Otranto Şatosu, “Gotik” teriminin kullanıldığı ilk kitap olarak biliniyor. Walpole, 1764’te kendi özel basımevinde hazırladığı Otranto Şatosu’nun toplumda nasıl karşılanacağını kestiremediği için, kitabı XVI. yüzyıldan kalma İtalyanca eski bir elyazmasının çevirisi olarak sundu.
Otranto Şatosu
Yazar: Horace Walpole
Çevirmen: Zeynep Bilge
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 136
“Gotik” terimini edebiyat alanında ilk kullanan kişi olarak bilinen Walpole, 1764’te kendi özel basımevinde hazırladığı Otranto Şatosu’nun toplumda nasıl karşılanacağını kestiremediği için, kitabı XVI. yüzyıldan kalma İtalyanca eski bir elyazmasının çevirisi olarak sundu. İlk baskının kapağında “Otranto Aziz Nicholas Kilisesi Kilise Heyeti Üyesi Onuphrio’nun yazdığı İtalyanca aslından William Marshal tarafından çevrilmiştir” ibaresi vardı. İkinci baskıdaysa ne çevirmen adı vardı, ne de yazar.
Şöyle der Walpole bir mektubunda: “Uyandığımda o düşten anımsadığım tek şey, kendimi bir Ortaçağ şatosunda görmemdi (benim gibi kafası Gotik hikâyelerle dolu biri için bu mekân çok doğal sayılır); hayli yüksek bir merdivenin en tepesinde, tırabzanın üzerinde son derece büyük bir zırhlı el gördüm. O akşam oturdum ve ne söyleyeceğimi, ne anlatacağımı bilmeden yazmaya koyuldum. Yazdıkça hikâye gelişti, benim de hoşuma gitmeye başladı (üstelik politikadan başka bir şey düşünebildiğim için de çok seviniyordum); kısacası kendimi öylesine kaptırdım ki, kitabı iki aydan kısa sürede bitirdim.”
Şeytanın Gizli Yüzü
Yazar: Matthew Gregory Lewis
Çevirmen: Kayra Kaan Fazlı
Yayınevi: Parola Yayınları
Sayfa Sayısı: 368
Bu romanın temeli, Derviş Barsisa’nın The Guardian’da yayımlanan öyküsü üzerine yazılmıştır.
Ambrosio ünlü bir keşiş. Lorenzo zengin genç bir soylu; Ve Antonia güzel genç birkadın. Ambrosio kendine güvenen, şeytana bile karşı gelebileceğini düşünecek kadar güçlü görmektedir ve asla baştan çıkarılmayacağından emindir. Günün birinde yüzü bir maskenin arkasına gizlenmiş gizemli bir kadının manastıra gelişiyle inançları sarsılacak ve manastırda doğaüstü olaylar meydana gelmeye başlayacaktır.
1796 yılında yayımlanan ve kısa sürede dünya edebiyatındaki yerini alan Gothic özellikteki roman yazarın “Monk Lewis” olarak anılmasına vesile olmuştur. Birçok dilde baskısı yapılan bu eser, aynı zamanda tiyatro, sinema ve opera olarakta uyarlanmıştır.
Vathek
Yazar: William Beckford
Çevirmen: İsmail Yerguz
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 128
Vathek’in gotik edebiyat dahilinde değerlendirilmesini sağlayan en önemli özelliklerinden biri, Aydınlanmacı umudun yerine gotik umutsuzluğu yerleştirmesidir. Kutsal (ve tabii ki yasak) bilginin peşine düşen, dünyevi gösterişinin temsili olan zevk saraylarının tahtında otururken o meşhur Faustvari umudu taşıyan halife, arzusunun aşırılığı sonucunda Tanrı’nın en değerli armağanını yitirir: Umudu… Zaten, yazarın tasvir ettiği şekliyle Vathek’in vardığı yer, daha sonra birçok gotik edebiyat karakterinin de gideceği, hatta gitmek için çok uğraşacağı bir yerdir. Cehennemin Şark salonunda Vathek tek başına beklemektedir.
“Doğu romansları konusunda bir uzman olan Beckford, atmosferi görülmemiş bir hassasiyetle ele alıyor ve şatafat düşkünlüğünü, ince bir kötülüğü, medeni bir kalleşliği etkili bir şekilde yansıtıyor.”
H. P. Lovecraft
“Beckford’ın Yeraltı Ateşi sarayı, edebiyatın ilk korkunç cehennemidir. Hatırladığım kadarıyla da Vathek’ten önce yazılmış hiçbir eserin ‘tekinsiz’ olduğu söylenemez.”
Jorge Luis Borges
Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi
Yazar: Ann Radcliffe
Çevirmen: Duygu Akın
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 228
Ölçüsüz tutkular, dehşet verici eylemlere yol açar.
Sicilya’nın ıssız kıyılarında, benzersiz bir doğa manzarasının ortasındaki muhteşem bir şato, karanlık sırların yatağı olabilir mi? Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi, sakin ve durgun görünen hayatları apansız bir çalkantıyla bulandırıyor. Şatonun dolambaçlı koridorlarında, insanı bir kez kendine çektikten sonra girdabından dışarı bırakmayan, kaynağı belirsiz bir korkuyu, günlük hayata istikrarla sızan bir psikolojik dehşete dönüştürüyor.
Ann Radcliffe’in erken dönem yapıtlarından Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi, gotik romanı romantik unsurlarla besleyen yetkin bir örnek. Radcliffe dehşetin anlatımını kendine özgü lirik bir üsluba bağlarken, korkuya da sıcak, çekici bir yön kazandırıyor: Haz ile dehşet arasındaki her an kopmaya hazır o ince çizgi ortadan kalkıyor.
Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi, 18. yüzyıldan günümüze gotik adını alan korku ve dehşet edebiyatının klasiklerinden biri.
Carmilla
Yazar: J. Sheridan Le Fanu
Çevirmen: Nagihan Çakır
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 112
Vampir anlatısının kurucularından Le Fanu, Carmilla’da okuru Viktoryen dönem şatolarında, tekinsiz ormanlarında bir yürüyüşe çıkarıyor. Adabımuaşeret, beş çayları, rüyalara sızan meşum karaltılar ve mütemadiyen dizginlenen çılgın arzular.
Doğaüstüne meraklı bir dedektif olan Doktor Hesselius’un maceralarından biri olarak kaleme alınan Carmilla kadın karakterler etrafında gelişmesi, hemcinse duyulan ilgiyi yansıtması ve gizemlerini keyif alınası bir tempoda açık eden kurgusuyla türün diğer eserleri arasından sıyrılmayı başarmış bir klasik.
Babası ile beraber kentten uzak bir şatoda yaşayan genç Laura, ümitsizce arkadaş özlemi çekmektedir. Tam da bu sırada bir kaza eseri şatolarına misafir ettikleri Carmilla’yla kendine uygun bir arkadaş bulduğunu düşünür ancak Carmilla her geçen gün garipleşen davranışları ve bazen de kendini kaybetmesiyle Laura’yı ürkütmektedir. Yakın köylerde baş gösteren hastalık ve ölümler hem Laura’yı hem de babasını endişelendirmeye başlar ve gözler ister istemez gizemli misafirlerine çevrilir.
Her kederli macera bir kabusla başlar…
Vampir
Yazar: John William Polidori
Çevirmen: Yiğit Yavuz
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 64
Ama önce dünyaya vampir olarak gideceksin,
Kabrinden bir hışımla çıkacak cesedin;
Bir hayalet gibi musallat olacaksın yuvana,
Kanını emeceksin kendi ırkından her kim varsa.
Modern vampir mitinin öncülerinden ve gotik korku edebiyatının klasik yazarlarından kabul edilen John William Polidori, Lord Byron’ın özel doktoru ve arkadaşıydı. Lord Byron, Percy Shelley ve eşi, Frankenstein’ın yazarı Mary Shelley’yle beraber korku hikâyeleri okudukları gecelerde doğan ve 1819’da yayımlanan bu öykü, Bram Stoker’dan Anne Rice’a, Alan Ball’dan Francis Ford Coppola’ya kadar birçok sanatçıyı etkiledi. Eser, satış kaygıları nedeniyle Lord Byron’ın ismiyle yayımlandı. John William Polidori hem eserini kendi ismiyle yayımlatamamanın bunalımı hem de kumar borçlarının yarattığı baskılar nedeniyle yirmi beş yaşında intihar etti. Ancak Vampir ve Polidori’nin yarattığı Lord Ruthven karakteri iki yüz yıldır okurların hayal güçlerine ve kâbuslarına musallat olmaya devam ediyor.
Varlıklı bir ailenin çocuğu olan İngiliz centilmen Aubrey, yüksek sosyetenin içine yeni giren gizemli Lord Ruthven’in etkisine girer. Lord Ruthven’in bilinmeyen geçmişi, tuhaf davranışları Aubrey’nin merakını cezbetmektedir. Ancak genç adam, kısa sürede yeni arkadaşının şatafatlı görünümünün altında kötücül birinin gizli olduğunu keşfedecektir. İkilinin Avrupa gezileri sırasında Lord Ruthven onlara saldıran bir grup haydut tarafından yaralanır. Son nefesini vermeden önce Aubrey’den ölümünü ve işlediği suçları toplam bir yıl bir gün kadar gizli tutmasını rica eder. Ancak Lord Ruthven ölümünden bir yıl sonra Londra’da tekrar göründüğünde ve Aubrey’nin kız kardeşine kur yapmaya başladığında adamın korkunç sırrı da ortaya çıkar.
“Bir başyapıt.”
Johann Wolfgang von Goethe
Tristram Shandy
Yazar: Laurence Sterne
Çevirmen: Nuran Yavuz
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 656
James Boswell, 1760 baharında “Okumamış olan var mı Tristram Shandy’yi? Böyle kötü yetişmiş ölümlü olabilir mi?” diye yazıyordu. Anglikan vaiz Laurence Sterne’in komik romanı Tristram Shandy’nin 1759’un Aralık ayında York’ta birlikte yayımlanan ilk iki cildi çıkar çıkmaz muazzam bir övgüyle ve biraz da şaşkınlıkla karşılanmış, ateşli bir edebiyat tartışmasına yol açmıştı. Sterne de bir yıl sonra şunları yazacaktı: “Şehrin bir yarısı kitabıma ağır hakaretler ediyor, öteki yarısı göklere çıkarıyor; işin hoş yanı, hem hakaret ediyor hem satın alıyorlar”.
Gerçekten de, Orhan Pamuk’un, Nuran Yavuz’un yoğun emeğinin ürünü bu çeviri için “Herkesin Böyle Bir Amcası Olmalı…” başlığı altında yazdığı sunuşta belirttiği gibi: “hiç durmadan anlatan, anlattığına kendini kaptırıp giden, şakaları, kelime oyunları, gevezelikleri, bizi hayret ettirebilme yeteneği, tuhaflıkları, saçmalıkları, çocuksuluğu, saplantıları ve takıntılarıyla bizi hep gülümseten, akıllı, zeki, kültürlü, görmüş geçirmiş, ama bir yanıyla da hep muzip bir çocuk kalmış olan” kahraman-anlatıcısının, ilk iki cildinde kendini dünyaya getirmeyi bile başaramadığı, ancak sonlara doğru bir yerde doğup çok da fazla etrafta görünmeden kaybolduğu bir romana ne denebilirdi?
Öyle bir anlatıcı ki bu, kendini bahçede savaş oyunları oynamaya adamış amcası Toby ve yazarın bir otoportresi olan Vaiz Yorick gibi karakterler dururken, durmadan ilgimizi “okumayı güneş gibi aydınlatır” dediği bir dizi sapmay(l)a, konu dışına çıkış(l)a (İngilizcede digression) çeker:
” … doğumdan önce nasıl, hangi tarihte peydahlandığını, babasının doğum, hayat üzerine görüşlerini uzun uzun anlatır gibi yapar. Ama bu konuların hiçbirinin üzerinde öyle uzun uzun durmaz. Bir ağacın bir dalından öbürüne sürekli yer değiştiren ve dur durak bilmez bir hızlı ve neşeli serçe gibi, hızla konudan konuya sıçrayarak ilerler. Çoğu zaman hikâyesinin nereye doğru gittiğini bilmediği izlenimini uyandırır okuyucuda. Ama metnin içindeki bazı uyarılardan ve kitabının yapısından Sterne’in romanını son derece planlı bir şekilde yazdığını söyleyen ve bunu cetvellerle kanıtlamaya girişen Shklovsky gibi ünlü eleştirmenler de vardır.”
(O.P.) Bir din adamı olan Sterne, kahraman-anlatıcısı Tristram Shandy’ye kitabının neredeyse temel izleği olan digression konusunda şunları söyletir: “Bugün dünya yüzünde bir kitaba başlamak için bilinen birkaç yol vardır ve ben kendi seçtiğim yolun bunlardan en iyisi olduğuna eminim.—En azından dine en uygun yol bu—çünkü ben işe ilk cümleyi yazmakla başlar—ve ikincisini Kadir Tanrının yol göstericiliğine bırakırım.” “Ben karnımı doyurmak için değil meşhur olmak için yazıyorum” demiş olan Sterne’in günümüzden iki yüz kırk yıl önce yazdığı, çok etkilendiği John Locke’un “fikirler arası çağrışım” görüşünün bir parodisi sayılabilecek ve yine çok etkilendiği Cervantes’in Don Quijote’sinden açık izler taşıyan bu kitap, “kurmaca sanatının sonsuz olanaklarının bir övgüsü, sınırlarının da çarpıtılmış bir sergilenmesi” olarak nitelendi.
Sorbonne’da İngiliz Edebiyatı hocası olan Émile Legouis, yazdığı kısa İngiliz edebiyatı tarihinde Sterne’i ve bu kitabı anlatırken şunları söylüyordu:
“Sterne’le roman dönüşür. Serüven artık romanda kendine yer bulamaz. En küçük, en önemsiz ayrıntı bile, dokunaklı ve komik tefekkürlerle zenginleşebiliyorsa, ne gerekir ki? ‘Tristram Shandy’nin Hayatı ve Görüşleri’ni içerdiğini ilan eden kitap, kahramanın doğumu gerçekleştiğinde yarılanmış durumdadır. Herhangi bir şey, yazarın bitmez tükenmez bir parantez açması için mazeret olabilir. Yazar ayrıca, yıldızlar ve boş sayfalar gibi, yüzlerce üslup örneği göstererek okuru afallatmaktan da zevk alır.
Ama bütün bu kaprisler aracılığıyla karakterlerini az bulunur bir nüfuzla canlandırır: gerçeklerin her zaman yalanladığı bilgiç fikirleriyle büyük Shandy, Tristram’ın babası; askercilik oynayan ve bir sineği bile incitemeyen yufka yürekli eski asker Toby amca; onun sadık takipçisi, efendisi kadar iyi kalpli ve eli açık Onbaşı Trim; Sterne’in kendisinin bir çeşit idealizasyonu olan vaiz Yorick. Bu karakterler, art arda küçük dokunuşlarla, az bulunur bir hayat ve canlılık kazanırlar. Ya merhamet ya da kahkahayla gözlerimizi sulandırırlar. Sterne, bazen santimantalistten farklı olan, bazen de ondan ayırt edilemeyen Shandy’vari tipi yarattı. Shandy’cilik, ani mizaç değişiklikleri, muziplik, ıvır zıvırdan zevk alma, dalgınlık, dikkatsizlik, olanlara önem vermeme ve hepsinin üstünde iyi mizah demektir.”
Tristram Shandy’nin özgünlüğü –ve tabii ki “edepsiz”liği– hayranları (örneğin David Hume “otuz yıldır bir İngiliz’in yazdığı en iyi kitap” diyordu, her ne kadar hemen ardından “aslında kötü” diyerek görüşünü mahvetse de. Gene de bu hayran ve savunucular içinde en coşkulu ve en veciz sözü eden, geleceğin ABD başkanı Thomas Jefferson olmuştu: “Sterne’in yazıları, daha çok, şimdiye kadar yazılmış en iyi ahlak düzenini oluşturur”) gibi “muarız”larını da hemen buldu karşısında: Gene Orhan Pamuk’un aktardığı gibi:
“Sezgileri, nükteleri, vecizeleri, taşı gediğine koymasıyla İngiliz edebiyatının en zeki yazarlarından biri olan Samuel Johnson bile o kuralcı öğretmen yanıyla elinizdeki bu romana sabırsız bir anlayışsızlıkla yaklaşmış ve ‘Tuhaf olan hiçbir şey kalıcı olmaz,’ demişti, ‘Tristram Shandy kalıcı olmayacak.’”
Ama Tristram Shandy, Johnson’ın bu kasvetli hükmünü yalancı çıkardı: İki yüz kırk yıldır –başta İngilizce olmak üzere– pek çok dilde okunuyor.
Aytaşı
Yazar: Wilkie Collins
Çevirmen: Hüseyin Buğra Çelik
Yayınevi: Yedi Yayınları
Sayfa Sayısı: 540
T. S. Eliot’ın “polisiye romanların ilki, en uzunu ve en iyisi” olarak nitelendirdiği Aytaşı’nda, Wilkie Collins okuru Viktorya devri İngiltere’sinde esrarengiz ve heyecanlı bir hırsızlık hikâyesine götürüyor.
Yıllar önce bir Hindu tapınağından gasbedilen, Aytaşı olarak bilinen, paha biçilemez Hint Elması doğum gününde genç Rachel Verinder’a hediye edilir, ancak aynı gece ortadan kaybolur. Evdeki herkes bir şüphelidir, elması çalanın kim olduğunu bulmak kolay olmayacaktır. Ayrıca Elmas’ı her yerde takip eden, rivayetlere göre Elmas’ın koruyucuları olan üç Hintli de hesaba katılmalıdır. Kendinden sonraki polisiye anlatı türünün klasik unsurları haline gelen İngiliz kır evinde hırsızlık, hırsızın evdekilerden biri olması, okuyucuyu yanlış yönlendirme, zeki bir dedektifin devreye girmesi, yanlış şüpheliler ve şaşırtıcı bir son gibi asli unsurları barındıran Aytaşı, yalnızca tarihi öneme sahip bir eser olmakla kalmıyor, hikâyenin kurulmasındaki ustalık ve İngiliz İmparatorluğu’nun suçlarına bakış açısıyla yarattığı türün sınırlarını aşıyor.
İlk yayımlandığı tarih olan 1868’den bugüne değerinden hiçbir şey kaybetmeyen bu roman, adeta bugün basılmışçasına ilgi çekici ve eğlenceli kalmaya devam ediyor.
Karabasan Manastırı
Yazar: Thomas Love Peacock
Çevirmen: Yiğit Yavuz
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 144
Thomas Love Peacock (1785-1866): İngiliz şair, denemeci, opera eleştirmeni ve roman yazarı. Üslubunun hâkim özelliği hicivdir. Yazar en tanınmış eseri olan Karabasan Manastırı’nı ilk kez 1818’de yayımlamış, 1837’deki basımında bazı küçük değişiklikler yapmıştır. Eser roman olarak sınıflandırılsa da Peacock’ın diğer kitapları gibi deneme, oyun, şiir ve roman türlerini harmanlayan farklı bir yapıya sahiptir. Konu alışılagelmiş tarzda bir olay örgüsüyle aktarılmamıştır. Karakterler gerçek kişilerden çok onların karikatürü niteliğindedir. XIX. yüzyıl İngiliz Edebiyatı’nda kendine özgü bir yere sahip olan Karabasan Manastırı ince bir mizahla derin bir düşünce ve renkli bir düş gücünün gücünün ürünüdür.
Son İnsan
Yazar: Mary Shelley
Çevirmen: Belkıs Korkmaz
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 616
Gotik edebiyat alanı, kadın yazarların sivrildiği bir türdür. Bazı eleştirmenler bu olguyu kadın yazarların özel yaşamlarında babalarından, sevgililerinden ve kocalarından gördükleri baskı, taciz ve zulümden etkilenmelerine bağlarlar. Mary Shelley de 1826’da yayımlanan Son İnsan romanıyla gotik edebiyata özgü bilimkurgunun alt türü olan apokaliptik romanın ilk modern örneğini veren ve bu türün önde gelen yazarı oldu. Vahiy ya da gelecekle ilgili sırların aydınlığa kavuşturulması anlamındaki apokalips sözcüğünden türemiş olan apokaliptik kurgu, salgın hastalık, nükleer savaş, sibernetik ayaklanma, doğaüstü olaylar, ekolojik felaketler ya da başka afetler yüzünden uygarlığın sonunun gelmesini irdeler.
Son İnsan, bugün sıradan sayılacak kadar yaygınlaşmış bir konuyu, insanlığın yok oluşunu ele alan ilk büyük romandır. Shelley, bir salgının Batı dünyasındaki etkilerini Romantik dönemin akıcı üslubuyla dramatize eder ve gerçek kişilerin yansıması olan zıt karakterler eksenindeki bir kurguyla aktarır. Romandaki başlıca karakterler kısmen ya da tamamen Shelley’nin çevresindeki kişilerden esinlenmiştir. Örneğin doğal bir cennet arayışı içinde tanıdıklarını peşinden sürükleyen Adrian, yazarın eşi Percy Bysshe Shelley’nin kurgulanmış portresidir.
Yunanlarla savaşmak için İngiltere’den yola çıkan ve İstanbul’da ölen Lord Raymond ise Lord Byron’ın yaşamından esinlenmiştir. Roman, yazarın “seçkinler” diye adlandırdığı çevresini kaybetmekten duyduğu acıyı ve dünyanın anlamsızlığını, bireyin tarihi yönlendirme gücünden yoksun oluşunu da dile getirir. Shelley günlüğünde “son insan”dan “alter egom, ikinci benliğim, yoldaşlarımın benden önce ölmesiyle sevgili bir gruptan geri kalan yadigâr” olarak söz eder.
Frankenstein
Yazar: Mary Shelley
Çevirmen: Serpil Çağlayan
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 300
Doğanın ve yaşamın sırrına vakıf olduğunu düşünen genç bilim adamı Victor Frankenstein ceset parçalarından bir canavar yaratır. Victor’un denetiminden çıkan canavar sevgisizlikten ve kimsesizlikten yakınacak kadar “insanlaşır” ve yaratıcısından ona bir eş yaratmasını ister. Victor’un bu noktadaki tercihi kendi yarattığı canavarla yüzleşmekten kaçınan bütün bir insanlığın trajedisine dönüşecektir.
“Frankenstein’ın canavarı hâkim sınıflar için tüm insanların eşit olduğu düşüncesine razı gelmenin ne kadar güç olduğunu anlamamızı sağlar. Frankenstein’ın icadı kapitalist üretim sürecinin göz alıcı bir metaforudur.”
Franco Moretti
İlginizi Çekebilir: “Frankenstein” Kitap Yorumu
Beyazlı Kadın
Yazar: Wilkie Collins
Çevirmen: Serim As Özdemir
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 744
Beyazlı Kadın, Victoria dönemi kurgusal yapıtları arasında “duygusal gerilim romanı” diye tanımlanan ve Gotik edebiyatın gerilimini, İngiliz edebiyatının psikolojik gerçekçiliğiyle kaynaştıran türün ilk örneği olarak kabul edilir.
Roman karakterlerinin çeşitli ruhsal durumlarını aktaran çarpıcı anlatım biçeminin ustası Wilkie Collins, bu ilk romanında gotik romanlardaki dehşeti gizemli İtalyan şatolarından, Victoria dönemi İngilteresi’nin daha modern, orta sınıf evlerine taşıdı. Gotik edebiyat çoğunlukla cinayet, delilik, iki eşlilik temalarına odaklanırken Beyazlı Kadın türü romanlar, dönemin kırsal malikânelerinde olabilecek bir takım kötü niyetli emelleri ve onlara bağlı olayları aktarır. Henry James, Collins’in yapıtlarını, “Mr. Collins, gizemlerin en gizemlisini, kapımızın eşiğindeki muammayı romana kattı,” diye tanımlar. Charles Dickens’ın onu taklit eden bir roman yazmaya çalışmış olması da Wilkie Collins’in ve Beyazlı Kadın’ın değerini belirtmek için yeterli sayılabilir. Collins ise kendi tarzını, “evdeki tiyatronun sırları” olarak açıklar.
Oroonoko
Yazar: Aphra Behn
Çevirmen: Güneş Soybilgen
Yayınevi: Yitik Ülke Yayınları
Sayfa Sayısı: 92
Elinizdeki kitap, İngiliz edebiyatının ‘ekmeğini yazarak kazanan’ ilk kadın yazarı Aphra Behn’e ait. “Oroonoko, Jean-Jacques Rousseau’nun yaygınlaştırdığı ‘soylu vahşi’ temasını işler: Afrikalı bir kralın torunu olan yiğit ve erdemli Oroonoko, kendisi gibi kara ırktan gelen Imoinda ile sevişmektedir. Ne var ki, yüz yaşını aşmış olmasına karşın Imoinda’ya göz koyan dedesi, gençlerin birleşmelerini engeller, kızı köle olarak sömürgecilere satar. Derken, Oroonoko da köle tüccarlarının eline düşer. Tutsak yaşamaya katlanamayan Oroonoko’nun önderliğinde, köleler efendilerine karşı başkaldırırlar. (…)”
2000 yılında kaybettiğimiz çok değerli Prof. Dr. Mîna Urgan, yazar ve eseri üzerine bu yorumda bulunuyor İngiliz Edebiyatı Tarihi adlı eserinde.
1600’lü yıllarda kadınların çalışması, hele de yazar olması çok büyük bir ayıpken, yaşamını bu yolla kazanan Aphra Behn, Oroonoko adlı kısa romanını 1688 yılında yayımlamış. Yazar hayattayken pek rağbet görmeyen eser, günümüzde en başarılı eseri olarak değerlendiriliyor. Sappho’nun halefi olarak da nitelenen Behn, Afrikalıların acımasız Avrupalı sömürgecilerin elinden çektiklerine ilk değinen, öyküsünü anlatırken kullandığı ifadelerden ve canlı betimlemelerinden de anlaşılacağı gibi köleliğe ilk karşı çıkan İngiliz yazar olma özelliğini de taşıyor.
Agnes Grey
Yazar: Anne Bronte
Çevirmen: Tünde Ecem Kutlu
Yayınevi: Yedi Yayınları
Sayfa Sayısı: 220
Richard Grey aile birikimlerini riskli bir yatırımda kaybedince ümitleri suya düşen ailenin küçük kızı Agnes, hem ailesine maddi destek olmak hem de kendi hayatını ve özgürlüğünü kendi ellerine almak ister ve üst sınıftan İngiliz ailelerin yanında mürebbiyelik yaparak bu amacını gerçekleştireceğini düşünür. Ancak ebeveynler ve çocuklarının beklentileri Agnes’inkiyle bir olmayacak, gördüğü muamele sonrası Agnes’in insanlığa ve kendisine olan güveni çetin sınavlara tabi tutulacaktır.
Kendisi de bir dönem mürebbiye olarak çalışan, kişisel tecrübelerine dayanarak yazdığı ve ilk kez 1847’de yayımlanan ilk romanı Agnes Grey’de, Anne Brontë hayal kırıklığı, dışlanma ve yalnızlıkla mücadele eden bir kadının cesur hikâyesini anlatıyor.
Northanger Manastırı
Yazar: Jane Austen
Çevirmen: Nagihan Çakır
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 296
Jane Austen’ın yirmili yaşlarında yazdığı ama ölümünden sonra, 1818’de İkna ile beraber yayımlanan ilk romanı Northanger Manastırı’nda gösterişsiz, güzel bir kız olan Catherine Morland, genç, yakışıklı vaiz Henry Tilney’ye âşık olur. Henry’nin babası, Catherine’i varlıklı biri sandığı için kızı Northanger Manastırı’na çağırır. Birçok Gotik roman okumuş olan, hayal gücü geniş Catherine, manastıra geldiğinde burayı kâbuslardan çıkma bir yer gibi görür, yanlış anlaşılmalar biriktikçe her şey içinden daha da çıkılmaz bir hal alır.
Saatlerin seri üretimiyle beraber kullanımının da arttığı, bu nedenle de zaman algısının değiştiği, dakikliğin daha da önem kazandığı bir dönemi yansıtması ve on dokuzuncu yüzyıl İngiliz orta sınıfının iyi bir tasvirini yapmasıyla da dikkat çeken Northanger Manastırı, Jane Austen’dan ahlaka, insan doğasına dair hem renkli bir komedi hem de iğneleyici bir eleştiri.
“Austen’ın, Northanger Manastırı eseri, yaşadığı dönemin ‘yapmacık’ romanları diye gördüğü şeye karşı muzip bir cevabıydı: Mükemmel erkek, kadın kahramanlar ve düşmanlar yerine hatalı, olay örgüsünün isteklerine göre değil, doğal hareket eden üç boyutlu karakterler yazmıştı.”
Jo Baker