Ada, distopya edebiyatının en tedirgin edici başyapıtlarından birini yazan Aldous Huxley’den, buraya, bu âna ve yarına dair gerçekçiliği elden bırakmayan bir ütopya.
Ada
Yazar: Aldous Huxley
Çevirmen: Seniha Akar
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 352
Aldous Huxley’nin, 1962 yılında yayımlanan son kitabı Ada, yazarın en bilinen romanı Cesur Yeni Dünya’nın ütopik ikizi. Otomatik Portakal’ın yazarı Anthony Burgess’ın da en iyi doksan dokuz modern roman arasında saydığı bu eserde Huxley, çocuklar birden fazla aile tarafından yetiştirilebilir mi, geçmiş travmaların etkisinden kurtulup aydınlanmak mümkün mü, Batı bilimi ile Doğu felsefesi harmanlanabilir mi, bir ülke yayılmacı politikalar uygulamadan da var olabilir mi gibi soruları irdeliyor.
Yakın zamanda eşini kaybeden gazeteci Will Farnaby, görünüşte bir deniz kazası sonucu, Pasifik Okyanusu’nda yüz yirmi yıldır gözden uzakta gelişen, zengin petrol kaynaklarına sahip bir adanın, Pala’nın sahiline sürüklenir. Will, âdeta bir cennette yaşayan bu ütopyanın sakinleriyle tanıştıkça, Pala’ya gelmekteki asıl amacını da sorgulamaya başlar.
Ada, distopya edebiyatının en tedirgin edici başyapıtlarından birini yazan Aldous Huxley’den, buraya, bu âna ve yarına dair gerçekçiliği elden bırakmayan bir ütopya.
“Huxley, insanın sınırları ve potansiyelinin tamamen anlaşılması sayesinde iyi bir hayatın gelişebildiği hayali bir tropik ada gösteriyor bize.”
Anthony Burgess
“Romanın dini fanatizme, büyük askeri güç kullanımına, petrolün jeopolitik önemi ve yapay döllenme gibi konulara dair uyarıları, çağımızın ikliminde fevkalade öngörülü geliyor.”
The Guardian
Uygarlığın Huzursuzluğu
Yazar: Sigmund Freud
Çevirmen: Haluk Barışcan
Yayınevi: Metis Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 104
Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud psikanalizin toplumsal olayları, uygarlığın gelişimini ve sonuçlarını açıklamakta da elverişli bir kuram olduğunu Uygarlığın Huzursuzluğu, Totem ve Tabu, Grup Psikolojisi gibi eserlerinde göstermiştir. Freud’un psikanalizin bulgularının sosyal hayat için ne anlama geldiğini dile getirdiği başlıca eseri olduğu için, Uygarlığın Huzursuzluğu yirminci yüzyıl boyunca birçok düşünürü etkilemiş, birçoklarına ilham vermiş ve kendisiyle hesaplaşmak zorunda bırakmıştır. Freud’a göre hayvani dürtülerle güdülenen insanın aynı zamanda uygar bir varlık olmaya çalışması trajik bir durumdur. Bununla beraber Freud insanın uygarlıktan vazgeçemeyeceğini de kabul eder. Sonuç uygarlığın kaçınılmaz huzursuzluğudur.
Ötekini Dinlemek uzmanlaşmış bir dizi. Ama dizide yer alacak bütün kitaplar doğrudan insana dair. Hayatlarımıza, kendi kişisel deneyim alanımıza, ana babalarımıza, onlarla ilişkilerimize, zor büyüme yıllarımıza dair bir bilgi… Kendimiz ve diğer insanlarla ilgili sezgilerimizi geliştirmemize yardımcı olacak, yeni kavrayış imkânları verecek ve kuşkusuz öğrenirken herkesin kendi deneyimleriyle sınayacağı türden bir bilgi… Psikiyatri ve psikanaliz alanında yüzyıl boyunca yazılmış temel yapıtları bir kütüphane oluşturacak kapsamda bir araya getirirken bunu amaçladık.
İlyada
Yazar: Homeros
Çevirmen: Azra Erhat, A Kadir
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 712
Homeros (y. MÖ IX. yüzyıl): Hayatı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte MÖ IX. yüzyılda Sakız Adası’nda yaşadığı sanılmaktadır. Eserleri Antik Yunan devletlerinde her tür bilginin kaynağı sayılan Homeros, İlyada ve Odysseia destanlarıyla edebiyatın hemen her türünü günümüze dek etkilemeyi basarmıştır. En ünlü Antik Yunan destanı olan İlyada’da dokuz yıldır süren Troya Savaşı’nın elli bir günlük bir kısmı anlatılır. İlyada dünya edebiyatının temel taslarından biri olduğu kadar, konu ettiği döneme ışık tutan en gerçekçi eserdir. Bu eşsiz destan Antik Yunan’da neredeyse bir kutsal kitap sayılmıştır. 1958-1962 yılları arasında Azra Erhat – A. Kadir çevirisiyle İş Bankası Kültür Yayınları’nca dört cilt olarak yayımlanan İlyada 50 yıl sonra Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nde yerini alıyor.
Milyarlarca ve Milyarlarca
Yazar: Carl Sagan
Çevirmen: Füsun Baytok
Yayınevi: Say Yayınları
Sayfa Sayısı: 304
Giderek daha da hassas hale gelen kanser tarama programları sayesinde daha iyi, daha uzun mu yaşıyoruz? Kronik hastalıkların olası komplikasyonlarını öngörmeye ve önlemeye yönelik bitmek bilmez çabalar bizi daha sağlıklı, daha mutlu mu kılıyor? Ne olur ne olmaz diye ameliyatların yapılması, yaşam kalitemizi artırma bahanesiyle sağlıklı dokuların alınması doğru mu? Risk Tıbbı’nın yazarı Robert Aronowitz bu soruların cevabının her zaman olumlu olmadığını savunuyor.
Günümüzde sağlık sisteminin ve klinik uygulamaların pek çok açıdan risk azaltmaya ve risk kontrolüne odaklandığını ortaya koyan Aronowitz, son otuz kırk yıl içinde sağlık sektöründe, doktorları semptomları gidermek veya hastalıkları iyileştirmek yerine risk azaltmaya yönlendiren dönüşümleri mercek altına alıyor. Bu dönüşümün ardında, kısmen, ürünlerini nüfusun belli bir hastalıktan gerçekten mustarip ufak bir yüzdesi yerine, risk grubuna giren daha büyük bir yüzdesine pazarlamak isteyen ilaç şirketlerinin bulunduğunu savunuyor. Kanser tarama programları ve çeşitli önleyici aşılar gibi örneklerden yola çıkan yazar, günümüzde pek çok müdahalenin asıl amacının, korkuları ve belirsizliği azaltmak olduğunu iddia ediyor.
Risk Tıbbı, modern tıbbın risk takıntısına dikkat çekerken, risk azaltıcı müdahalelerin daha sıkı denetlenmesi ve sağlık sektörünün, hastalıklardan mustarip insanların tedavisine ve ıstıraplarının dindirilmesine odaklanması çağrısında bulunuyor.
Aspidistra
Yazar: George Orwell
Çevirmen: Şemsa Yeğin
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 296
George Orwell, Hayvan Çiftliği adlı siyasî masalında, zorbalığa dönüşen Stalin yönetimini yerden yere vurmuş; ünlü eseri Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te insanlığı belleksiz ve muhalefetsiz bir totaliter toplum tehlikesine karşı uyarmıştı. George Orwell, XX. yüzyıl edebiyatının temel taşlarından olan bu iki yapıtından önce yazdığı Aspidistra adlı romanında, sınıf atlama özentisindeki dar gelirlilerin bir statü göstergesi olarak evlerinden eksik etmedikleri, çiçeksiz bir zambak türü olan aspidistrayı simgesel bir araç olarak kullanmış, 1930’lar İngilteresi’nde yaşanan sınıf atlama çabalarını benzersiz bir kara mizahla eleştirmiştir.
Sevme Sanatı
Yazar: Erich Fromm
Çevirmen: Işıtan Gündüz
Yayınevi: Say Yayınları
Sayfa Sayısı: 200
Her sanat dalı disiplin, odaklanma ve sabır gerektirir. Sanatta ustalaşma, bir çocuğun yeni yürümeye başladığı evredeki gibi düşe kalka ama denemekten vazgeçmemekle elde edilir. Sevmek de içinde sevme ve sevilme eylemini birlikte muhafaza eden bir sanattır. Hatta diğer sanat dallarından daha fazla içgörüye ve anlayışa sahip olmaya ihtiyaç duyar. Bir ustası, bir kılavuzu yoktur; kişinin salt kendisi için ve tek başına edinebileceği bireysel bir deneyimdir.
Sevme Sanatı, bu sanatın nasıl ve hangi araçlarla icra edileceğinin anlatıldığı bir reçete ya da sevginin ne olduğu konusunda binlercesi bulunan bir kişisel gelişim kitabı değildir. Bunun çok ötesinde, artık bir klasik sayılan, hemen hemen tüm dünya dillerine çevrilen, yayımlandığı ülkelerde milyonlarca satan bu kitap, insanlığın geleceği için hümanist bir yaklaşım, sevme hakkında kusursuz bir felsefi manifestodur.
Sevme Sanatı, “sevmek” eyleminin ana hatlarını belirleyen ve bunu felsefe ve psikoloji temelinde ele alan, incitmeyen, eleştirmeyen, dili ve içeriği asla eskimeyen bir kitap.
“Psikoloji alanındaki en önemli çalışmalardan biri.”
The New York Times
Yabancı
Yazar: Albert Camus
Çevirmen: Samih Tiryakioğlu
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 112
Başkalarından daha erken ölecektim, orası aşikârdı. Ama herkesin bildiği gibi, hayat yaşamaya değmez.
Meursault, annesinin öldüğünü öğrendiği gün cenazeye katılmak üzere yola çıkar, hava çok sıcaktır. Gün boyu hissettikleri dış dünyaya ait uyarıcılardan öteye geçmez; sıcak, ışık onu rahatsız eder, dikkati kendi bedeni üzerindedir. Herkes ondan bir oğul olarak duygusal bir tepki beklerken o duyusal dünyaya dikkat kesilmiştir. Halbuki onun kayıtsızlığı, sadece annesinin ölümüyle ilgili değildir. Birkaç gün sonra ıssız bir kumsalda yürürken, onu telafi edilmez bir eylemde bulunmaya sevk edecek olan da aynı kayıtsızlıktır.
Meursault, anlamın olmadığı yerde bir anlam varmış gibi davranmayı reddeder, Yabancı’nın çıkış noktasını oluşturan da budur. Camus, saçma felsefesinin temel unsurlarını Meursault’da bir araya getirerek, toplumsal düzenle bireyin özgürlüğü arasındaki açmazı, kişinin kendine ve topluma karşı yabancılaşmasını açığa vuran kült bir roman ortaya koyar.
“Camus’nün karamsarlığı kabulleniş değil, tam aksine bir eylem hatta isyan çağrısıdır. Romanı bitirdikten sonra Meursault’ya karşı karışık hisler beslesek de dünyanın iyi bir yer olmadığına ve değişmesi gerektiğine inanırız.”
Mario Vargas Llosa
Burma Günleri
Yazar: George Orwell
Çevirmen: Deniz Canefe
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 315
“Bu ülkede bulunmamızın, hırsızlıktan başka bir nedeni olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu öylesine kolay ki. İngiltere’nin memuru, Burmalı’nın kollarını tutar, tüccar da adamın ceplerini boşaltır. Britanya İmparatorluğu, İngilizlerin, daha doğrusu Yahudi ve İskoç çetelerinin ticaret tekelleri kurmalarını sağlayan bir aracıdan başka bir şey değildir.”
Bu sözler, George Orwell’in Burma’daki İngiliz sömürgeciliğine bakış açısını yansıtıyro. Kendisi de Burma’da görev yapmış olan Orwell, en başarılı yapıtı olarak tanımlanan Burma Günleri’nde, İngilizlerin bu sömürgedeki yaşamını ve yaptıklarını, yerli işbirlikçileri ve fırsatçıları, yerli halka insanca yaklaşarak İmparatorluğun tutumuna karşı çıkanları, aşk, nefret, tutku çemberinde destansı bir anlatımla ele alıyor. Burma Günleri, ilk kez 1934 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlandı.
Kitap ve yazarı hakkında herhangi bir dava açılmayınca, ertesi yıl İngiltere’de de basıldı. Ama sömürgecilik dönemi sona erinceye kadar kitabın Hindistan ve Burma’da satılması yasaklandı ve okuyanlar hakkında yasal işlemler yapıldı. Burma Günleri, İngiltere’nin, üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk olduğu dönemdeki politik ve sosyal yaklaşımını göz önüne sererken, romandaki karakterlerin işlenmesindeki ayrıntılı ustalıkla da Orwell’in başarısını pekiştirdi.
Bulantı
Yazar: Jean-Paul Sartre
Çevirmen: Metin Celâl
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 264
20. yüzyılın önde gelen aydınlarından Jean-Paul Sartre, romanları, oyunları ve düşünce yazılarıyla varoluşçuluk düşüncesini olduğu kadar bütün bir yüzyılı da derinden etkilemiştir.
Bulantı, 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre’ın ilk romanı. Bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçu akımın sözcülüğünü üstlenen Sartre, adını 1938’de yayımlanan bu romanıyla duyurmuştu. Günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin’in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin’in kendi bedenine de yönelikti. Kimi eleştirmenler romanı hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirdilerse de, Bulantı, yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, sonradan Sartre’ın felsefesinin temellerini oluşturacak birçok konuya yer veren özgün bir yapıttı.
Gün Ortasında Karanlık
Yazar: Arthur Koestler
Çevirmen: Pınar Kür
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 255
Gün Ortasında Karanlık, hapishane edebiyatının dünya çapındaki en başarılı örneklerinden biri ve Arthur Koestler’in en çok okunan eseridir.
Macar asıllı İngiliz romancı Arthur Koestler Gün Ortasında Karanlık’ta Stalin diktası altındaki 1930’lar Sovyetleri’ni anlatıyor. Ülke ve kişi adı vermeden, belirli bir dönem anmadan, burada yaşanan siyasi çalkantıyı ele alıyor. Koestler, kahramanı Rubashov aracılığıyla iktidar-yetki ilişkisini sorgularken, “öznel iyi” aynı zamanda “nesnel iyi” de olabilir mi ve kişi, insanlık adına başkalarına kendi doğrularını dayatabilir mi gibi sorulara cevap arıyor. İspanya İç Savaşı sırasındaki mahkûmiyetinden ve hapishane anılarından yola çıkarak yazdığı bu romanda, yazar hapishane koğuşlarını, tecrit hücrelerini, sorgu odalarını canlı bir anlatımla aktarıyor.
“Gün Ortasında Karanlık, benzeri olmayan bir romandır, çünkü neredeyse hiçbir İngiliz yazar totalitarizmi içeriden görememiştir.”
George Orwell
Allah Senden Razı Olsun Dr. Kevorkian
Yazar: Kurt Vonnegut
Çevirmen: Eda Nur Timur
Yayınevi: April Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 64
Ahiretle hayat arasında fark var mı dersiniz?
Var diyenlere bir soru daha; bu fark hangi birim ile ölçülür?
Kurt Vonnegut, bir radyo muhabiri kılığında “mavi tünelden İncili Kapılara” giderek köpeciğini bir pitbulun saldırısından kurtarmak isterken kalp krizi geçirip ölen emekli inşaat işçisi Salvatore Biaggini, vatana ihanet suçuyla asılmasından 140 sene sonra mezarında çürümeye devam eden John Brown, röportaj fikrinden pek haz etmeyen William Shakespeare, hâlâ merak eden Isaac Newton, yazmadan duramayan Isaac Asimov ve pek sevdiği kahramanı, işçi lideri Eugene Victor Debbs ile kendi romanlarının unutulmaz kahramanı Kilgore Trout dâhil birçok ölümsüz ölüyle röportaj yapıyor.
Neil Gaiman’ın önsözüyle Allah Senden Razı Olsun Dr. Kevorkian, kim olduğumuz, ne için yaşadığımız ve hepsinin sonunda ne kadar önem taşıdığımıza dair Vonnegut’ın her zamanki keskin mizahıyla kaleme aldığı enfes bir anlatı.
“Şimdiye kadar Kurt Vonnegut’la iki kere konuşmuşluğum var. İlkinde hayattaydı. Yakınlarda bir daha konuştuk. Hayatta değildi. Bu dünyayı ötekine bağlayan mavi tünelin sonunda karşılaştık. Dr. Jack Kevorkian’ın insanlara yaşamlarını sona erdirme yolları konusunda tavsiye vermesine hatta öbür tarafın kıyısına kadarcık bile gidip dönmelerini sağlamasına artık izin verilmediğinden, kendi yöntemlerimle gidip geldim.”
Neil Gaiman
Otomatik Piyano
Yazar: Kurt Vonnegut
Çevirmen: İrma Doğanoğlu Çimen
Yayınevi: April Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 376
İlerleme…
Kulağa pek hoş gelen bir kavram.
Hep ileri, daima ileri! İnsanlığın gelişmesi, sınırlarını zorlaması, aşması…
Peki, bedeli?
Üçüncü Dünya Savaşı sonrası: Aşırı mekanikleşmiş bir toplum. Fabrikalar, tüm üretim, her şeyin çalışması için bir avuç insan, bir avuç becerikli mühendis yeterli. Geri kalanlarsa…
Bu toplumun süper-mühendislerinden Paul Proteus, yaşadığı ‘Mekanize Amerikan Rüyası’ndan uyanarak varlığını, hayatın anlamını, toplumdaki muazzam ayrışmayı, ilerlemenin nelere mal olduğunu sorguluyor. ‘İnsan’ dünyayı yeniden kazanmak için isyan hareketine mi katılmalı yoksa görece muazzam refahın bedelini ödemeye razı mı olmalı?
Otomatik Piyano, ataları Biz, Cesur Yeni Dünya ve dört yıl büyüğü 1984 gibi akıl-ilerleme-mekanikleşme temalı bir distopya. Ama farklı. Çünkü Vonnegut’ın distopyasındaki makineler, diğer distopyaların yazarlarının muazzam hayal güçlerinden çıkmış makineler değil, kitabın yazıldığı dönemde var olan makineler.
Otomatik Piyano bizleri uzakta değil, çok yakında olan bir şeye karşı, hem de ‘İlerleme’ye laf etmenin hiç hoş karşılanmadığı 50’li yıllardan uyarıyor ve teknolojinin muazzam gelişiminin işin içine insana has hırslar girdiğinde nerelere varabileceğini gösteriyor.
Otomatik Piyano, Kurt Vonnegut’ın bildik sivri dilli açık sözlülüğüyle, “Konusunu, konusu güle oynaya Biz’den araklanmış Cesur Yeni Dünya’dan güle oynaya arakladım,” dediği ilk göz ağrısı…
Ahlakın Soykütüğü – Bir Polemik
Yazar: Friedrich Nietzsche
Çevirmen: Zeynep Alangoya
Yayınevi: Kabalcı Yayınevi
Sayfa Sayısı: 172
Nietzsche’nin, eski arkadaşı Paul Rée’nin ahlakın kökeniyle ilgili kitabına (The Origin of the Moral Sensations) yanıt olarak kaleme aldığı üç denemeden oluşan bu kitap, yazarın en uzun soluklu ve iç tutarlılığa sahip çalışmalarından biridir. Kitabı oluşturan denemelerin üçü de İyinin ve Kötünün Ötesinde’de dile getirilen Hıristiyan ahlakı eleştirisini daha ileriye taşımaktadır.
“İyi,” “kötü” ve “fena” gibi sözcüklerin dilbilimsel analiziyle başlayan birinci denemede Nietzsche, “efendi” ahlakı ve “köle” ahlakı dediği iki kavram arasında karşıtlık kurarak, gücün ve eylemin nasıl da sıklıkla yerini edilginliğe ve nihilizme bıraktığını gösteriyor. Suç ve cezanın kökenini irdeleyen ikinci deneme, adalet kavramının nasıl doğduğunu ve bu kavramın içselleştirilmesinin “ruh” denilen şeyin gelişimine nasıl yol açtığını ortaya koyuyor. Üçüncü denemede Nietzsche, çileci ideallerin anlamını çözümlüyor.
Nietzsche’nin niyeti çileci idealleri, “köle” ahlakını ya da içselleştirilmiş değerleri bir çırpıda yadsımak değildir; onun temel kaygısı kültürün ve ahlakın ebedi gerçeklikler olmaktan çok, insan yapısı kavramlar olduklarını göstermektir. Ulaştığı yargılara katılabilir ya da katılmayabilirsiniz; ama Nietzsche öylesine açık seçik ve parlak bir dille yazıyor ki, Ahlakın Soykütüğü’nü okurken kendinizi canlanmış ve coşkulu hissedeceksiniz.
Biz
Yazar: Yevgeni Zamyatin
Çevirmen: Fatma Arıkan, Serdar Arıkan
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 248
“Herkesin aklını kaçırması gerekli, en kısa zamanda herkesin delirmesi lazım!”
Yevgeni Zamyatin ütopyaların nasıl tepetaklak olabileceğini fark eden belki de ilk yazar. Orwell, Huxley, Le Guin ve daha birçoğuna ütopyaya farklı, ters bir açıdan bakma ilhamını veren Biz ise “distopya” kelimesinin altını dolduran ve onca yıl sonra bile hakkını vermeye devam eden bir şaheser.
Yaşamın bitmez tükenmez kaosunun dizginlendiği bir gelecek… Bu gelecekte ne özgürlük ne demokrasi ne de birey; sadece matematik ve mantığın hükümranlığı geçerli. Mahremiyetlerini ve cezalandırılma hakkı dışındaki bütün haklarını Tek Devlet ve onun sureti Velinimet’in demir eline teslim eden insanlar ise sadece birer Numara’dan ibaret. Hem numaraların kutsal kitap yerine koydukları Saat Tableti’ne göre yaşadığı bu mutlak iktidarın hem de son devrimin diğer gezegenlere müjdelenmesi için camdan bir uzay aracı inşa edilir. İntegral adındaki bu aracın başmühendisi D-503, öteki gezegenlerdeki ilkel okurlarına Tek Devlet’i anlatmak üzere bir günlük tutmaya başlar.
Hayal gücü denen bir hastalıktan mustarip olduğunu düşünen D-503, kusursuz bildiği denklemde bazı hatalar, mutlak devrimde bazı eksiklikler fark eder. Bu hastalıktan kurtulmaya çalıştıkça inancını da kaybetmeye başlar.
Biz, distopyanın şafağı.
“Romantik, yaratıcı, zekâ dolu, güçlü ve güzel bir kitap… Muhtemelen şimdiye dek yazılmış en iyi bilimkurgu romanı.”
Ursula K. Le Guin
“Zamyatin belli bir ülkeyi değil, sanayi uygarlığının hedeflerini ele alıyor. Bu kitabın konusu aslında Makine, yani insanın düşüncesizce şişesinden çıkardığı ve tekrar şişesine sokamadığı o cin…”
George Orwell
Birçok Yaşam Birçok Üstat
Yazar: Dr. Brian L. Weiss
Çevirmen: Suzan Coral
Yayınevi: Butik
Sayfa Sayısı: 172
“Genç hastası ve ikisinin de yaşamını değiştiren geçmiş yaşam terapileri ile ilgili ünlü bir psikiyatrın gerçek hikâyesi”
Ünlü bir psikiyatr olan Dr. Brian Weiss bir gün bir hastası ile birlikte çalışırken hastasına hipnoz uygular. Hipnoza giren genç kadın geçmiş yaşamları ile ilgili birçok vizyonlar görür ve bunları anlatır. Bununla birlikte bazen iki yaşam arasındaki boşluklarda bazı üstatlar devreye girer ve dünya ile ilgili birçok mesajlar verirler. Bazı mesajlar Dr. Brian Weiss’in ailesi ve ölen oğlu ile ilgilidir. Konuyla son derece yakından ilgilenen Dr.Weiss hastasıyla yaptığı birçok seanslar sonucunda inanılmaz sonuçlara ulaşır.
Düşüş
Yazar: Albert Camus
Çevirmen: Hüseyin Demirhan
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 99
Albert Camus çağdaş düşün ve yazın dünyasındaki saygın yerini yalnızca oyunlarıyla da, yalmızca “Sisifos Söyleni” ve “Başkaldıran İnsan”la da alırdı belki. Ama Camus’yü Camus yapan öncelikle anlatı yapıtlarıdır. “Yabancı” (1942), “Veba” (1947) ve “Düşüş’se (1956) bu yapıtlar arasında üç büyük doruktur. Ancak, kimi yazınseverler bu üç başyapıt arasında daha çok “Düşüş”ü yeğlerler.
Bu kitap, herhangi bir düşünce ya da savı özellikle öne çıkarmaya çalışmadan, yalın bir anlatım ve özgün bir kurgu içinde, zengin bir düşünce duygu yüküyle, çağdaş dünyayı ve insanlarını derinlemesine sorgulayıp yargılar, çirkinliklerini ve düşkünlüklerini sergiler.
Ama, aynı zamanda, bu dünyada yaşayan, dolayısıyla şu ya da bu biçimde, şu ya da bu ölçüde onun sorumluluğunu taşıyan bireyler olarak tek tek her birbirimize bir ayna tutar, eski avukat Jean-Baptiste Clamence’ın öyküsü aracılığıyla, bize kendini tehlikeye atmadan yaşayanların, yani hepimizin ve her birimizin benzersiz öyküsünü anlatır. “Düşüş”ün yayımlanmasından bir yıl sonra Camus’nün Nobel Ödülünü kazanması bir rastlantı olmasa gerek.
Gecenin Sonuna Yolculuk
Yazar: Louis Ferdinand Celine
Çevirmen: Yiğit Bener
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 530
Louis Ferdinand Céline’in, bugün hâlâ güncelliğini koruyan, insanı derinden etkileyen, içine çeken bu başyapıtı, “İşte böyle başladı” diyerek okuru Birinci Dünya Savaşı’ndan Afrika’daki Fransız sömürgelerine, oradan Amerika’ya, derken Paris’in varoşlarına ve gecenin sonuna kadar uzanan ürpertici bir yolculuğa çıkarıyor.
Céline’in kullandığı dil, özellikle de konuşma dilini yazıya geçirme uğraşı, bugüne dek yapıtlarının Türkçe’ye çevrilmesinin önünde büyük bir engel ve dokunulmazlık yarattı.
Sisifos Söyleni
Yazar: Albert Camus
Çevirmen: Tahsin Yücel
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 160
Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.
Tanrılar tarafından, her defasında yeniden aşağı yuvarlanacak olan taşı tepeye çıkarmakla cezalandırılan Sisifos, taşı belirlenen noktaya çıkarırken yeniden aşağıya düşeceğini bilse de onu taşımaya devam eder. Sisifos, Camus için bir kahramandır. Onun tek başına didinmesi bile varoluşun anlamsızlığına karşı bir direniştir.
Yabancı romanında okuduğumuz uyumsuzluk duygusu, 20. yüzyıl felsefe tarihinin en mühim metinlerinden biri kabul edilen Sisifos Söyleni’nde düşünsel zeminini bulur. Absürde karşın yaşamayı, başkaldırmanın gerekliliğini savunan Camus uyumsuz kavramını burada somutlaştırır: İnsan öncelikle uyumsuzluğun bilincine varmak zorundadır ve bütün bu anlamsızlığa rağmen direnmeyi seçmelidir.
Selam Olsun Katalonya’ya
Yazar: George Orwell
Çevirmen: Celâl Üster
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 272
Bütün savaşlarda hep aynı şey olur; askerler savaşır, gazeteciler şamata koparır; o milliyetçi nutuklar atanların hiçbiri kısacık propaganda gezileri dışında cephedeki siperlerin yanından bile geçmez.
Selam Olsun Katalonya’ya, 1936 yılından beri yazdığı her satırı demokratik sosyalist düşüncesi için yazdığını söyleyen George Orwell’in İspanya İçsavaşı’nda bir milis olarak çarpışma deneyimlerini anlattığı bir tanıklık.
Savaşa dair izlenimlerini bir gazete için kaleme alma düşüncesiyle 1936 sonunda Barcelona’ya gelen Orwell, General Franco’nun zulmüne karşı bir araya gelen İspanyolların ve dünya vatandaşlarının arasına katılır. Cumhuriyetçilerin yanında Aragón Cephesi’nde savaşır, Barcelona’da mayıs olaylarına bizzat şahit olur ve Huesca’da yaralanana kadar siperlerden ayrılmaz.
1984’te ve Hayvan Çiftliği’nde totaliter rejimlerin ve tek adamların çorak dünyasını hikâye eden Orwell, vicdanının, entelektüel ve siyasi düşüncesinin şekillendiği bir dönemi anlatıyor. Selam Olsun Katalonya’ya, 20. yüzyılın seyrini değiştirmiş olsa da neredeyse tamamen unutulmuş bir savaşa ve modern siyasete dair eşi olmayan bir belge.
Doktor Jivago
Yazar: Boris Pasternak
Çevirmen: Hülya Arslan
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 608
Ülkemizde romancı olarak tanınan ama Rus edebiyatının büyük şairi olan Boris Pasternak’ın tek romanı: Doktor Jivago. 1956’da Sovyetler Birliği tarafından yayımlanması uygun görülmeyen, 1957’de gizlice kaçırıldığı İtalya’da ilk kez yayımlanan ve Pasternak’a 1958 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıran kitap, Türkçeye elli yılı aşkın bir süre sonra, ilk kez eksiksiz bir biçimde ve doğrudan Rusçadan çevrildi. Jivago’nun yazdığı şiirlerden oluşan ek bölümle birlikte…
Önüne kattığı herkesi sürükleyen büyük bir ihtilalin ve ölümsüz bir aşkın romanı olan Doktor Jivago, Rus epik romanı geleneğine 20. yüzyılda eklenmiş en önemli halkalardan biri.
“İnanıyorum ki Doktor Jivago insanoğlunun edebi ve ahlaki tarihindeki büyük olaylardan biri olarak kalacaktır.”
Edmund Wilson
“20. yüzyılın ortasında, 19. yüzyılın büyük Rus romanı, Kral Hamlet’in hayaleti gibi geri dönüp bizi ziyaret ediyor. Boris Pasternak’ın Doktor Jivago’sunun bizde uyandırdığı duygu işte bu.”
Italo Calvino
Demian
Yazar: Hermann Hesse
Çevirmen: Kamuran Şipal
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 211
On yaşındaki Latince öğrencisi Emil Sinclair, güvenceli aile ortamının dışında sert ve acımasız bir dünya olduğunu erken fark eder. Kendini bulma yolundaki delikanlı, din ve ahlak gibi artık inanamadığı kalıparla birlikte baba evinden de kopar. Küçük yalanlar ve hırsızlıklarla beslenen yaşamında, sağlam çocuk dünyasının çöktüğünü görür. Onu bu acılardan kurtaracak olan kişi, okula yeni gelen bir başka öğrenci: Max Demian’dır. Demian, Sinclair’in yaşamını yönlendiren, etkileyen başkisi olur. Tanıştığı ve tanıdığı insanlar, Sinclair’in kendini ve benliğini bulma yolunda birer kilometre taşıdır. Hermann Hesse’nin öteki romanlarından ayrılan bir yanı var Demian’ın: Bir gençlik ve öğrencilik romanı olan Demian, yazarın o dönemdeki korkularını ve sorunlarını tümüyle yansıtıyor.
Hesse’nin meslek sorunlarının yanına kişisel sorunları da katılıyor: Babasının ölümü, en küçük oğlu Martin’in tehlikeli bir hastalığa yakalanması ve karısının, onu hastanelerde tedavi görmeye zorlayan ve gitgide ciddileşen ruhsal bozukluğu. Hesse’nin acılarla yoğrulan bu dönemi hayatında büyük değişimlere yol açtı. Ruhsal çöküntüsüyle, ancak doktor yardımıyla baş edebildi. Bu sorunlu dönemin meyvesi ise Demian oldu. Birkaç ay içinde bitirdiği romanını Emil Sinclair adı altında yayınevine yolladı, ancak İsviçreli bu genç, ama hasta yazarı desteklediğini söyledi. Gerçek kimliğini kitabın daha sonraki baskılarında açıkladı.
Yüksek Şato’daki Adam
Yazar: Philip K. Dick
Çevirmen: Dost Körpe
Yayınevi: Alfa Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 362
PKD’nin en tanınmış romanı 1963’te Hugo ödülünü kazanan Yüksek Şato’daki Adam, Amerika’nın İkinci Dünya Savaşını kaybettiği Almanya ve Japonya’nın savaştan galip çıktığı alternatif bir evrende geçiyor. 1962’lerin Amerika’sında tepetaklak olmuş bir dünyanın, kimliklerini kaybetmiş insanların ve kehanet kitabı I Ching’in başrolde olduğu bir roman. Philip K. Dick’in kaybolmuş karakterleri aracılığıyla zamanın, tarihin ve gerçekliğin doğası nedir sorusunu ele aldığı felsefi ve bir o kadar da hüzünlü metin.
Gerçek dediğimiz şey nedir ki?
Faust
Yazar: Johann Wolfgang Von Goethe
Çevirmen: A. Erkin Köyligil
Yayınevi: İlgi Kültür Sanat Yayınları
Sayfa Sayısı: 367
Faust, Alman yazar Johann Wolfgang Von Goethe’nin bütün eserlerinin birleşimi olarak kabul edilen, dünya klasikleri arasında da önemli yeri olan bir eseridir. Yazarın genç yaşta yazmaya başladığı bu oyun, daha sonraları ele alınarak son halini almıştır. Yazımı zamana yayılan bu eser haliyle bize Goethe’nin kendi iç dünyasından ve yaşamından kesitler sunar. Gökyüzünde başlayan bu oyunda İsrafil, Cebrail, Mikail ve Mephisto arasında bir diyalog geçer ve sonucunda olaylar gelişir.
Mephisto yani şeytan Tanrı ile girdiği yarış sonucunda bir insanı yoldan çıkaracağını söyler. Tanrı ise insanın ne kadar kötülük yaparsa yapsın kendi içindeki doğruyu her zaman bulacağını savunur. Faust ise Tanrı’yı sorguladığı bir dönemdedir. Mephisto Faust’a farklı şekillerde görünür. Faust onun kötü bir ruh olduğunu anlar ve kendisini kandırabilirse onunla anlaşma yapmayı kabul edeceğini söyler. Sonraları Faust, Mephisto yüzünden her türlü kötülüğü yapmış ve bundan pişmanlık duymaya başlamıştır. Bu pişmanlık Faust’un içindeki, Tanrı’nın bahsettiği kaybolmayan iyiliktir. Sonuç olarak bu savaştan galip gelen Tanrı, aynı zamanda da Faust olmuştur.
Kör Nişancı
Yazar: Kurt Vonnegut
Çevirmen: Handan Balkara
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 256
“Savulun, hayat geliyor!”
Kör Nişancı, masumiyetin yok edilişine tüyler ürpertici, trajikomik bir bakış. Şampiyonların Kahvaltısı’ndan aşina olduğumuz Midland City’de yaşanan bir dizi felaketin ortasında -çifte cinayet, şömine raflarında ölümcül oranda radyasyon, kayıp bir kelle, nötron bombasıyla yok edilen bir şehir- Rudy Waltz, namı diğer Kör Nişancı, okuru budalaca bir mutluluk arayışına çıkarıyor.
Ömrü boyunca bir çocukluk hatasının kefaretini ödemeye çalışan Rudy’ninki, Kurt Vonnegut’a özgü bir suç ve ceza hikâyesi.
Kara mizahı, hicivli dili ve eşsiz hayal gücüyle 20. yüzyılın en önemli yazarları arasında yer alan Vonnegut, Time’ın deyimiyle, “George Orwell, Dr. Caligari ve Flash Gordon’ı tek vücutta birleştiren bir yazar… ahlaklı bir soytarı, deli bir biliminsanı.”
Teneke Trampet
Yazar: Günter Grass
Yayınevi : Akılçelen Kitaplar
Sayfa Sayısı: 727
Ana meseleyi kâğıda dökmek için gerekli ve bir o kadar da lüzumsuz ayrıntıyı, maharetli ve sabırlı parmaklarıma ilham veren trampetim olmasaydı hatırlayamazdım. Hatta hastane bana günde üç dört saat teneke trampetimi konuşturma izini vermeseydi, ebeveynlerini bile tanıyamayan zavallı bir insan olurdum.
1900’lerin ilk yarısı. Almanya. Almanların, Polonyalıların ve diğer azınlıkların bir arada yaşadıkları bir kasaba: Danzig. Üç yaşına bastığı gün bir teneke trampet hediye edilen; çevresindeki erişkinlerin mutluluktan yoksun, karamsar, yalan ve suçla dolu, deyim yerindeyse acınası dünyasına katılmak yerine büyümemeyi “tercih eden” bir çocuk: Oskar Matzerath.
Teneke Trampet, savaş öncesinde Danzig’den savaş sonrasındaki Düsseldorf’a uzanıyor ve büyümeyi reddeden bir çocuktan bir akıl hastanesi sakinine dönüşen Oskar Matzerath’ın gözünden hem Orta Avrupa hem de Almanya’yı, hiç olmadığı kadar çıplak bir şekilde görmemizi sağlıyor. Grass’ın klasikleşmiş romanında Oskar’ın toplumsal yozlaşmayı, teneke trampetinin vuruşları ve camı parçalayan sesiyle protestosuna tanık olacaksınız.