Parma Manastırı, aristokrat del Dongo ailesinin ikinci oğlu Fabrizio’nun hikâyesini anlatır. Avusturya adına casusluk eden aşırı muhafazakâr meşru babasından çok Napoléon için savaşan Fransız gayri meşru babasına çekmiş bir çocuk olarak: dik başlı, naif, idealist bir gençtir Fabrizio
Parma Manastırı
Yazar: Henri Beyle Stendhal
Çevirmen: Ceylan Gürman Şahinkaya
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 567
Stendhal’in iki aydan kısa bir süre içinde yazdığı ve Balzac’ın çağın en müthiş Fransız romanı olarak nitelediği Parma Manastırı, aristokrat del Dongo ailesinin ikinci oğlu Fabrizio’nun hikâyesini anlatır. Avusturya adına casusluk eden aşırı muhafazakâr meşru babasından çok Napoléon için savaşan Fransız gayri meşru babasına çekmiş bir çocuk olarak: dik başlı, naif, idealist bir gençtir Fabrizio. Bir yandan da kadınları etkileyen bir yakışıklılığa sahiptir. Hiçbir hazırlığı olmadığı halde, Waterloo Savaşı’nın ortasına atar kendini. Yenilginin ardından İtalya’ya döner. Stendhal’in en önemli eserleri arasında gösterilen Parma Manastırı’nın başkahramanının önce hapishanade, sonra manastırda sıkışan, aşk hikâyeleriyle, saray entrikalarıyla dolu yolculuğu böyle başlar.
“Stendhal bana savaşı anlamayı öğretti. Parma Manastırı’nda Waterloo Savaşı’nı defalarca okumalısınız.”
Tolstoy
“Parma Manastırı sahip olduğumuz en güzel romanlardan bir tanesi.”
Henry James
Duygusal Eğitim
Yazar: Gustave Flaubert
Çevirmen: Cemal Süreya
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 536
Flaubert olgunluk dönemi şaheserinde, yerini sanayi toplumuna bırakacak romantik 1848 neslinin kaygılarının ve yiten hayallerinin bir panoramasını çiziyor.
Hukuk öğrencisi genç Frédéric Moreau, Paris’ten taşradaki memleketine döndüğü vapurda karşılaştığı, evli ve kendisinden yaşça büyük Madam Arnoux’yu görür görmez çarpılmıştır. Sosyal ve siyasi devrimlerle sarsılan Paris’in değişmekte olan mozaiğinde yıllar boyunca yolu Madam Arnoux ve dost edindiği tüccar kocasıyla defalarca kesişecek, genç Moreau ömrü boyunca kurtulamadığı bir tutkunun esiri olacaktır. Flaubert’in 1869 yılında kaleme aldığı, ve “akranlarımın ahlâkî tarihi” olarak tasvir ettiği Duygusal Eğitim, Avrupa’nın en çalkantılı dönemlerinden birinde duyarlı ve yetenekli bir gencin hayatını itinayla yaratılmış bir toplumsal resim içerisinde izleyen bir belge niteliğinde.
“Flaubert’in Kent ayaklanmalarına dair tasvirlerinin, savaş yazınını ve romancıların savaşı kaleme alma biçimini sonsuza dek değiştirdiği söylenebilir.”
James Wood
Sönmüş Hayaller
Yazar: Honore de Balzac
Çevirmen: Mehmet Emin Özcan
Yayınevi: Notos
Sayfa Sayısı: 752
1835-1843 yılları arasında yazılan Sönmüş Hayaller Balzac’ın da belirttiği gibi İnsanlık Komedyası’nın (1830-1850) zirvesine yerleşir. Romanı oluşturan üç bölüm, yüzyıl başı Fransa’sının siyasal değişimleriyle toplumsal dönüşümlerini ve roman kahramanının düşüşünü anlatır. Napoléon döneminde İmparatorluk coşkusuyla özdeşleşen romantizmi, Restorasyon Dönemi’yle birlikte kapitalle eşleşen burjuva iktidarını, edebiyatta da gerçekçiliğin yükselişini üç tablo halinde resmeder. Böylece aşk, basın yayın ve sermaye dünyası gibi temalar Paris ile taşra arasında bir karşılaştırmanın öğeleri haline gelir.
Birinci bölüm İki Şair’de her iki eksenin ortak özelliği durağanlıkken, ikinci bölüm Paris’te Taşralı Bir Büyük Adam hem olay örgüsü hem de anlatım açısından hızlanır, son bölüm Mucidin Acıları bu karşılaşmada yenik düşen ve hayalleri sönen roman kahramanının taşraya dönüşünü anlatır.
Balzac günümüz dünyasının geldiği durumu görmüş olsa büyük olasılıkla pek şaşırmazdı. Yaşadığı yüzyılın pek çok bakımdan günümüzü haber verdiğini de söyleyebiliriz. Sönmüş Hayaller’i okurken günümüzü anlatıyor duygusuna kapılmamızın nedeni budur belki de.
Germinal
Yazar: Emile Zola
Çevirmen: Volkan Yalçıntoklu
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 616
1860’larda Fransa’nın kuzeyinde maden işçileri, çetin koşullar altında yaşam mücadelesi vermektedir. Çalıştıkları ocaklarda her an iç içe oldukları göçük ya da grizu patlaması tehlikesinin yanı sıra, açlık ve sefaletle boğuşup dururlar. Son çare olarak gördükleri grev onlar için kaçınılmazdır artık. Her şeyi göze almaya hazırdırlar, içlerinde filizlenen umut en büyük destekçileridir. Ne yazık ki direnişleri acımasızca bastırılır. Şimdi geride sadece ölüm, kan, gözyaşı ve yok olan hayaller kalmıştır.
Germinal dünya edebiyat tarihinin en önemli eserlerinden biri. İnsanların çektiği büyük acıyı son derece gerçekçi ve evrensel olduğu kadar etkileyici bir dille de kaleme alan Zola, bu romanıyla adeta bir destan yaratmış.
Her satırında okuru duygudan duyguya sürükleyen, kâh yüreğini burkan, kâh öfkelendiren, kâh umutlandıran, soluk soluğa okunacak bir eser.
Bel-Ami
Yazar: Guy De Maupassant
Çevirmen: Can Belge
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 382
Bel-Ami Maupassant’ın en önemli romanıdır. Eser, 19. yüzyıl Fransası’nın siyaset hayatını, iktidar ilişkilerini çarpıcı biçimde tasvir ederken, çektiği son derece gerçekçi fotoğrafla bugünün dünyasını da anlatır.
Bel-Ami, dünya edebiyatına öyküleriyle damga vuran Maupassant’ın en başarılı ve ünlü romanıdır. Flaubert’in öğrencisi, Zola’nın çağdaşı ve dostu olan Maupassant, edebiyatta natüralist akımın en önde gelen yazarları arasında sayılır. Maupassant 1885 yılında yayımladığı bu romanda, yer yer taşraya ve Mağrip’e kadar taşan geniş bir tarihî sahne içinde, zengin olma hırsıyla doğduğu köy Canteleu’den ayrılıp Paris’e gelen Duroy’nın, yazarın kendi yaşamıyla da belirgin benzerlikler taşıyan yükseliş hikâyesini anlatıyor.
Maupassant’ın “gizleyerek söylediği” ya da “söylemeyerek açık ettiği” kent hayatının değişmezleri; para, cinsellik ve iktidar üçgeninde gelişen, dönemin Fransası’ndaki siyaset-basın ilişkilerini anlatırken bugünkü durumu da tespit eden, gerçekliğiyle çarpan bir eser…
“Maupassant güldürme becerisine sahip olduğu için sevilirdi; gözyaşları arasında bile varlığı hissedilen derin bir hicvi vardı.”
Emile Zola
Leopar
Yazar: Giuseppe Tomasi Di Lamped
Çevirmen: Semin Sayıt
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 280
Bazı eleştirmenler, “Leopar”ın yalnız İtalyan değil, dünya edebiyatının bir başyapıtı, 20. yüzyılın en önemli romanlarından biri olduğunu ileri sürer.
Roman, Sicilya’da Bourbon Krallığının çöküş yıllarında soylu bir ailenin, özellikle de ailenin reisi Prens Fabrizio Salina’nın yaşamöyküsünü anlatır. 70 yaşına gelmiş, ilginç özellikleri ve uğraşları olan Fabrizio Salina, soylulara özgü dünyanın çöküşüyle birlikte yavaş yavaş ilerleyen kendi çöküşünü de hüzünle yaşar. Israrla sürdürdüğü geleneklerin, içine kapandığı görkemli dünyayı oluşturan öğelerin sessizce kayıp gittiğini, dönüşü olmayan sonun yaklaşmakta olduğunu gözler. Ne var ki, arkadan cıvıl cıvıl bir kuşak gelmekte, onun vaktiyle yaşadığı tüm duyguları, tüm heyecanları başka bir dekor içinde, başka koşullar altında onlar da tüm yoğunluğuyla yaşamaktadır. Bir yolculuk sırasında rahatsızlanarak, denize bakan bir otel odasında, dinlenmeye çekilen Prens, mumun, alevinin sönmek üzere olduğunu sezinler. Hayatının muhasebesini yapar ve “Her şeyin olduğu gibi kalmasını istiyorsak, her şeyi değiştirmeliyiz,” diye düşünür.
Bilirbilmezler
Yazar: Gustave Flaubert
Çevirmen: Tahsin Yücel
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 360
Bouvard ile Pécuchet, bilgisizliklerinden ve ahmaklıklarından kaynaklanan sınırsız bir gözüpeklikle her konuya el atan iki arkadaştır; görünüşleri gibi tutumları ve tutkuları da gülünçtür. Ama gülünçlükleri biraz da ele aldıkları eserlerin, karşılaştıkları kişi ve durumların gülünçlüğünden ileri gelir. Gerçekten de Flaubert, onların serüveninde, döneminin bilimini, felsefesini, edebiyatını, politikasını gülünç düşürmeyi amaçlar. Bilirbilmezler’i yazmaya hazırlandığı günlerde, “Öfkemi boşaltacağım bir planım var… Çağdaşlarımın bende uyandırdığı tiksintiyi onların üzerine kusacağım… Taşkın ve müthiş bir şey olacak,” demesi bundandır. Bunu da çok iyi başarır. Bu roman, Don Quijote’den Teneke Trampet’e doğru uzanan çizgide, roman tarihinin baş döndürücü doruklarından biridir.
Hadrianus’un Anıları
Yazar: Marguerite Yourcenar
Çevirmen: Nili Bilkur
Yayınevi: Helikopter
Sayfa Sayısı: 200
Bir imparator. Öyle sıradan biri de değil. Hadrianus. Edirne’yi kuran adam. Londra’daki son sergide, British Museum’da, Türkiye’deki Sagalassus yani Burdur’un Ağlasun ilçesindeki kazılarda çıkan bir heykeli de sergilendi. Sadece ayağı 80 santimetre idi. Anlayın. Büyük imparator.
Ama ben bu büyük imparatorların nasıl adamlar olduğunu hep merak etmişimdir. Düşünsenize, dünyanın en büyük gücü elinizde. Ne yaparsınız? Kendinizi kaybedip, hubris’e, yani çılgınlığa mı kapılırsınız, yoksa, ne yaparsınız? Tek lafınızla adamların kaybolabildiği, keyif için şehir yaktığınız, herkesin ayağınıza kapandığı dönemlerden söz ediyorum. Hayâl etmesi bile bana zor gelirken, işte çıkıyor biri, mesela Yourcenar, kalakalmış tüm tarihsel belgeleri, bilgileri didik didik ediyor ve bir roman yazıyor. Elbette, Hadrianus bu değil. Bu, Yourcenar’ın Hadrianus’u.
Ve işte görkem de burada başlıyor: Bir imparatorun günlük çilelerini, acılarını, düşüncelerini düşünmeye çalışan bir yazara eşlik ediyorsunuz. Stoacı felsefe izi var mı? Belki. Hele de Hadrianus’tan sonra imparator olacak olan, ve romanın bir mektup gibi kendisine yazıldığı Marcus Aurelius’un Anılar’ını düşünürsek. Okuyun, imparator neye benzermiş, bir düşünün derim.
LY
Rahibe
Yazar: Denis Diderot
Çevirmen: Adnan Cemgil
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 208
Denis Diderot (1713-1784): Aydınlanma döneminin en önemli yazar, düşünür, eleştirmen, çevirmen ve editörlerindendir. Çeşitli türlerde yazmış, yazdığı her türde derin izler bırakmıştır. Tiyatroya burjuva dramını, romana Kaderci Jacques ve Efendisi’ni, eleştiriye salon konuşmalarını aşan yöntemleri, kitlelere ansiklopediyi sunmuş, zamanının çok ilerisindeki düşünceleriyle de yüzyıllar boyu hem sanatsal hem de bilimsel gelişmelere ilham vermiştir. Manastır yaşamının, rahibelik kurumunun genç bir rahibenin gözünden anlatıldığı bu ateşli yergi, toplumsal çevre tasviri ve kişilik çözümlemesindeki başarılarıyla öne çıkar. Diderot’nun iki yüzyılı aşkın bir süre önce sahip olduğu iç görü, gözlem kabiliyeti ve güçlü çözümlemeler de günümüzün psikanaliz çevrelerini kendisine hayran bırakacak bir derinliğe sahiptir.
Uğultulu Tepeler
Yazar: Emily Bronte
Çevirmen: Ertuğrul Koç
Yayınevi: Yabancı
Sayfa Sayısı: 432
Bütün dünya onun bir zamanlar yaşadığının, benim de onu kaybettiğimin korkunç hatıralarıyla dolu sanki!
Kasvetli York kırlarındaki Thrushcross Grange’in yeni kiracısı Lockwood’un, bir gece ev sahibinin Uğultulu Tepeler’deki evine sığınmak zorunda kalmasıyla başlıyor hikâye. Gecenin sakinleşmesi beklenirken, geçmişin rüzgârları ve fırtınaları da köşkün içinden yükseliyor.
İngiliz edebiyatının en gerçekçi erkek karakterlerinden Heathcliff ve en sevilen kadın kahramanlarından Catherine Earnshaw arasındaki gerilimli tutku ve nihayetinde gerçekleşen ihanetin yıllar öncesinden gelen anıları kendilerini hatırlattıkça, Bronte’nin fısıltıları da kulağımızda uğulduyor.
Heathcliff’in aksiliği ve intikam tutkusu bir sonraki nesli etkilerken, masum varisler de geçmişin üzerlerinde gezinen hayaletinden kaçmaya çalışıyor.
Buddenbrooklar
Yazar: Thomas Mann
Çevirmen: Kasım Eğit, Yadigar Eğit
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 832
Thomas Mann’ın ilk romanı Buddenbrooklar, Kuzey Almanya’da tahıl ticaretiyle uğraşan burjuva bir ailenin birkaç nesil boyunca yaşadıklarına odaklanır. Doğumlar, evlenmeler, boşanmalar, hastalıklar, ölümler, başarılar ve başarısızlıklarla Buddenbrooklar, değişen topluma ve bu yeni toplumun yaşam koşullarına ayak uyduramayan geleneksel bir aile tablosu çizer. Roman, bu ailenin kaçınılmaz çöküşe doğru hızla yol alışını öyküler.
Bir dönemin burjuvazisinin kaybolan değerlerine ağıt niteliği taşıyan Buddenbrooklar’ı Thomas Mann 1900 yılında, 25 yaşında kaleme aldı. 1929’da Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Mann’ın bu dev eseri, modern edebiyatın klasikleri arasındadır.
Zeno’nun Bilinci
Yazar: Italo Svevo
Çevirmen: Neyyire Gül Işık
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 488
Svevo’nun başyapıtı sayılan, onun tüm deneyimlerini özetleyen, ulaşabildiği tüm gerçeği dile getiren Zeno’nun Bilinci, yarıda kalan bir ruhbilimsel çözümlemenin öyküsüdür. Savaşın patlaması endüstri etkinliklerine zorunlu bir kısıtlama getirerek Svevo’nun kendini yazına adayabilmesine olanak yaratır. İtalyan ordusunun Trieste’ye girmesinden dört ay sonra tamamladığı Zeno’nun Bilinci çeyrek yüzyıllık bir aradan sonra 1923’te yayımlanır. Bireyin yalnızlığının ve toplum içindeki iflasının psikolojik incelenmesidir bu roman.
“Öykü fazlasıyla kişiye özel, dolaylı, fazlasıyla ayrıntılı başlar, yavaş yavaş Zeno’nun kişiliği, ruh yapısının gelişmesi, olaylarla etkileşimi izlenir. Anlatım yer yer beklenmedik genellemelerle özel koşulların sonucu olan öznel düzlemden, insanoğlunun varoluş koşullarını içeren evrensel düzleme kaydırılır. Bu koşullar sağlıklı mıdır, değil midir? Sorun budur. Yaşam düpedüz bir hastalık mıdır ya da hastalık sanılan şey yaşamın kendisi midir? Nedir Zeno’nun çözümsüz hastalığı? “Yaşama illeti” mi? Zeno geçmişine eğilir, ömrü boyunca illetinden kurtulmaya çabalarken başvurduğu birbirinden zavallıca bin bir çareyi incecik, zehir gibi bir alayla sıralar. Ve sonunda iyileşir… mi acaba?”
Neyyire Gül Işık
Goriot Baba
Yazar: Honore de Balzac
Çevirmen: Şerif Hulusi
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 370
Goriot Baba Restorasyon dönemi Fransası’na damgasını vuran burjuva hayatının toplumda yarattığı trajediyi gerçekçi bir üslupla resmediyor.
Realist romanın en iyi örneklerinden biri kabul edilen Goriot Baba, Balzac’ın “İnsanlık Komedyası” dizisindeki karakterlerin bütünlüğünü sağlayan en önemli eserlerinden biridir. İlk defa 1835’te okurla buluşan roman, ilk bakışta birbirinden hayli farklı görünen ama aslında hepsi burjuva olma hayaliyle hayatlarına yön vermiş üç karakterin yollarını Madam Vauquer’in pansiyonunda kesiştiriyor: Bütün servetini kızlarının başarılı evlilikler yapabilmesi uğruna harcayan ve sonunda damatları tarafından dışlanan Jean-Joachim Goriot, hukuk eğitimi almak için geldiği Paris’te karşılaştığı hayata özenen Rastignac ve hırsına kapılarak ahlâklı insanları kendi çıkarları için manipüle eden Vautrin…
“Vautrin, Rastignac, Birotteau… Ve siz Honoré de Balzac, bağrınızdan yarattığınız bütün karakterlerden daha kahraman, daha sade, daha romantik ve daha şairanesiniz…”
Charles Baudelaire
“Bildiğimiz 19. yüzyıl, büyük ölçüde bir Balzac icadıdır.”
Oscar Wilde
Manon Lescaut
Yazar: Abbe Prevost
Çevirmen: Ali Faruk Ersöz
Yayınevi: Helikopter Yayınları
Sayfa Sayısı: 167
Manon Lescaut’nun yazarı Antoine-François Prévost (1697-1763) kısaca Abbé Prévost adıyla tanınır. Hayatı, dalavereci ve kurnaz alt tabaka insanlarını konu edinen romanlarda anlatılan hayatlara benzer. Asker olmuş, keşişlik yapmış, çoğu zaman da gönül ya da para işlerinden ötürü hep bir kaçış içinde olmuştur. Zamanının en bilgili kişilerinden biridir. Çok sayıda çevirisi ve yapıtı vardır. Fransız edebiyatında modern romanın kurucusudur dense yeridir. Histoire du chevalier des Grieux et Manon Lescaut (Şövalye des Grieux ile Manon Lescaut’nun Hikâyesi), yoldan çıkmış bir kızla, aşk uğruna kendi sınıfını yadsıyan bir şövalye arasındaki yıkıcı, kaygı verici ilişkiyi anlatır. Çıkar çıkmaz büyük başarı kazanan roman, giderek dünya edebiyatının klasik yapıtları arasında yerini almıştır.
Manon Lescaut’da ilk defa klasik roman yazımına özgü ilkelerin tersine bir yol izlenir. Kahramanlar görev bilinci ve duygusuyla hareket etmezler, onları asıl güdüleyen hazdır, isyancılıkları ahlaksal ve toplumsal normlardan önce gelir. Manon Lescaut trajik denilebilecek kadar tutkuyla dolu bir sevdanın, işlenen suçu bağışlatan bir aşkın romanıdır. Yayınlanışından bu yana üç yüz yıla yakın bir zaman geçmesine karşın okurların ilgisini çekmeyi sürdüren Manon Lescaut’nun çarpıcı öyküsü operaya, baleye, sinemaya ve televizyona birçok kez uyarlanmıştır.
Radetzky Marşı
Yazar: Joseph Roth
Çevirmen: Ahmet Arpad
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 416
Radetzky Marşı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşünü öyküler. 1859 Solferino Meydan Savaşı’nda Slovenyalı genç bir teğmen, İmparator I. Franz Joseph’in hayatını kurtarır. Köylü atalarının geleneklerine veda ederek büyük Tuna monarşisinin ayrıcalıklılar sınıfına katılan Trotta ailesinin öyküsü de işte böyle başlar. XIX. yüzyılın sonu, Habsburg hanedanının tarihte son defa parladığı dönemdir: İmparator güçlü, bünyesinde çok sayıda halkı barındıran imparatorluk büyüktür. Oysa bu görkemli tablonun ardında bir yalanlar silsilesi gizlidir ve son çok yakındır…
Joseph Roth, tıpkı Zweig gibi, XX. yüzyıl girerken yıldızı sönen ve sonsuza dek yok olan bir medeniyeti, bir coğrafi ve siyasi kimliği temsil eder. 1932’de tamamladığı Radetzky Marşı, yalnızca yazarının değil, Avrupa edebiyatının da başyapıtlarından biridir. Kader çizgileri Radetzky Marşı’nda birleşen Trottaların ve Habsburg monarşisinin bu öyküsü, eski Avrupa’ya ve değerlerine hüzünlü bir vedadır her şeyden önce…
Her yaz tatile geldiğinde torun, büyükbabasıyla sessiz sessiz sohbet etmeye çalışır, fakat rahmetli ona hiçbir şey anlatmazdı. Genç çocuk geçmişte neler olup bitmişti, bir türlü öğrenemezdi. Sanki tablodaki insan her geçen yıl biraz daha soluklaşıyordu, Solferino Kahramanı daha çok ölürken anılarını kendine saklıyordu. Carl Joseph kimi zaman düşünürdü, belki bir gün gelecek kara çerçeveli tablodan bomboş bir tuval, soyundan kalmış olanlara bakacaktı.
Therese Raquin
Yazar: Emile Zola
Çevirmen: Aslı Anar
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Sayfa Sayısı: 272
“Sevgililer ilk andan itibaren gereksinim duydukları bağı kaçınılmaz, doğal bir biçimde buldular. İlk buluşmalarında utanmadan, kızarıp bozarmadan, yakınlıkları birkaç yıldan beri sürüyormuş gibi senli benli konuşmaya başladılar, öpüştüler. Yeni durumlarını mükemmel bir sükûnet ve arsızlıkla rahatça yaşadılar.”
Zola, yayımlandığı dönemde büyük tartışmalara yol açan romanı Thérèse Raquin’de, üç ana karakterin, birbirinden farklı üç kişilik yapısının çatışmasını inceler. Aşk ve ölümün tüm yanlarıyla işlendiği bu roman okurlarını hem şoke etmiş hem de büyülemiştir. Bayan Raquin, oğlu ve geliniyle taşradan Paris’e taşınır. Bayan Raquin’le Thérèse küçük bir tuhafiye dükkânını işletirken Camille de demiryolları işletmesinde çalışmaya başlar. Günler Bayan Raquin ve oğlu için huzurlu, Thérèse içinse sıkıcı bir biçimde geçip gider. Gençliğinin parmaklarının arasından kayıp gittiğini gören Thérèse’in tekdüze hayatı, Laurent’ın gelişiyle altüst olacaktır…
Pantagruel
Yazar: François Rabelais
Çevirmen: Aslı Anar
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 272
François Rabelais (1494-1553): Rönesans’ın büyük yazarı, parodi ve hiciv ustası, keşiş, hekim ve krallık divânı danışmanı. Erken yaşta manastıra girdi, orada Yunanca öğrendi. Benedikten tarikatına katıldı. 1527’de papazlıktan ayrıldı, tıp fakültesine yazıldı, sonrasında hekimlik yapmaya başladı. Hekimken Alcofribas Nasier mahlasıyla yazdığı Pantagruel’i, ardından Gargantua’yı yayımladı. Resmî hekimlik görevine son verildikten sonra on yılını gezerek, istediği yerde hekimlik yaparak geçirdi. Bu dönemde Pantagruel’in maceralarını anlattığı üçüncü kitabı yayımladı. Bunu dördüncü ve ölümünden sonra yayımlanan beşinci kitap izledi.
Orta Çağ düşüncesini ve yaşantısını destansı eserlerindeki parodi ve hicivle tepetaklak eden, hümanizmi daima kahkaha ile savunan Rabelais, Chateaubriand’ın ifadesiyle “Fransız edebiyatının yaratıcısı”dır. Bu büyük yazarın beş kitaplık külliyatının ikinci ayağı olan Pantagruel, tam adıyla Büyük Dev Gargantua’nın Oğlu Dipsodların Kralı Pantagruel’in Maceraları ve Ürkütücü Kahramanlıkları yepyeni bir çeviri ve Gustave Doré’nin illüstrasyonları ile nihayet Gargantua’nın yanındaki yerini alıyor.
İnsanlık Durumu
Yazar: André Malraux
Çevirmen: Ali Berktay
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 320
Fransız romancı André Malraux’nun politik idealizm ve devrimci mücadelenin trajik çelişkilerini anlatan, dünyaca ünlü başyapıtı.
İnsanlık Durumu, 1927 Şanghay işçi grevini ve ardından Çan Kayşek’in Kuomintang’ın eski komünist müttefiklerine karşı başlattığı baskı ve tevkif dalgasını konu eder. Başkent Pekin’in ve Çin komünist devriminin geleceğini belirleyen olaylar, karakterlerin trajik yazgılarıyla iç içe geçer. İnsanlığın içinde bulunduğu karamsarlık ve yalnızlığın yoldaşlık duygusuyla giderilebileceğini düşünen karakterler şiddet ve entrika, ölüm ve ıstırap dolu bir sarmala sürüklenirler. Malraux’nun kahramanları politik idealizmin erdemleri kadar zaafları ve çelişkileriyle de yüzleşirler.
İspanya İç Savaşı’ndan Nazi Almanyası’na, 20. yüzyılın röntgenini çeken Malraux, İnsanlık Durumu’nda Çin devrimi üstünden bir anlam ve değer sistemi olarak siyasal eylemi sorguluyor.
“İnsanlık Durumu, Çin Devrimi’nin trajedisini kurmaca alanına taşıyan bir eser. Malraux, Şangay’daki acı ve kargaşa dolu epik anları betimlerken sahipsiz bırakılan bir devrimin trajedisini anlatıyor.”
Christopher Hitchens