bu niteliğiyle değişme sürecindeki bir ülkenin görünümünde tavandan aşağıya değil, tabandan yukarıya bakan bir yaklaşımın temsilcisi oluyor.
Mo Yan, anlatımında zaman içinde ileriye ve geriye dönüşler yapıyor; önemsiz olaylar ile sıradan insanların yaşamına yöneliyor. Gündelik yaşamın boyutlarını aşan büyük olayların sokaktaki insan üzerindeki etkisini aktararak tarihe insan sıcağının soluğunu katıyor.
Yaşamak
Yazar: Yu Hua
Çevirmen: Bahar Kılıç
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 210
Aile servetini yiyip tükettiği gençlik günlerinde, uzun bir hayatın ona neler sunacağından habersizdir elbette Fugui.
Yıllar sonra, yaşlı öküzüyle tarlasını sürerken tanıştığı bir yabancıya hayatından söz etmeye başladığında, şımarık bir gencin başına gelenlerden fazlasını sayıp dökecektir bu yüzden: Fugui, kendisiyle birlikte altı insanın hayatını, kaderin sürprizlerini, yaşamın acılarını ve sevinçlerini anlatır. Onun dilinden -daha doğru bir ifadeyle Yu Hua’nın kaleminden- dökülenler, insanlık durumlarına dair epik bir romana dönüşür böylece. Basit bir anlatım, güçlü bir anlatı doğurur: Sabanın toprakta bıraktığı izlere benzer kâğıt üzerinde satırlar. Yaşamın her şeyi kapsaması gibi, Yaşamak da hayatı olduğu gibi kucaklar. Doğumları ve ölümleri, mutsuzlukları ve umutlarıyla…
Günler Aylar Yıllar
Yazar: Yan Lianke
Çevirmen: Erdem Kurtuldu
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 105
Günler Aylar Yıllar, hayatın zorlukları karşısında hep diri kalabilen bir umudun romanı.
Kuraklık, Balou Sıradağları’nda tüm yıkıcılığıyla baş göstermiştir. İnsanlar çareyi evlerini terk edip su ve yiyecek bulabilecekleri yerlere kaçmakta bulurken geride sadece ihtiyar ile kör köpeği kalır ve bu iki kader ortağı, birkaç damla su, bir avuç mısır tanesi, bir karış gölgelik peşinde dolanır durur. Günleri, geceleri en sert, en çetin koşullarla sınanır; zamanın ve mekânın izleri silinip iskeletleri daha da belirginleşirken önlerindeki yollar da gitgide çatallanır. Bu zorluklardan geriye kalan, olağanüstü bir varoluş inadıdır.
Bin Yıllık Dua
Yazar: Yiyun Li
Çevirmen: Anıl Ceren Altunkanat
Yayınevi: Domingo Yayınevi
Sayfa Sayısı: 216
PEN/Hemingway Ödülü
Guardian İlk Kitap Ödülü
Frank O’Connor Uluslararası Kısa Öykü Ödülü
Whiting Writers’ Ödülü
California İlk Roman Ödülü
Geçmiş artık bugüne referans olmaktan çıktığında ve geleceğe yahut büyük ideallere inanmaya mecaliniz kalmadığında insanın içine düştüğü boşluk… Yiyun Li işte bu sıradan duyguyu, nefes kesen bir yalınlıkta, hatta neredeyse suskun bir dille anlatmayı başarıyor. Bin Yıllık Dua, Mao ve Tiananmen sonrası hızla değişen Çin’de, eskiyle yeni arasında sıkışıp kalmış insanların öyküleri. Günümüz edebiyatının en önemli yazarlarından biri kabul edilen Yiyun Li, ülkesinin geçmişine egemen olmuş sessizlikle yüzleşiyor. Bizi, kaderleri coğrafya, politika ve tarihin kesiştiği yerde çizilmiş insanların derin çaresizliğiyle tanıştırıyor.
“Yiyun Li tek bir kelimeyi bile boşa harcamadan, kısacık öykülere kocaman yaşamları sığdırıyor.”
Washington Post
Kâğıt Ev
Yazar: Carlos Maria Dominguez
Çevirmen: Seda Ersavcı
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 94
Bazı insanlar kitap okumaz, bazıları okur ve kimileriyse okumakla kalmayıp onlarla birlikte yaşar. Kâğıt Ev, işte bu kitap tutkunlarından Carlos Brauer’in ve onun -bir edebiyat profesörü olan- Bruma Lennon’la olan gizemli ilişkisinin, bu ilişkinin gün yüzüne çıkmasına neden olan bir Joseph Conrad cildinin, kitap ve okuma aşkıyla dolu yaşamların hikâyesi…
Arjantinli yazar Carlos Maria Dominguez’in, yayımlandığı her ülkede büyük ilgi uyandıran novellasını Seda Ersavcı İspanyolca aslından çevirdi. Peter Sis’in çizimleri ve Cem Ersavcı’nın kapak fotoğrafıyla, kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher…
Saydam Şeyler
Yazar: Vladimir Nabokov
Çevirmen: Şükrü Alpagut
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 120
“İnce bir dolaysız gerçeklik cilası, doğal ve yapay maddelerin üzerini kaplar; her kim şimdide, şimdiyle kalmak istiyorsa lütfen onun ince gergin cilasını çatlatmasın.”
Saydam şeyler, asık suratlı, sakar bir kiŞi olan kahramanımız Hugh Person’ın İsviçre’ye yaptığı dört ziyaret çevresinde gelişiyor. Genç bir yayıncı olan Hugh, R. ile görüşmeye gönderilir. Yolda Armande’ye âşık olur ve defalarca aşağılandıktan sonra, onu arsız bir İskandinavyalı’nın elinden alarak evlenirler. Birlikte New York’a döner. Sekiz yıl sonra -bir cinayet, bir süre delilik ve kısa bir tutukluluğun ardından- Hugh, geçmişinin izlerini yakalamak için yalnız başına duygusal bir yolculuğa çıkar.
Yazar, R.’nin edebiyata ilişkin kuramsal görüşlerinde, daha temelde ise gözlemlenebilir nesnelerin değişen dünyasının oluşturduğu fonda, düş, anı ve zaman öğelerini iç içe dokuyarak önplana çıkarıyor.
Bir Düşüşün Güncesi
Yazar: Michel Laub
Çevirmen: Canberk Koçak
Yayınevi: Kafka Kitap
Sayfa Sayısı: 208
Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü’nün finalistleri arasında yer alan Bir Düşüşün Güncesi, kendimiz ve birbirimiz hakkında anlatmayı seçtiğimiz hikâyeler üzerine güçlü ve dokunaklı bir roman.
Günlük biçiminde kaleme alınan romanın isimsiz anlatıcısı, küçüklüğünde yaşadığı kilit bir olaya (Yahudi öğrenciler olarak Katolik sınıf arkadaşlarına yaptıkları talihsiz bir şakaya) neredeyse takıntılı bir şekilde sürekli geri dönerek, bu olayı ailesinin tarihçesiyle ve yaşanmış büyük bir tarihi acıyla ilişkilendiriyor ve bunu yaparken de nesiller arası travmanın nasıl bir şey olduğunu bize ustaca sezdiriyor.
Porto Alegre’nin lüks bir semtindeki Yahudi okulunda, okulun yegâne Katolik öğrencisi, kendisi için korkunç bir yaralanmaya sebep olacak bir eşek şakasına maruz kalır. İşte ona o şakayı yapmış Yahudi sınıf arkadaşlarından biri olan anlatıcı, yıllar sonra geçmişindeki hatalar üzerine düşünürken bu olayı tekrar tekrar yaşar. Anlatı ilerledikçe çok yönlü bir metafora dönüşen bu talihsiz kaza, artık 40’lı yaşlarında olan o Yahudi öğrencinin, Alzheimer’a yakalanan babası ve Auschwitz dehşetini yaşamış dedesinin kendi travmalarıyla savaşma yöntemleri üzerine giriştiği hesaplaşmaya çok katmanlı bir fon oluşturur.
Yaşadıklarımız aynı olsa bile kendimize bambaşka hikâyeler anlatmamız mümkün müdür? Nesilden nesile aktarılan travmaların döngüsünden nasıl çıkılabilir ya da çıkılabilir mi? Granta’nın Brezilya’nın En İyi Genç Yazarları arasında gösterdiği Laub romanın ana izleğini oluşturan üç unsuru –düşüşü, Auschwitz’i ve Alzheimer’ı– ustalıkla harmanlayarak kimlik, hafıza ve affetmek üzerine önemli sorular soruyor.
“Olağanüstü… Benim dünyamda, bu roman şimdiden bir klasik.”
Karl Ove Knausgaard
Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk
Yazar: Wilhelm Genazino
Çevirmen: Süreyya Turhan
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Sayfa Sayısı: 144
Aramızda bir sessizlik oluyor. Yatış pozisyonumuzu değiştiriyoruz, yorgan hışırdıyor. Başlattığımız tartışma içimde, öncekinden de şiddetli bir biçimde devam ediyor. Traudel’le bu tür konuşmalar yapmaya alışık değilim. Ayrıca, gerçekten korkuyorum. Bana göre, bu konuşma bile, çok korktuğum yıkımın gizlice başladığının bir işareti… Şimdi biraz kafa dağıtmayı çok isterdim, ama cinsel birleşmeden sonra televizyonu açmayı ikimiz de kaba buluruz. Fakat burada böyle karanlıkta yatıp duramam da. Yalnızlık normal de, birdenbire ortaya çıkması öyle iğrenç ki.
Sürekli hayat üzerine kafa yoran ve bir imge avcısı gibi etrafındaki küçük ayrıntıları gözlemleyerek mutluluk kırıntıları yakalamaya, bunlara tutunmaya çalışan bir adam iç dünyasıyla, hayatla, işiyle iyi kötü idare ederken, bir gün her şey sevgilisinin çocuk sahibi olmak istemesiyle altüst oluyor. Dengeler bozulmuş, sorgulama ve hesaplaşma başlamıştır artık…
“Kafka’nın anlatı geleneğini sürdüren Genazino, titiz ayrıntılarla ördüğü romanlarını giderek mükemmelleştiriyor… Bu kitap küçük bir şaheser.”
Jan Bürger, Literaturen
“Gündelik hayatın ince ince gözlemlenmesi, mizah duygusu, sıradanlığı evrensel bir insanlık durumu olarak yorumlama eğilimi… Genazino’nun tipik özellikleri.”
Ulrich Greiner, Die Zeit
Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme
Yazar: Barış Bıçakçı
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 94
“Ben aslında bu okuma grubuna annem için katılmıştım. Annemi yatıştırabilmek için. Annem öleli çok oldu ama ben hâlâ onu yatıştırmaya çalışıyorum. Martın sonlarından kasımın ortalarına doğru elimi uzatıyorum, annemin sonbaharda iyice zayıflamıs saçına bademyağı sürüyorum, kulağına bir şeyler fısıldıyorum. Gören ninni diye düşünür, dua diye düşünür. Oysa ne ninni ne de dua…”
Yüze doğum lekesi gibi yerleşmiş bir gülümseme, neyi saklar? Bir eşelek gibi kalakalmanın hüznünü bilmeyene, onu anlatabilir misiniz? Yalnızlığın ucunu sivriltmek, bir kısır döngüyü kusursuz kılar mı? Eşyanın kurduğu mahkeme, hangi hatıraya adil olabilir? Bahsettiğini görülmez, anlaşılmaz kılan, seyrelten cümlelerle, birbirimize aslında ne anlatırız? Kendini bulmanın yolu, hep bir başkasından mı geçer?
Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme, Barış Bıçakçı’nın barışması zor, idaresi zor, çünkü idraki zor duyguları usulca yokladığı bir öykü demeti.
Kapak Kızı
Yazar: Ayfer Tunç
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 240
Karlı bir kış günü, Ankara’dan İstanbul’a giden bir trenin yemek vagonu. Birbirini tanımayan üç kişi; bankacı Ersin, radyo programcısı Selda ve yemekli vagonun garsonu Bünyamin. Kapak Kızı, işte bu üç kişinin romanı. Ama aynı zamanda orada olmayan bir başkasının; bir dergide çıplak fotoğrafları yayınlanan Ayın Kızı Şebnem’in. Trenin saatlerce yolda kaldığı, bir yolcunun öldüğü bu uzun yolculukta, roman kahramanları, birbirleriyle, Şebnem’in fotoğrafları aracılığıyla yüzleşirler. Ancak bu zihinsel yüzleşme giderek kimin kimi yargıladığı belli olmayan bir hesaplaşmaya dönüşür.
Ayfer Tunç, ilk kez 1992 yılında yayınladığı Kapak Kızı’nı ‘zemin aynı zemin, inşa aynı inşa’ olmak kaydıyla yeniden yazdı. Roman, bedensel çıplaklığı, kahramanlarını farklı nedenlerle sarsan bir travma olarak ele alıyor. Aile, hayat, aşk, kıskançlık, güzellik ve ahlak kavramlarını, alışılmış yorumların tuzağına düşmeden işliyor. Bunaltıdan ikiyüzlülüğe, anıların masumiyetinden yaşamın gerçeklerine uzanan soruların kuşattığı bu roman, aslında bütün soruları içeren tek bir soru soruyor: Kim daha çıplak?
Doppler
Yazar: Erlend Loe
Çevirmen: Dilek Başak
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 124
Andreas Doppler: Bir başarı abidesi! İki çocuklu başarılı bir aile babası; başarılı bir tadilattan geçmiş güzel bir evi ve çok başarılı olduğu iyi bir işi var. Bir gün ormanda dolaşırken bisikletten düşüyor. Otların arasında yarı baygın bir halde uzanırken, uzun zamandır hissetmediği bir huzur doluyor içine: Neredeyse hiç tanımadığını fark ettiği babasının ölümü iyiden iyiye içine otururken, yeni banyo için fayans seçimi gibi banal düşüncelerden ve beynini kemiren o anlamsız çocuk şarkılarından kurtuluveriyor.
Birkaç gün sonra işini, evini ve ailesini terk edip ormana taşınıyor. Doğa güzel, karanlık ve derin; ayrıca Bongo var: Kendini geyikten başka her şey sanan ve kart oyunlarından zerre kadar anlamayan bu afacanla bir “avcı toplayıcı” gibi yaşamaya çalışan Doppler, yağsız süt krizine girince, bir adım daha ileri gidip takas ekonomisine geçiyor…
“Merak uyandıran, huzursuz eden, duygu yüklü bir metin; yazar için yeni bir sanatsal başarı.”
Stein Roll
“Loe’nun Naif. Süper’den bu yana yazdığı en iyi kitap.”
Sindre Hovdenak
“Uzun zamandır yayımlanan en komik kitap.”
Michael Nilsen
Veba Geceleri
Yazar: Orhan Pamuk
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 544
Orhan Pamuk’un üzerinde 5 yıldır çalıştığı “Veba Geceleri”, 1901 yılında 3. Veba Pandemisi döneminde Osmanlı’nın 29. Vilayeti Minger adasında geçiyor. Hem sürükleyici bir siyaset ve aşk romanı hem de Pamuk’un salgın, karantina, devlet ve birey konularını bir masal havasıyla tartıştığı bu tarihi roman, konusuyla yaşadığımız günlere de ışık düşürüyor.
1901 baharında Osmanlı İmparatorluğu’nun 29. vilayeti Minger Adası’nda veba salgını baş gösterince Sultan Abdülhamit önce Sağlık Başmüfettişi kimyager Bonkowski Paşa’yı, onun arkasından da genç ve başarılı Doktor Nuri’yi salgını durdurması için adaya gönderir. Padişah kısa bir süre önce genç doktoru, sarayda hapis hayatı yaşattığı ağabeyi önceki padişah V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ile evlendirmiştir ve Pakize Sultan da bu yolculukta kocasına eşlik etmektedir. Adada ise genç ve milliyetçi Osmanlı subayı Kolağası Kâmil, onun âşık olduğu adalı Zeynep ve her şeye yetişmeye çalışan Vali Sami Paşa ile güzel sevgilisi Marika vardır. Karantina yasaklarına itaat edilmesi için çaba harcayan bu insanların vebayla, adadaki geleneklerle ve sonunda birbirleriyle ve ölüm tehditleriyle savaşının ve yaşadıkları aşkların hikâyesidir “Veba Geceleri”.
“Pamuk, yaşayan en büyük yazar.”
Le Point
“Pamuk, en iyi kitaplarını Nobel’den sonra yazan eşsiz bir yazar.”
The Independent
“O ne bir ideolog, ne bir siyasetçi, ne de bir gazeteci. Orhan Pamuk büyük bir romancı.”
The New York Times
Tiksinti
Yazar: Horacio Castellanos Moya
Çevirmen: Süleyman Doğru
Yayınevi: Notos
Sayfa Sayısı: 104
“Cahil halkların birincil ve başlıca özelliğidir bu, kendi çöplüklerini dünyanın en iyi yeri kabul ederler.”
Sanat tarihi profesörü Edgardo Vega on sekiz yıllık sürgünün ardından, annesinin cenazesi için Kanada’dan ülkesi El Salvador’a dönmek zorunda kalır. Zamanında ülkesinden iğrenerek kaçmıştır ama şimdi kâbusuyla yüzleşmek zorundadır.
El Salvador’daki tek arkadaşı olan Moya adlı yazarla bir barda buluşarak pislik yuvası dediği o ülkede ne var ne yoksa kesintisiz bir monologda yerin dibine sokar: politikacıların yozlaşmışlığı, askerlerin cani katliamları, halkın zevksizliği ve aptallığı, çürümüş eğitim sistemi, mide bulandırıcı El Salvador birası ve yemekleri – tiksintiye müstahak daha nice şey…
El Salvadorlu sürgün yazar Horacio Castellanos Moya’dan hakaret virtüözü Thomas Bernhard üslubunda bir öfke konçertosu.
“Tiksinti elbette ki sadece bir hesap kapatmadan ya da bir yazarın ahlaki ve politik ortam karşısındaki derin ümitsizliğinin ifadesinden ibaret değil, aynı zamanda bir üslup alıştırması, Castellanos Moya’nın Bernhard’ın kimi eserlerine yönelik parodisi ve insanı gülmekten öldüren bir roman.”
Roberto Bolaño