Kâğıt Ev, işte bu kitap tutkunlarından Carlos Brauer’in ve onun -bir edebiyat profesörü olan- Bruma Lennon’la olan gizemli ilişkisinin, bu ilişkinin gün yüzüne çıkmasına neden olan bir Joseph Conrad cildinin, kitap ve okuma aşkıyla dolu yaşamların hikâyesi…
Kâğıt Ev
Yazar: Carlos Maria Dominguez
Çevirmen: Seda Ersavcı
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 94
Bazı insanlar kitap okumaz, bazıları okur ve kimileriyse okumakla kalmayıp onlarla birlikte yaşar. Kâğıt Ev, işte bu kitap tutkunlarından Carlos Brauer’in ve onun -bir edebiyat profesörü olan- Bruma Lennon’la olan gizemli ilişkisinin, bu ilişkinin gün yüzüne çıkmasına neden olan bir Joseph Conrad cildinin, kitap ve okuma aşkıyla dolu yaşamların hikâyesi…
Arjantinli yazar Carlos Maria Dominguez’in, yayımlandığı her ülkede büyük ilgi uyandıran novellasını Seda Ersavcı İspanyolca aslından çevirdi. Peter Sis’in çizimleri ve Cem Ersavcı’nın kapak fotoğrafıyla, kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher…
Günler Aylar Yıllar
Yazar: Yan Lianke
Çevirmen: Erdem Kurtuldu
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 105
Günler Aylar Yıllar, hayatın zorlukları karşısında hep diri kalabilen bir umudun romanı.
Kuraklık, Balou Sıradağları’nda tüm yıkıcılığıyla baş göstermiştir. İnsanlar çareyi evlerini terk edip su ve yiyecek bulabilecekleri yerlere kaçmakta bulurken geride sadece ihtiyar ile kör köpeği kalır ve bu iki kader ortağı, birkaç damla su, bir avuç mısır tanesi, bir karış gölgelik peşinde dolanır durur. Günleri, geceleri en sert, en çetin koşullarla sınanır; zamanın ve mekânın izleri silinip iskeletleri daha da belirginleşirken önlerindeki yollar da gitgide çatallanır. Bu zorluklardan geriye kalan, olağanüstü bir varoluş inadıdır.
Felaketzedeler Evi
Yazar: Guillermo Rosales
Çevirmen: Gökhan Aksay
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 114
Küba’nın 47 yaşında intihar eden dâhi yazarı Guillermo Rosales’in, ağır bir şizofreniden muzdarip olduğu günlerde kaldığı zamanlardakine benzeyen bir bakımevini anlattığı Felaketzedeler Evi’nin baş karakteri William Figuares, –yine tam da yazar gibi– Küba’dan Miami’ye gelmiş sürgün bir yazardır. Ama halası, onu göçmenlerin çoğunlukta olduğu “bakımevi”ne yerleştirince burada bambaşka bir dünya bulur: Tersine işleyen bir Amerikan rüyası. “Dışarıda bakımevi diyorlardı oraya, ama mezarım olacağını biliyordum ben,” der William burası için. “Hayattan umudunu kesmiş insanların sığındığı, kıyıda köşede kalmış barınaklardan biriydi. Kaçıklar çoğunluktaydı. Yapayalnız ölsünler, kazananların başına bela olmasınlar diye aileleri tarafından bırakılan yaşlılar da vardı.”
Felaketzedeler Evi’nin sakinleri, yeryüzündeki kişisel felaketlerin cisimleşmiş özetini sunarlar âdeta. Fakat bir süre sonra William, kendisi gibi bir felaketzede olan Francis’le tanışır. O güne dek içinde bir boşluk duygusu ve elinde İngiliz şairlerin kitabıyla yaşayıp giderken ruhunda bir umut filizlenir: Yeniden hayal kurup planlar yapmaya ve Beatles şarkıları mırıldanmaya başlar.
1987’de Octavio Paz’ın oyuyla Letras de Oro Roman Ödülü’nü kazanan ve bugün Küba edebiyatının kült kitaplarından biri olarak kabul edilen Felaketzedeler Evi’ni Gökhan Aksay İspanyolca aslından çevirdi.
“Muhtemelen bugüne kadar okuduğum en kederli roman.”
Thomas McGonigle
“Felaketzedeler Evi, kırk yıllık Küba sürgün edebiyatının eşsiz bir örneğidir.”
Ivette Leyva Martínez
Hızlandıkça Azalıyorum
Yazar: Kjersti Skomsvold
Çevirmen: Deniz Canefe
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 132
“Yeryüzünde yaşadığın her mutlu an kederle ödenmek zorundadır.”
Mathea’nın yaşam ve ölüm, yaşlılık ve yalnızlık hakkında inceliklerle örülü zarif hikâyesi… Derinlikli bir melankoli, farklı bir mizah, küçük kelimeler, kısa cümleler, ufak paragraflar ve büyük bir yetenek…
Aziz Bey Hadisesi
Yazar: Ayfer Tunç
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 88
Güneşten ağır ağır gölgeye çekilir gibi, pek de anlamadan akşam olur gibi, ışıklı, neşeli bir yüzden kederlere geçti Aziz Bey. Kederli bir mazisi oldu. Burnu havada, başı dikti hep. Başka türlü yaşamayı beceremediyse de, o gece, Haliç’in kirli sularına bakarken anladı ki hep öyle, burnu dik yaşadığını sanmış. Oysa şiddetle yanılmış. Ve yine anladı ki hayatı tümüyle bir yanılgıymış.
Aziz Bey, Tunç’un insan olmaktan doğan zaaf ve yanılgılar nedeniyle yaralanmış, boşa geçmiş hayatlar üzerine yapılandırdığı öykü evreninin en hüzünlü, en gerçek kişisi. Bazı okurlara, meyhanelerde benzerini aratacak kadar kanlı canlı ama mahzun gelen Aziz Bey’in öyküsünü okurken, bir hikâye kişisinin varlığını çok yakınınızda hissedeceksiniz.
Ayfer Tunç’un, edebiyatımızdaki en ustalıkla çizilmiş karakterlerden birini yarattığı Aziz Bey Hadisesi, son yıllarda yazılmış en sarsıcı metinlerden. Her geçen yıl daha çok okunuyor, daha çok tartışılıyor.
Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk
Yazar: Wilhelm Genazino
Çevirmen: Süreyya Turhan
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Sayfa Sayısı: 144
Aramızda bir sessizlik oluyor. Yatış pozisyonumuzu değiştiriyoruz, yorgan hışırdıyor. Başlattığımız tartışma içimde, öncekinden de şiddetli bir biçimde devam ediyor. Traudel’le bu tür konuşmalar yapmaya alışık değilim. Ayrıca, gerçekten korkuyorum. Bana göre, bu konuşma bile, çok korktuğum yıkımın gizlice başladığının bir işareti… Şimdi biraz kafa dağıtmayı çok isterdim, ama cinsel birleşmeden sonra televizyonu açmayı ikimiz de kaba buluruz. Fakat burada böyle karanlıkta yatıp duramam da. Yalnızlık normal de, birdenbire ortaya çıkması öyle iğrenç ki.
Sürekli hayat üzerine kafa yoran ve bir imge avcısı gibi etrafındaki küçük ayrıntıları gözlemleyerek mutluluk kırıntıları yakalamaya, bunlara tutunmaya çalışan bir adam iç dünyasıyla, hayatla, işiyle iyi kötü idare ederken, bir gün her şey sevgilisinin çocuk sahibi olmak istemesiyle altüst oluyor. Dengeler bozulmuş, sorgulama ve hesaplaşma başlamıştır artık…
“Kafka’nın anlatı geleneğini sürdüren Genazino, titiz ayrıntılarla ördüğü romanlarını giderek mükemmelleştiriyor… Bu kitap küçük bir şaheser.”
Jan Bürger, Literaturen
“Gündelik hayatın ince ince gözlemlenmesi, mizah duygusu, sıradanlığı evrensel bir insanlık durumu olarak yorumlama eğilimi… Genazino’nun tipik özellikleri.”
Ulrich Greiner, Die Zeit
Elden Düşme Dünya
Yazar: Wilhelm Genazino
Çevirmen: Tevfik Turan
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 144
Elden Düşme Dünya; “güncel” insanlık hallerinin bir Genazino kahramanının zihninde işlenmesiyle ortaya çıkan tuhaflıkların romanı.
“Bu manzara alabildiğine hoşuma gittiği halde göğsümde bir sızı hissediyordum. Çünkü güzelliğin acayip tarafı, insanın onu sadece seyredebilmesidir. Bir tarafını alıp evine götüremez veya küçük bir parçasını özel bir yerde saklayamaz. İnsan güzelliğe ancak hep bakar durur, fazlasını elde edemez. Uzun uzun baktıktan sonra yoluna devam etmek zorundadır.”
Elden Düşme Dünya’nın serbest mimar olarak çalışan isimsiz anlatıcısı, bir meslektaşının ölümü üzerine onun şirketinden gelen iş teklifini kabul eder. Böylece o güne dek kendisini uzak tutmaya çalıştığı modern dünyanın iş ve ilişkiler ağına, biraz da kendi rızasıyla düşmüş olur. Bir zaman sonra da kendisinin, yaşadığı aşkın, katlanmak zorunda olduğu işin, kısacası her şeyin âdeta “elden düşme” olduğu gerçeğini kavrar. İnsan olmanın kaderine kendince başkaldırdığı her seferde kararsızlık, çelişki ve pişmanlık yumağına hapsolurken, hayatı bir parça daha farsa dönüşür.
O Gün İçin Bir Şemsiye
Yazar: Wilhelm Genazino
Çevirmen: Çağlar Tanyeri
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 160
O Gün İçin Bir Şemsiye’nin kırk altı yaşındaki anlatıcısı, bir “ayakkabıdenetçisi”dir. Satışa sunulacak yeni modelleri test etmek için Frankfurtsokaklarında henüz sadece kendisinin giyebildiği ayakkabılarla gezinir.Hayatta kendi yolunu bulamamıştır, ama yolda eski aşklarını, arkadaşlarınıve anılarını bulur. Bir “varış noktası” yoktur görünürde, ama heradımda insan ruhunun görünmez yerlerine biraz daha yaklaşır. Sadecesokaklarda değil, bilincin coğrafyasında da yürür ve sıradan görünen birinsanın ne denli sıradışı olabileceğini düşündürür. Varoluşsal sorgulamalariçin alışılmadık ölçüde canlı üslubu ve keskin gözlem gücüyle eşyayave insanlara her baktığında hayatın bize unutturmaya çalıştığı bir gerçeğihatırlatır: Yine hayatın kendisini.
Hayatlarının yağmurlu ve uzun bir günden, bedenlerinin de o gün içingereken bir şemsiyeden başka bir şey olmadığını hissetme noktasına gelmiş insanların, Wilhelm Genazino’yla derin ve keyifli bir yürüyüşeçıkacakları O Gün İçin Bir Şemsiye’yi Çağlar Tanyeri Almanca aslından çevirdi.
Kapak Kızı
Yazar: Ayfer Tunç
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 240
Karlı bir kış günü, Ankara’dan İstanbul’a giden bir trenin yemek vagonu. Birbirini tanımayan üç kişi; bankacı Ersin, radyo programcısı Selda ve yemekli vagonun garsonu Bünyamin. Kapak Kızı, işte bu üç kişinin romanı. Ama aynı zamanda orada olmayan bir başkasının; bir dergide çıplak fotoğrafları yayınlanan Ayın Kızı Şebnem’in. Trenin saatlerce yolda kaldığı, bir yolcunun öldüğü bu uzun yolculukta, roman kahramanları, birbirleriyle, Şebnem’in fotoğrafları aracılığıyla yüzleşirler. Ancak bu zihinsel yüzleşme giderek kimin kimi yargıladığı belli olmayan bir hesaplaşmaya dönüşür.
Ayfer Tunç, ilk kez 1992 yılında yayınladığı Kapak Kızı’nı ‘zemin aynı zemin, inşa aynı inşa’ olmak kaydıyla yeniden yazdı. Roman, bedensel çıplaklığı, kahramanlarını farklı nedenlerle sarsan bir travma olarak ele alıyor. Aile, hayat, aşk, kıskançlık, güzellik ve ahlak kavramlarını, alışılmış yorumların tuzağına düşmeden işliyor. Bunaltıdan ikiyüzlülüğe, anıların masumiyetinden yaşamın gerçeklerine uzanan soruların kuşattığı bu roman, aslında bütün soruları içeren tek bir soru soruyor: Kim daha çıplak?
Evler, Cinler, Perdeler
Yazar: Lyudmila Petruşevskaya
Çevirmen: Ayşe Hacıhasanoğlu
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 224
Rus edebiyatının yaşayan efsanesi olarak kabul edilen Lyudmila Petruşevskaya, “yaşamın gölgesi”nin üzerine düştüğü insanların –özellikle de kadınların– yazarıdır. Yaşamın zorlukları, tuhaflıkları ve gizemi karşısında şartlar ne olursa olsun ayakta kalıp yola devam etme gayretindeki insanların öykülerini bazen gerçeklik içinde bazen de gerçekliği aşarak âdeta masalsı bir dünyada anlatır. Bu dünyada, sıradan ile sıradışı arasındaki görünmez perdeyi her aralayışında yeni, taze bir ışığın yenilmez insan iradesi üzerindeki yansımasını benzersiz bir biçimde, nakış gibi işler. Petruşevskaya’nın öyküleri aynı zamanda, hem etimize batıp canımızı acıtan hem de ruhlarımızdaki irini akıtan bir iğne gibidir.
“Şaşırtıcı ve olağanüstü… Harika bir kitap.”
James Wood
Nohut Oda
Yazar: Melisa Kesmez
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 108
“Elini sürmediği bahçe gözlerinin önünde yabana dönmüş, böylece kendisinden sonra ne hale geleceğini görmüştü. Gözü arkada kalmayacaktı. Hayatta kalmayı başaranlar da bakacaklardı kendi başlarının çaresine. Konuşmuştu hepsiyle. Anlatmıştı uzun uzun. İnsanla nebatat arasında küslük olmazdı ya zaten. Anlarlardı onu. Bakarsın duvarı aşar da ormana karışırlardı, o zaman her şey çok daha kolay olurdu. Hem zaten onlara inancı büyüktü. Kurudu sanırdın, iki damla yağmurla, hop, yeniden yeşerirlerdi.”
Gidenler, gidenlerin geride bıraktığı eşyalar, kalanlar, kediler… İçilen son çaylar, başka bir hayatın gölgesinde yaşamaktan kurtulamayanlar, sonu getirilemeyen sevgiler… Depremler, çatırdayan aileler, terk edilen evler… Babalar, “görüşürüz” vaatlerine mahkûm edilmiş tükenmişlikler… Anneler, kardeşler ve çiçekler… Yalnızlıklar… Ama en çok her şeye inat küçücük anlara kök salan görkemsiz mutluluklar…
Melisa Kesmez evlerin içinde, odaların arasında usul usul dolaşırken, bir ayna tutuyor hayata: Hayatın kuytularını, o kuytularda yan yana yeşeren neşe ve kederi gösteren bir ayna. Nohut Oda, incecik sızıların, tatlı gülümseyişlerin kitabı…
Yaşamak
Yazar: Yu Hua
Çevirmen: Bahar Kılıç
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 210
Aile servetini yiyip tükettiği gençlik günlerinde, uzun bir hayatın ona neler sunacağından habersizdir elbette Fugui.
Yıllar sonra, yaşlı öküzüyle tarlasını sürerken tanıştığı bir yabancıya hayatından söz etmeye başladığında, şımarık bir gencin başına gelenlerden fazlasını sayıp dökecektir bu yüzden: Fugui, kendisiyle birlikte altı insanın hayatını, kaderin sürprizlerini, yaşamın acılarını ve sevinçlerini anlatır. Onun dilinden -daha doğru bir ifadeyle Yu Hua’nın kaleminden- dökülenler, insanlık durumlarına dair epik bir romana dönüşür böylece. Basit bir anlatım, güçlü bir anlatı doğurur: Sabanın toprakta bıraktığı izlere benzer kâğıt üzerinde satırlar. Yaşamın her şeyi kapsaması gibi, Yaşamak da hayatı olduğu gibi kucaklar. Doğumları ve ölümleri, mutsuzlukları ve umutlarıyla…
Balıkçı ve Oğlu
Yazar: Zülfü Livaneli
Yayınevi: İnkılap Kitabevi
Sayfa Sayısı: 140
Toplumsal konulara duyarlılığı ile tanınan edebiyatçı ve fikir adamı Zülfü Livaneli, bu kez Ege balıkçılarının ve hayal kurmaktan bile mahrum bırakılan göçmenlerin kaderine eğiliyor. Usta edebiyatçı Livaneli, Balıkçı ve Oğlu ile son yılların en can yakıcı ve büyük dramı “göçmenliği” balıkçı Mustafa, Mesude ve Samir bebek üzerinden anlatıyor. O güne dek sıcak evlerinde televizyondan izledikleri haberlerden aşina oldukları ölü insan bedenleri ve yarı ölü bir bebek evliliklerinin tam ortasına düşerek bir bomba etkisi yaratıyor; aile ilişkilerini bambaşka bir çehreye büründürüyor.
Balıkçı ve Oğlu, Ege’nin tarihinden bugününe, balık çiftliklerine ve rant hırsıyla dağlara, kıyılara saldıran şirketlerin yarattığı ekolojik yıkıma dair çok şey söylüyor. Bunun ötesinde göçmenlerin bir bilinmeze doğru göze aldıkları yolculuğu, hayatta kalma çabalarını ya da ölümü; kısacası “deryaya yakın, dünyadan uzak” yaşamlarını odağına alıyor. Livaneli’nin belki de en şiirsel romanı olan Balıkçı ve Oğlu; aile, aşk, ebeveynlik, evlat, kadın dayanışması, dostluk, göç, doğa üzerine çağdaş bir epope. Zülfü Livaneli’nin, uzun bir aradan sonra yazdığı ve heyecanla beklenen yeni romanı Balıkçı ve Oğlu, ustalıkla seçilen tasvirlerle okurun zihninde capcanlı bir anlatı oluşturuyor.
Emanet Çocuk
Yazar: Claire Keegan
Çevirmen: Behlül Dündar
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 80
Artık yana devrilmekte olan güneşin ışıkları, suya yansıyan bizi eğri büğrü gösteriyor. Bir an korkuyorum. Buraya ilk geldiğimdeki o çingene çocuğu gibi değil de, şimdiki gibi temiz, başka giysiler içinde ve arkamdaki kadınla beraber olduğumu kabullenene kadar bekliyorum. Tası suya daldırıp dudaklarıma götürüyorum. Su daha önce hiç içmediğim kadar soğuk ve temiz: Babamın bırakıp gidişinin tadı var suda; hiç orada olmayışının, gittikten sonra bana ait hiçbir şeyin olmayışının tadı. Tası yeniden daldırıp güneşin suda yansıdığı yere kadar kaldırıyorum. Altı yudum içip, utancın ve sırların barınmadığı bu yerin, şimdilik, yuvam olmasını diliyorum.
1980’lerin başında, İrlanda kırsalındayız. Küçük, isimsiz bir kız çocuğu, kendi ailesi tarafından daha önce hiç tanışmadığı çocuksuz Kinsella çiftine bırakılır. “Emanet çocuk”, yeni ve geçici evindeki ilk günlerinden itibaren kendi iç dünyası ve duygularını tanımanın yanı sıra, “aile” ve “ev” denilen şeylerin daha önce hiç tecrübe etmediği olanaklarını, özellikle de dalgalı yaşam denizindeki yol göstericiliğini ve iyileştirici yanlarını da keşfetmeye başlar.
Çağdaş İrlanda edebiyatının en parlak isimlerinden Claire Keegan Emanet Çocuk’ta, bir kız çocuğunun gözünden İrlanda’nın yemyeşil vadileri ve parlak gökyüzüyle bezeli pastoral yaşamını, hırçın rüzgâr ve dalgalarla falezler misali yontulmuş taşra insanlarını son derece dokunaklı ve yalın bir dille anlatıyor.
“Emanet Çocuk’ta görkemli bir dizi biçimsel güzellik, derin ve verimli bir yetenek tarafından resmediliyor. Claire Keegan, okuyucuya basit hikâye diye bir şey olmadığını ve sanatın insan yaşamı için ne kadar elzem olduğunu hiç unutturmuyor. Keegan doğru kelimeleri seçme konusunda heyecan verici bir içgüdüye sahip; yaşamın sonsuz ihtimallerine ve kesinliğine karşı sabırlı bir özen göstermekte ise son derece mahir.”
Richard Ford
Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme
Yazar: Barış Bıçakçı
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 94
“Ben aslında bu okuma grubuna annem için katılmıştım. Annemi yatıştırabilmek için. Annem öleli çok oldu ama ben hâlâ onu yatıştırmaya çalışıyorum. Martın sonlarından kasımın ortalarına doğru elimi uzatıyorum, annemin sonbaharda iyice zayıflamıs saçına bademyağı sürüyorum, kulağına bir şeyler fısıldıyorum. Gören ninni diye düşünür, dua diye düşünür. Oysa ne ninni ne de dua…”
Yüze doğum lekesi gibi yerleşmiş bir gülümseme, neyi saklar? Bir eşelek gibi kalakalmanın hüznünü bilmeyene, onu anlatabilir misiniz? Yalnızlığın ucunu sivriltmek, bir kısır döngüyü kusursuz kılar mı? Eşyanın kurduğu mahkeme, hangi hatıraya adil olabilir? Bahsettiğini görülmez, anlaşılmaz kılan, seyrelten cümlelerle, birbirimize aslında ne anlatırız? Kendini bulmanın yolu, hep bir başkasından mı geçer?
Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme, Barış Bıçakçı’nın barışması zor, idaresi zor, çünkü idraki zor duyguları usulca yokladığı bir öykü demeti.
Muhtelif Evhamlar Kitabı
Yazar: Ömür İklim Demir
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 108
“Ne diyeyim, huzur tuhaf şey arkadaş, ancak kaybedecek bir şeyin kalmadığında gelip seni buluyor.”
Ömür İklim Demir, kalbini yalnızlıkla terbiye eden insanları, birbirini ıskalayan hayatları, eskidikçe güzelleşen, güzelleştikçe insanı dibe çeken anıları koyuyor önümüze. İs bağlamış sokakları, naftalin kokan paltoları, dördüncü ayakta yatan kuponları, hizada bekleyen bıyıklı tuzlukları, intihara meyilli tahta mandalları, hikâyesi hiç bitmeyen sokak bilgelerini, mesai mesai deliren beyaz yakalıları ve günlük yaşamın lime lime ettiği bütün evhamlı ruhları anlatıyor.
“Muhtelif Evhamlar Kitabı”nda, öykünün sunduğu imkânları ve incelikleri, alçakgönüllü ama yetkin bir dille birleştiriyor. Sakin sakin, tane tane sıralıyor kelimelerini ve “anlatsan şiir olacak” o anların tablosunu çiziyor.