Alef, Borges’in en verimli döneminde yazdığı hikâyeleri bir araya getiren Alef, İbrani alfabesinin ilk harfi olan “alef”i merkezine alarak, bizi evrenin kökenine ve sonsuzluk düşüncesine götürüyor.
Alef
Yazar: Jorge Luis Borges
Çevirmen: Fatih Özgüven, Tomris Uyar, Fatma Akerson, Peral Bayaz Charum
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 196
Borges Alef’te düş ile gerçek, eski ile yeni, Batı ile Doğu arasındaki ikiliklerde gidip gelen bir zenginliğin anlatısını sunuyor.
Borges’in en verimli döneminde yazdığı hikâyeleri bir araya getiren Alef, İbrani alfabesinin ilk harfi olan “alef”i merkezine alarak, bizi evrenin kökenine ve sonsuzluk düşüncesine götürüyor. Alef uzay boşluğundaki tüm noktaları kapsayan bir noktadır; bu noktadan içeri bakan kişi evreni görür ve onu kucaklar. Burası, sonsuzluğun hem başladığı hem bittiği yerdir. Zaman, kimlik ve ölümsüzlük temaları çevresinde kurulan Alef, farklı gerçeklik ve anlam katmanları vaat eden bir metin. Üstelik Borges’in bu kitapta okuruna bir de sürprizi var: Modern edebiyatın zaman ve uzam sihirbazı, kitapta sadece anlatıcı olarak yer almıyor, karşımıza hikâye kahramanı olarak da çıkıyor.
“Jorge Luis Borges, kaderi ince, yıkıcı ve empatik bir tanrının çizimlerine göre cisimleştirir.”
Riccardo Campa
Yabancı
Yazar: Albert Camus
Çevirmen: Samih Tiryakioğlu
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 112
Başkalarından daha erken ölecektim, orası aşikârdı. Ama herkesin bildiği gibi, hayat yaşamaya değmez.
Meursault, annesinin öldüğünü öğrendiği gün cenazeye katılmak üzere yola çıkar, hava çok sıcaktır. Gün boyu hissettikleri dış dünyaya ait uyarıcılardan öteye geçmez; sıcak, ışık onu rahatsız eder, dikkati kendi bedeni üzerindedir. Herkes ondan bir oğul olarak duygusal bir tepki beklerken o duyusal dünyaya dikkat kesilmiştir. Halbuki onun kayıtsızlığı, sadece annesinin ölümüyle ilgili değildir. Birkaç gün sonra ıssız bir kumsalda yürürken, onu telafi edilmez bir eylemde bulunmaya sevk edecek olan da aynı kayıtsızlıktır.
Meursault, anlamın olmadığı yerde bir anlam varmış gibi davranmayı reddeder, Yabancı’nın çıkış noktasını oluşturan da budur. Camus, saçma felsefesinin temel unsurlarını Meursault’da bir araya getirerek, toplumsal düzenle bireyin özgürlüğü arasındaki açmazı, kişinin kendine ve topluma karşı yabancılaşmasını açığa vuran kült bir roman ortaya koyar.
“Camus’nün karamsarlığı kabulleniş değil, tam aksine bir eylem hatta isyan çağrısıdır. Romanı bitirdikten sonra Meursault’ya karşı karışık hisler beslesek de dünyanın iyi bir yer olmadığına ve değişmesi gerektiğine inanırız.”
Mario Vargas Llosa
Soğukkanlılıkla
Yazar: Truman Capote
Çevirmen: Ayşe Ece
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 419
20. Yüzyıl Amerikan edebiyatının en önemli eserlerinden Soğukkanlılıkla’da Truman Capote, Kansas’ta cezaevinden yeni çıkan iki kişinin orta sınıf bir Amerikan ailesinin tüm fertlerini öldürmesiyle başlayan sürecin izini sürer.
O gün için yalnızca küçük bir gazete haberi olan ancak sonrasında tarihe “nedensiz” işlenmiş en vahşi cinayetlerden biri olarak geçen Clutter davasının ayrıntılarını öğrenmek üzere, Bülbülü Öldürmek’in ünlü yazarı Harper Lee ile birlikte gittikleri Kansas’ta, faillerin idamına kadar devam eden bir araştırmanın içinde bulur kendini. Ailenin yakınlarıyla, soruşturmayı yürüten dedektiflerle, cezaevindeki mahkûmlarla yıllarca süren görüşmelerin sonucunda ortaya çıkan bu roman, gerçek bir olaydan esinlenerek kaleme alınmış ilk edebi eser olarak da literatüre geçer. Suç ve suçlu psikolojisinin ustalıkla işlendiği satırlarda kendini olayın bir parçası olarak gören okur, sonunu bildiği halde kitabı bitirdiğinde cinayetlerin asıl sorumlusunun kim olduğuna karar vermekte zorlanır.
İki kez filme uyarlanan, kitabın yazılış sürecinin ele alındığı Capote filmiyle de Philip Seymour Hoffman’a en iyi erkek oyuncu Oscar’ını kazandıran Soğukkanlılıkla gerçeğin edebiyat ile buluştuğu bir kült roman…
Pedro Paramo
Yazar: Juan Rulfo
Çevirmen: Süleyman Doğru
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 132
Her yolu kullanarak istediği her şeyi elde eden toprak ağası, kötülüğün ta kendisi Pedro Paramo… Ölüm döşeğindeki annesinin -Marquez’in Macondo’suna esin kaynağı olacak- hayaletli köy Comala’ya babasını aramaya gönderdiği Juan Preciado… Pedro Paramo’nun çocukluk aşkı, bütün ömrünce tutkuyla sevdiği Susanna San Juan…
Ve hem Meksika edebiyatının hem de bütün İspanyolca edebiyatın temel taşlarından Juan Rulfo’nun tek romanı: Pedro Paramo.
“Kitabı okurken sanki içimden bir şeyler koptu ve bu rolü ben oynamalıyım dedim.”
Penélope Cruz
Seksek
Yazar: Julio Cortazar
Çevirmen: Necla Işık
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 752
Seksek oyunu, ayağın ucuyla itilen bir taşla oynanır. Oyun elemanları şunlar: kaldırım, irice bir çakıltaşı, ayakkabı ve tebeşirle çizilmiş güzel bir çizgi, renkli tebeşir tercih edilir. En üstünde çizginin Gökyüzü hanesi bulunur ve en altta Yeryüzü; taşı iteleye iteleye Gökyüzü’ne ulaşmak çok zordur; ne denli nişan alsan, ne denli dikkatlice atsan ve itelesen de zordur, taş çizgi üstüne gelir veya çizgi dışına çıkar.
Julio Cortázar’ın başyapıtı Seksek, ilk yayımlandığı 1963 senesinden beri Latin Amerika edebiyatının en çok tartışılan, sonraki kuşak yazarlar üzerinde en çok iz bırakan eserlerindendir.
Antiroman diye de nitelenen ve “anlatı” ile “anlatının yarattığı çağrışımlar” üzerine inşa edilen Seksek’in başındaki okuma planında, maceracı okurlara alternatif bir “sıçrayarak okuma” düzeni sunulur. Bu okuma biçimi, seksek oyununu andırır. Okuru kurmacanın etkin bir unsuruna dönüştüren bu sıçramalar, yalnızca romanın okuma biçiminin değil, yaratılan kişilerin, dolayısıyla insanlığın içinde yaşadığı dünyanın da parçalanmışlığını simgeler.
Hayvan Hikâyeleri
Yazar: Julio Cortazar
Çevirmen: Süleyman Doğru
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 128
Evlerinde yalnız olmadıklarını fark eden iki kardeş. Şiddetli ve tuhaf bir hastalık nöbetiyle aksayan bir mektup. Ölümden bir anlığına dönen sevgili. Bir evin bahçesini işgal etmiş bir kaplan… Hayvan Hikâyeleri’nde Julio Cortázar bizi hayallerin ve kâbusların musallat olduğu apayrı bir gerçekliğe götürüyor.
Cortázar, 20. yüzyıl sonu Latin Amerika edebiyatına damgasını vuran “patlama”nın fitilini ateşlemiş isimlerin başında gelir. Üst orta sınıfın, küçüklü büyüklü burjuvaların doluştuğu mekânlara saldığı dehşetin ve saçmalıkların ardında karşı konulamaz bir coşkuyu, beklentileri baltalamaktan hoşlanan usta bir oyuncunun aldığı keyfi görmek mümkün.
Tünel
Yazar: Ernesto Sabato
Çevirmen: Pınar Savaş
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Sayfa Sayısı: 140
Yirminci yüzyılın ilk yarısında yazılmış olsa da insanlık kadar eski, insanlar yaşadıkça da var olacak ruh hallerinin dibine kazılan bir “tünel” bu kitap.
Özdeşlik arayışı, aşk, tutku, şüphe ve cinayet… Sıradanlığın ve sanatçı ruhunun, aklın ve içgüdünün birbirine karıştığı girdaplarda soluk soluğa bir yolculuk. Bizi götürdüğü yer ise daha ilk cümleden belli: Ben “Juan Pablo Castel, yani María Iribarne’yi öldüren şu ressam…”
Varoluşçu bir antikahramanın cinayet itirafnamesidir Tünel. Fransızcaya çevrilmesini Albert Camus’nün önerdiği, Graham Greene’in hayranlıkla karşıladığı bir başyapıt. Ernesto Sabato’nun felsefi ve edebi evrenindeki yolculuğunun da ilk adımı. Tünel, çağımızın temel entelektüel sorunlarını, toplumların ve ruhlarımızın karanlık, izbe köşelerini didikleyen bir üçlemenin ilk kitabı. Yaratıcılık ve dışavurum, istense de istenmese de en azından tek bir kişiyle duygudaşlık, anlamdaşlık için değil midir? Ya böyle bir kişiye rastlarsa yaratıcı?
İşte, ressam Castel’in öyküsü böyle bir rastlaşmayla yani María’yla başlar. Kurtarıcısını, tüneldaşını bulmuş gibidir. Marazi bir ruh taşkınlığıyla sarılır María’ya… Aşkın, takıntının, kuşkunun, kıskançlığın, sıkıntı ve deliliğin kol gezdiği Castel’in dünyasında gerçeklik duygusu adım adım yitirilir. Geride ne yaratıcı, ne de yaratı kalır. Cinayet de çözümsüzdür, kalıcı olan tek şey sonu gelmeyen kuşku döngüsüdür.İflah olmaz aşkları, ruh tutulmalarını bilenler için…
Kahramanlar ve Mezarlar
Yazar: Ernesto Sabato
Çevirmen: Pınar Savaş
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Sayfa Sayısı: 480
Sábato insanlık kadar eski, insanlar yaşadıkça var olacak ruh hallerini Tünel kitabının ardından irdelemeye devam ediyor. Kahramanlar ve Mezarlar’da, hem kendi karakterinin hem de ülkesinin geçmişindeki hayaletlerin peşine düşüyor.
Bu romanın konusu hakkında kısaca bir şeyler söylemeye çalışmak kitaba haksızlık etmek olur. Güç ve kederin, aşk ve kuşkunun, ensest ve cinayetin karanlık labirentlerinde gezinen roman, daima kapının eşiğinde bekleyen tehlikenin varlığıyla geçmişi anımsatıyor; geri dönüşlerle kehanetleri birbirine harmanlayarak bizi Ernesto Sábato’nun felsefi ve edebi evrenindeki ikinci yolculuğumuza çıkarıyor: Sınırlar yok oluyor, okur bulanan, eriyen ve yeniden biçimlenen zamanın içinde Arjantin’in ve tüm insanlığın varoluş nedenlerinin temel sorunlarında dolaşıyor; “vatan nedir, aile nedir, aşk nedir, yuva neresidir” sorularına yanıt arıyor.
Kitabın “Körler Üzerine Soruşturma” başlıklı bölümü ise “roman içinde roman” biçiminde bir kurguya sahip. Kaderiyle baş başa kalmış, bireysel özgürlükten yoksun, politik baskı altında zor nefes alan bireyi kurtarmak için umutsuz bir panzehir arayışının ürkütücü hikâyesi çıkıyor karşımıza. Karmaşık kurgusu, varoluşçu sorgulamaları, kara mizahla örülmüş dokusu, derin psikolojik ve mitolojik imgeleriyle, “Körler Üzerine Soruşturma”, elinizdeki kitabı görkemli bir başyapıta dönüştürüyor.
Latin Amerika edebiyatının en etkileyici yapıtlarından biri olarak kabul edilen Kahramanlar ve Mezarlar’la Sábato edebiyat severlere; Hesse, Dostoyevski, Borges okurlarına “hodri meydan” diyor…
Geceleri rahat uyuyamayanlar; kurumlara, kimliklere, yüce ülkülere, ilkelere inanmayanlar; sahte hayatlar yaşamak istemeyenler; isyankârlar ve kendi özbenliğini sorgulayanlar için…
Cesur Yeni Dünya
Yazar: Aldous Huxley
Çevirmen: Ümit Tosun
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 272
“Cesur Yeni Dünya” bizi “Ford’dan sonra 632 yılına” götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi’nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, “annelik’ ve ‘babalık’ pornografik birer kavram olarak görülür Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. “Herkes herkes içindir.”
“Cesur Yeni Dünya”nın önemi yalnızca ardılları için bir standart oluşturması ve karamsar bir gelecek tasarımının güçlü betimlemesiyle değil, aynı zamanda ‘birey yok edilse de süren macerasının’ sağlam bir üslupta anlatılmasıyla da ilgili. Huxley, yapıtını ütopa geleneğinin kuru anlatımının dışına çıkarıp ‘iyi edebiyat’ kategorisine yükseltiyor.
Veba
Yazar: Albert Camus
Çevirmen: Nedret Tanyolaç Öztokat
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 277
Camus adı çoğu okur için Yabancı romanıyla özdeşleşir. Ancak yazarın en önemli yapıtı aslında “Veba”dır. Keskin bir gözlem gücünün desteklediği arı bir bilinçle Veba, yalnızca çağımızın değil, tüm insanlık tarihinin ortak bir sorununa değinir: Felaketin yazgıya dönüşmesi. Camus’nün hiçbir yapıtında böyle acı bir yazgı, böylesine şiirsel bir dille ele alınmamıştır. “Veba”, insanın ve ışığın şiiridir. Bu şiirde renkler alabildiğine koyu, ancak yazarın sesi o denli umut doludur. Beklenmedik bir boyuta ulaşan veba salgını tüm Oranlıları ilkin umutsuzluğa boğar, ardından Doktor Rieux, Tarron ve Grand’ın gösterdikleri dayanışma örneği, başta yetkililer olmak üzere herkese bir güç ve umut kaynağı olur.
Körlük
Yazar: Jose Saramago
Çevirmen: Işık Ergüden
Yayınevi: Kırmızı Kedi
Sayfa Sayısı: 336
Adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir kentinde, arabasının direksiyonunda trafik ışığının yeşile dönmesini bekleyen bir adam ansızın kör olur. Ancak karanlıklara değil, bembeyaz bir boşluğa gömülür. Arkasından, körlük salgını bütün kente, hatta bütün ülkeye yayılır. Ne yönetim kalır ülkede, ne de düzen; bütün körler karantinaya alınır. Hayal bile edilemeyecek bir kaos, pislik, açlık ve zorbalık hüküm sürmektedir artık.
Yaşam durmuştur, insanların tek çabası, ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaktır. Roman, kentteki akıl hastanesinde karantinaya alınan, oradan kurtulunca da birbirinden ayrılmayan, biri çocuk yedi kişiye odaklanır. Aralarında, bütün kentte gözleri gören tek kişi olan ve gruptakilere rehberlik eden bir kadın da vardır. Bu yedi kişi, cehenneme dönen bu kentte, hayatta kalabilmek için inanılmaz bir mücadele verir. Saramago’nun müthiş bir gözlem gücüyle betimlediği bu kaotik dünya, insanın karanlık yüzünün simgesi.
Körlük, ürkütücü bir roman, beklenmedik bir felaketi yaşayan bir toplumun nasıl çöktüğünün, nasıl bencilleştiğinin ve değer yargılarını yitirdiğinin hikâyesi. Konusunun ürkütücülüğüne rağmen olağanüstü bir şiirsellikle anlatılmış bu unutulmaz roman, usta yazarın belki de en etkileyici yapıtı.
İlginizi Çekebilir: Körlük Serisi
Ecinniler
Yazar: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Çevirmen: Mazlum Beyhan
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 904
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881): ilk romanı insancıklar 1846’da yayımlandı. Ünlü eleştirmen V. Byelinski bu eser üzerine Dostoyevski’den geleceğin büyük yazarı olarak söz etti. Ancak daha sonra yayımlanan öykü ve romanları, çağımızda edebiyat klasikleri arasında yer alsa da, o dönemde fazla ilgi görmedi. Yazar 1849’da I. Nikola’nın baskıcı rejimine muhalif Petraşevski grubunun üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Kurşuna dizilmek üzereyken cezası sürgün ve zorunlu askerliğe çevrildi.
Dostoyevski Ecinniler’de ihtilâlci örgütlerin yapısı ve üyelerinin karakterini gerçekçi bir gözle ve alaycı bir ifadeyle sergilemiştir.
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
Yazar: Milan Kundera
Çevirmen: Fatih Özgüven
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 336
Cumartesi ve pazar günleri, varolmanın tatlı hafifliğinin geleceğin derinliklerinden yükselip yanına vardığı duygusu içindeydi. Pazartesi, benzerini bundan önce hiç tanımadığı bir ağırlıkla çarpıldı. Rus tanklarının tonlarca çeliği bunun yanında hiç kalırdı. Çünkü sevecenlikten daha ağır bir şey yoktur dünyada.
Milan Kundera’nın en bilinen romanı Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, yayımlanır yayımlanmaz çağdaş klasikler arasına girmiş, geçen yüzyılın en güçlü anlatılarından biri. Kundera, tepkiye karşı tepkisizliği, kararlılığa karşı kararsızlığın tutarlı ve erdemli yanlarını araştırdığı romanının başkişisi Tomas’la alışılmış, arkasında güçlü düşünce ve yaşam kurallarını taşıyan roman karakterlerini sorgular. Sovyetler’in Çekoslovakya’yı işgal günlerini de arka planda anlatır. Tıpkı kişiler gibi toplumsal önyargılar da eninde sonunda kararsızlığa ve “varolmanın dayanılmaz hafifliği”ne mahkûmdur ne de olsa.
Albaya Mektup Yok
Yazar: Gabriel Garcia Marquez
Çevirmen: Handan Saraç
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 80
Albaya Mektup Yok, çağımızın en büyük yazarlarından Gabriel García Márquez’in en güzel uzun öykülerinden biri. Ülkesi uğruna savaşarak yaptığı hizmetlerin karşılıksız kaldığını anlayan, emekliye ayrılmış yaşlı bir askerin öyküsü. Bir türlü gelmeyen emekli aylığını her cuma günü karısı ve horozuyla birlikte bekleyen emekli bir albayın komik ama bir o kadar da trajik hikâyesi. Gabriel García Márquez’in 1982’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülmesinde, hiç kuşkusuz, Albaya Mektup Yok’un da payı var.
Büyülü gerçekçilik ustasının anlattığı her sahne, karakterlerin her davranışı, umarsız görünen bir dünyada yaşama sevincinin türküsünü söylüyor, ölüme ve yalnızlığa meydan okuyor. Her cümle, yaşamın uçsuz bucaksız boşluğunun suskunluğunu kırıyor. “İmge, gerçekliğe ulaşmanın aracıdır,” diyen Gabriel García Márquez’in buruk bir alaycılık içeren bu öyküsü neredeyse görsel bir edebiyat başyapıtı.
Kaderin Kızı
Yazar: Isabel Allende
Çevirmen: İnci Kut
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 472
Sevdiği adamın evli olduğunu öğrenen Rose, ağabeyleriyle Şili’ye giderek yeni bir yaşama başlamıştır. Bir gün kapısına bir bebek bırakılır. Rose, Eliza adını verdiği bebeği evlat edinir. Yıllar sonra büyüyüp genç kız olan Eliza da tıpkı Rose gibi aşk acısını tadacaktır. Büyük bir tutkuyla bağlandığı sevgilisi onu bırakarak California’ya altın aramaya gitmiştir. Dünyanın dört bir yanından, geçmişlerini geride bırakarak yeni bir yaşam aramaya gelen bu insanların pek azı Yeni Dünya’nın şekillenmesinde rol oynayacak, çoğu da yok olup gidecektir.
“Altına hücum”un yaşandığı, altın peşindeki serüven düşkünlerinin doludizgin at koşturduğu vahşi Amerika, bu romanın sayfalarında olağanüstü ustalıklı çizgiler ve renklerle gözümüzde canlanıyor. Isabel Allende, aşkı derinlemesine resmederken Eliza’nın kişiliğinde yalnızlığın, arayışın erişilmez boyutlarını da gözler önüne seriyor; aşk, şiddet, dostluk, umut, umutsuzluk gibi insanı insan yapan temel duyguları, romanın kahramanlarıyla birlikte okurlara da yaşatıyor.
İsa’ya Göre İncil
Yazar: Jose Saramago
Çevirmen: E. Efe Çakmak
Yayınevi: Kırmızı Kedi
Sayfa Sayısı: 392
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi José Saramago, tartışmalara yol açan romanı İsa’ya Göre İncil’de İsa’nın yaşamını ve Hıristiyanlığın hikâyesini kutsal kitaplardaki kronolojiye sadık kalarak, ancak farklı bir bakış açısıyla anlatıyor.
Anne rahmine düşmesinden başlayarak bir çocuk, bir genç olarak zayıflıklarını, öfkelerini, heyecanlarını, kararsızlıklarını ve Mecdelli Meryem’le olan aşk ilişkisini romanına yansıtırken İsa’yı, Tanrı’nın oğlu ve bir peygamberden ziyade insan olarak gösteriyor. İsa’nın ve Tanrı’nın üzerindeki kutsallık örtüsünü kaldırıyor ve böylelikle soru sormanın, sorgulamanın önünü açıyor. Din ve inanç adına yapılan şiddet dolu eylemlerle karanlık bir mesel; şaşırtıcı zenginlikleriyle ve derinlikleriyle dünyevi bir İncil olan bu roman, Saramago’nun ülkesini terk etmesine yol açmıştı.
“Orijinal, vahşi ve çok güzel bir kitap.”
John Butt
“Yazarın en iyi kitabı… Saramago’nun romanı, insanlığın ıstırabına karşı yoğun bir şefkatle dolu, olağanüstü, dokunaklı, inanışlara ters düşen bir anlatı.”
James Wood
“Vahşi bir zekâyla, yumuşak bir tutkuyla ve şiirsellikle aydınlatılmış.”
Times Book Review
2666
Yazar: Roberto Bolano
Çevirmen: Zeynep Heyzen Ateş
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 1192
Kuzey Meksika’dan Nazi Almanyası’na, Stalin’in Moskovası’na, Drakula’nın kalesine ve denizlerin derinliklerine uzanan çarpıcı bir edebi labirent… Bolaño, ölümle yarışarak yazdığı 2666’da, kötülüğün en yalın halinin günümüz Meksika’sından bir gazete haberiyle başlayan hikâyesini anlatıyor. Hikâyenin geçtiği Santa Teresa sadece Cehennem olmakla kalmıyor, aynı zamanda da bir ayna; “sürekli işe yaramaz bir değişim içinde olan zengin ve yoksul Amerika’nın” hüzünlü bir aynası.
“Bu yılki okumalarıma çoğunlukla Roberto Bolaño hâkimdi. Bolaño, 2666’da Güney Amerika, ABD ve Avrupa geleneklerini; modernizmin vahşi gerçekçiliği ile suç romanlarını pürüzsüz bir şekilde bir araya getiriyor. Bolaño’nun romanları, yazarı modern edebiyat tarihinde önemli bir yere oturtuyor.”
Kazuo Ishiguro
“Bu doğaüstü roman tasvir edilemez; bütün ihtişamıyla yaşanması gerekir. Gelmiş geçmiş en korkunç gerçek cinayet furyasıyla, Juarez (Meksika) ve çevresinde öldürülen 400’den fazla kadınla ilgili olduğunu söylemek belki de yeterli.”
Stephen King
“Garcia Marquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık’la yarattığı depremden kırk yıl sonra, Bolaño yeri göğü yerinden oynattı. 2666, en yalın ifadeyle, yirmi birinci yüzyılın ilk gerçek başyapıtıdır.”
The Complete Review
Oğlak Dönencesi
Yazar: Henry Miller
Çevirmen: Avi Pardo
Yayınevi: Siren Yayınları
Sayfa Sayısı: 344
Arkadaşlığın gerçek anlamını kavrayabilmek için insanın arkadaşlarından kopması gereken zamanlar vardır. Bunu söylemek biraz tuhaf kaçacak ama bu kitabın keşfi etrafımda bulunan ve benim için artık bir şey ifade etmeyen arkadaşlarımı yaralayabileceğim bir silah, bir aygıt keşfetmekten farksızdı. Bu kitap dostum oldu çünkü bana arkadaşa ihtiyacım olmadığını öğretti. Bana tek başıma durma cesareti verdi ve yalnızlığın kıymetini bilmemi sağladı.
Sözünü sakınmayan dev bir yazardan, isyanla haykıran bir klasik: Oğlak Dönencesi.
Dünyaya biçili koordinatlara, medeniyet adı altında savaş, silah ve beton üreten düzene, insanı yok etmek pahasına köleleştiren sisteme karşı bir çığlık, gemlenemeyen bir ezgi ya da çağdaş yaşamın çarklarına atılan sert bir tekme… Henry Miller, Oğlak Dönencesi’nde rahimden mezara, kasıklardan zihne uzanıyor, benzersiz bir atlasın sayfalarını kendi renklerine boyayarak bambaşka bir dünya resmi ortaya koyuyor. Burada savaş saçma, yaşam beyhude; burada aşk siyah bir yıldızın gölgesinde ve ekmek aslanın ağzında… Burada kölelik özgürlüğü, yalanlar gerçekleri ve sürü bireyleri ezip geçiyor; burası Amerika, ama başka bir yer de olabilir; kitlelerin günbegün topluca cephelere veya işe yürüdüğü herhangi bir yer… Ve Henry Miller, akıntının tersine doğru gitmekte, kendi şarkısını haykırmakta kararlı.
Yayımlandığı günden bu yana yasaklarla boğuşan Oğlak Dönencesi, bir açıdan Henry Miller’ın yaşam öyküsü… Rahme düşmesinden aşka yuvarlanmasına, sürüye katılmasından kendi yazgısını ele geçirmesine ve dünyanın başlangıcından geleceğin müziğine varan bir öykü. Yaşam adı verilen sonsuz döngünün her zerresine uzanan bir varoluş çığlığı bu ve şiddeti dünyayı yerinden sarsmaya yetiyor.
Tek başına duracak, kendi doğrularınca yaşayacak cesareti olanlar için.
Vahşi Hafiyeler
Yazar: Roberto Bolano
Çevirmen: Peral Bayaz Charum
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 784
Canın sıkkın olduğunda okunacak kitaplar var. Hem de pek çok. Sakin olduğun zamanlar için de bir edebiyat var. Bence bu tür en güzeli. Bir de hüzünlü olduğun zamanlar için bir edebiyat. Ve neşeli olduğun zamanlar için bir başka edebiyat. Bilgiye susadığın zamanlar için de bir edebiyat var. Ve umutsuz olduğun zamanlar için de ayrı bir edebiyat var. Ulises Lima ile Belano’nun üretmek istedikleri edebiyat işte bu sonuncu türden bir edebiyattı.
1975’in son gününde “damardan gerçekçilik” akımının kurucuları Arturo Belano ile Ulises Lima ödünç aldıkları bir arabayla Meksika’dan ayrılırlar. Amaçları, uzun yıllar önce Sonora Çölü’nde kayıplara karışmış gizemli şair Cesárea Tinajero’nun izini bulmaktır. Belano ile Lima’nın kovalamacaya dönüşen arayışları ve sonraki yirmi yıla yayılan maceraları hem yakın dostları hem de dünyanın dört bir yanında yollarının kesiştiği kişiler aracılığıyla aktarılınca ortaya bir kuşağın öyküsü çıkar.
Çağdaş Latin Amerika romanının en önemli örneklerinden Vahşi Hafiyeler, sınırların ve türlerin birbirine karıştığı bir dünyada genç ve şair olmak hakkında: Latin Amerikalı ve sürgün olmak, yaşama ve ölüme olduğu kadar edebiyata da inanmak…
“Tıpkı Cortázar’ın Seksek’i gibi çığır açıcı, muhteşem bir eser. İki binli yılların yeni edebî akımları bu eserin açtığı yolu takip edecekler.”
Enrique Vila-Matas
Bulantı
Yazar: Jean-Paul Sartre
Çevirmen: Metin Celâl
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 264
20. yüzyılın önde gelen aydınlarından Jean-Paul Sartre, romanları, oyunları ve düşünce yazılarıyla varoluşçuluk düşüncesini olduğu kadar bütün bir yüzyılı da derinden etkilemiştir.
Bulantı, 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre’ın ilk romanı. Bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçu akımın sözcülüğünü üstlenen Sartre, adını 1938’de yayımlanan bu romanıyla duyurmuştu. Günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin’in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin’in kendi bedenine de yönelikti. Kimi eleştirmenler romanı hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirdilerse de, Bulantı, yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, sonradan Sartre’ın felsefesinin temellerini oluşturacak birçok konuya yer veren özgün bir yapıttı.
Şaka
Yazar: Milan Kundera
Çevirmen: Zehra Gencosman
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 319
Böylece, nice yılar sonra, kendimi doğduğum kentte buldum. Çocukluk, sonra yumurcaklık, sonra delikanlılık çağında binlerce kez içinden geçtiğim geniş meydanda ayakta durmuş, hiçbir heyecan duymuyordum; tam tersine, (demir başlıklı bir atlıya benzeyen) damların üzerinden bakan bir çan kulesinin egemen olduğu bu meydanın, bir kışlanın geniş talim alanını anımsattığını, eskiden Macarların ve Türklerin saldırılarına karşı bir kale görevi üstlenmiş bu Moravya kentinin askeri geçmişinin, meydanın yüzüne onulmaz bir çirkinlik damgası vurduğunu düşünüyordum.
Leviathan
Yazar: Paul Auster
Çevirmen: Seçkin Selvi
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 224
Daha önce “Ay Sarayı”, “Yalnızlığın Keşfi”, “Son Şeyler Ülkesinde”, “Şans Müziği”, “Kırmızı Defter” adlı kitaplarını yayınladığımız Paul Auster’in son romanı simgesel bir ad taşıyor: LEVIATHAN (Tevrat’taki efsane ejderi).
“Leviathan”, bir kadının bulduğu bir adres defterinden kendisine bir kimlik seçmesiyle başlıyor. Ya da birden, hiç beklenmedik, sarsıcı bir ölümle. Ya da Aaron oturup en sevdiği arkadaşı Benjamin Sachs’ın öyküsünü anlatmaya başlayınca. Aaron, evliliğini kıskandığı, zekasına hayran olduğu Sachs’ın öyküsünü anlatmak istiyor, çünkü Sachs’la ilgili soruşturmayı yürütenler onun için bir öykü uydurmadan önce kendisi doğruyu yakalamak istiyor. Belki bir kaza sonucu balkondan düşen ya da bilerek kendisi atlayan Sachs ortadan kaybolmuştur. Arada bir ortaya çıkarak deli saçması şeyler söyleyip sır olur.
İlk kitaplarından bu yana bize rastlantı ile yazgının toslaştığı dünyalar yaratan, insanlardan uzak kahramanların ardısıra bizi gizemli, yürek burkucu yolculuklara çıkanan Paul Auster, bu yedinci romanında dostluk ve ihaneti, cinsel tutku ve yabancılaşmayı konu alıyor. Amerika’nın en özgün yazarlarından biri olan Paul Auster’dan bir polisiye gerilimine sahip ürpertici, ürpertici olduğu kadar eğlendirici, iç gıdıklayıcı ve içten içe yankılanan bir roman.
Temel Parçacıklar
Yazar: Michel Houellebecq
Çevirmen: Osman Senemoğlu
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 312
İki üvey kardeş, iki farklı yaşam ve aşk anlayışı… Başarılı bir moleküler biyolog, matematiksel yaklaşımıyla insan sevgisinden ve cinsellikten uzak yaşayan Michel; vasat bir edebiyat öğretmeni, cinsel hazzın peşinden koşan, seks takıntılı Bruno. Üzerlerindeyse, özgürlük ve aşkın peşinden koşarak Amerika’ya giderken, çocuklarını büyükannelerine bırakan ve bu iki anti kahramanın travmalarının sorumlusu bir annenin gölgesi.
Birbirlerinin varlığından haberdar olmaksızın, büyükanneleri tarafından dış dünyadan korunarak yetiştirilen ve rastlantılar sonucunda karşılaşan taban tabana zıt iki kardeş ve onların âşık oldukları kadınlarla daha da çetrefil bir hal alan hayatları.
Michel ve Bruno’nun hayat karşısındaki başarısızlıkları, bencilliği aşan değerler yaratamayan tüketim toplumunun ve toplumsal olarak yıkıcı bir hal alan narsisizmin başarısızlığına bir yanıt sanki. Houellebecq’in yeni binyılın hemen öncesinde kaleme aldığı, insan ilişkilerine karamsar bir gerçekçilikle yaklaşan bu roman yayımlandığında, gerek dili gerek bazı temel meselelere alışılmışın dışındaki yaklaşımıyla, dünyada adeta bir manevi kaos yarattı; 2000’lerin insanını, yeni Frankenstein olarak kendi kendisiyle tanıştırdı.
Demian
Yazar: Hermann Hesse
Çevirmen: Kamuran Şipal
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 211
On yaşındaki Latince öğrencisi Emil Sinclair, güvenceli aile ortamının dışında sert ve acımasız bir dünya olduğunu erken fark eder. Kendini bulma yolundaki delikanlı, din ve ahlak gibi artık inanamadığı kalıparla birlikte baba evinden de kopar. Küçük yalanlar ve hırsızlıklarla beslenen yaşamında, sağlam çocuk dünyasının çöktüğünü görür. Onu bu acılardan kurtaracak olan kişi, okula yeni gelen bir başka öğrenci: Max Demian’dır. Demian, Sinclair’in yaşamını yönlendiren, etkileyen başkisi olur.Tanıştığı ve tanıdığı insanlar, Sinclair’in kendini ve benliğini bulma yolunda birer kilometre taşıdır. Hermann Hesse’nin öteki romanlarından ayrılan bir yanı var Demian’ın: Bir gençlik ve öğrencilik romanı olan Demian, yazarın o dönemdeki korkularını ve sorunlarını tümüyle yansıtıyor.
Hesse’nin meslek sorunlarının yanına kişisel sorunları da katılıyor: Babasının ölümü, en küçük oğlu Martin’in tehlikeli bir hastalığa yakalanması ve karısının, onu hastanelerde tedavi görmeye zorlayan ve gitgide ciddileşen ruhsal bozukluğu. Hesse’nin acılarla yoğrulan bu dönemi hayatında büyük değişimlere yol açtı. Ruhsal çöküntüsüyle, ancak doktor yardımıyla baş edebildi.Bu sorunlu dönemin meyvesi ise Demian oldu. Birkaç ay içinde bitirdiği romanını Emil Sinclair adı altında yayınevine yolladı, ancak İsviçreli bu genç, ama hasta yazarı desteklediğini söyledi. Gerçek kimliğini kitabın daha sonraki baskılarında açıkladı.
Bozkırkurdu
Yazar: Hermann Hesse
Çevirmen: Kamuran Şipal
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 210
“Harry kendi içinde bir ‘insan’ bulur, düşüncelerden, duygulardan, uygarlıktan, dizginlenmiş ve yüceltilmiş doğadan kurulup çatılmış bir dünyadır bu; ayrıca, bir ‘kurt’ bulur içinde, içgüdülerden, vahşilikten, acımasızlıktan, yüceltilmemiş, yontulmamış doğadan bir dünya bulur. Varlığının böyle açık seçik ikiye ayrılmasına, birbirine düşman iki yarıma bölünmesine karşın, yine de kurt ile insanın bazı mutlu anlarda birbiriyle kardeş kardeş geçindiğini görür.”
Uçarı bir “yaşam” insanı olmaya kalkışan katıksız bir “düşün” insanının, bu ikilemin gelgitleriyle oradan oraya savrulan yalnız bir ruhun, Bozkırkurdu’nun hikayesi. Aydın geçinenlerin, bildikleriyle büyüklenenlerin, bilmediklerini küçümseyenlerin, bunu yaparken -bilinçli ya da bilinçsiz- yaşamı kaçıranların yüzüne inen bir tokat.
“Bozkırkurdu’nun, deneysel cesaret anlamında Ulysses’ten aşağı kalmayan bir yapıt olduğunu söylemeye gerek var mı? Bozkırkurdu, okumanın ne demek olduğunu uzun zamandır ilk kez hatırlattı bana.”
Thomas Mann
Toza Sor
Yazar: John Fante
Çevirmen: Avi Pardo
Yayınevi: Parantez Gazetecilik ve Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 160
Çölde bir toz bulutuna kapılıp giden muhteşem bir aşkın öyküsü…
Bukowski’nin “Benim Tanrımdı” dediği yazarın başyapıtı…
Charles Bukowski gençlik yıllarında kütüphanede tesadüfen kitaplarını keşfettiği Fante’yi hiç unutmamış. Tanınmış bir yazar olunca, Fante’yi keşfinden 39 yıl sonra, 80’li yıllarda, kitaplarını basan yayınevine önermiş. Fante hayattayken kitaplarının yeniden basıldığını görmüş.
Charles Bukowski, “Fante benim tanrı’mdı” diyor Toza Sor’un önsözünde. John Fante gerçekten de iyi bir yazar. Kendi yaşamından yola çıkarak yazıyor eserlerini. Toza Sor’da yazarlık yaşamının, gençliğinin ilk yıllarını anlattığı dörtlemesinin en tanınmış romanı. Çölde bir toz bulutuna kapılıp giden muhteşem bir aşkın öyküsünü anlatıyor. Toza Sor’u okuduğunuzda gerçekçi anlatımı sizleri de etkileyecek ve Bukowski’ye hak vereceksiniz.
Narziss ve Goldmund
Yazar: Hermann Hesse
Çevirmen: Kamuran Şipal
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 290
Hermann Hesse’nin 1930 yılında yazdığı Narziss ve Goldmund Ortaçağ’da yaşayan iki zıt karakterin sıradışı dostluğu ekseninde yaşam, ölüm, sanat, us, aşk, tutku ve cinselliğin izini sürüyor.
Bir yanda bilge Narziss, öte yanda sanatçı Goldmund; ikisi de “kendini gerçekleştirme” yolunda mükemmele ulaşmaya çabalasa da mükemmele ancak karşıt yönlerden yaklaşmayı başarabiliyorlar.
Hesse’ye göre; karşıtlıklar, kopuşu değil birbirini bütünleme yetisini pusula edindiğinde evrensel insan fikrine yaklaşılabilir.
“Bu kitapta, çocukluktan beri içimde taşıdığım Almanya’yı ve Almanlık ruhunu bir kez olsun dile getirmek ve onlara duyduğum sevgiyi itiraf etmek istedim – bugün, “Alman” olan her şeyden nefret ediyorum çünkü.”
Hermann Hesse, 1933
“Yüzyılımızın yol gösterici karakterlerinden biri.”
Ralph Freedman
“Kitaplarını büyük bir şaşkınlıkla ve daima merakla okudum. Bu Hermann Hesse sadece Amerikalılara ait bir romantik düşünce değil, aksine kesinlikle akıllı, doğrulanabilir, büyük bir yazardır.”
Peter Handke
Sisifos Söyleni
Yazar: Albert Camus
Çevirmen: Tahsin Yücel
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 160
Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.
Tanrılar tarafından, her defasında yeniden aşağı yuvarlanacak olan taşı tepeye çıkarmakla cezalandırılan Sisifos, taşı belirlenen noktaya çıkarırken yeniden aşağıya düşeceğini bilse de onu taşımaya devam eder. Sisifos, Camus için bir kahramandır. Onun tek başına didinmesi bile varoluşun anlamsızlığına karşı bir direniştir.
Yabancı romanında okuduğumuz uyumsuzluk duygusu, 20. yüzyıl felsefe tarihinin en mühim metinlerinden biri kabul edilen Sisifos Söyleni’nde düşünsel zeminini bulur. Absürde karşın yaşamayı, başkaldırmanın gerekliliğini savunan Camus uyumsuz kavramını burada somutlaştırır: İnsan öncelikle uyumsuzluğun bilincine varmak zorundadır ve bütün bu anlamsızlığa rağmen direnmeyi seçmelidir.
Şato
Yazar: Franz Kafka
Çevirmen: Tanıl Bora
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 386
Kafka’nın ölümünden sonra yayımlanan son romanı Şato, iktidarın gizemli etkisini inceleyen kehanet dolu bir modernist başyapıt.
Tepedeki bir şatonun gölgesi altında, karla çevrili bir köye çağrılan K., işvereni olan kontun etrafındaki esrarlı perdeyi aşmayı beceremez; onu cansiperane savunan bürokratların ve köylülerin engeline takılır. Etrafını saran belirsizlikler ve gelgitler içinde düştüğü absürt dünyayla boğuşan K.’nın öyküsü, feodalizm sonrası modern ulus-devletlerde iktidarın evrileceği noktayı uzaktan seçer gibidir. Şato, Kafka’nın kendine özgü üslubunu ustalıkla konuşturduğu, çağının kaygılarına hitap eden sürükleyici bir anlatı.
“Hayattan ölesiye korkan, sezgileri kuvvetli bir münzeviydi… Tüm eserleri insanların esrarlı tasavvurlarının ve suçsuz suçluluk duygusunun dehşetini anlatır.”
Milena Jesenska
“Sanatı, edebiyatın hiç görmediği bir dokunaklılığa, rahatsız edici bir anlaşılmazlığa sahiptir.”
Erich Heller
Dublinliler
Yazar: James Joyce
Çevirmen: Murat Belge
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 276
Joyce, Dublin’in yaramaz çocuklarının, sokak müzisyenlerinin, siyasetçilerinin, rahiplerinin ve bu şehirden kaçmak isteyenlerle kaçamayanların hikâyelerini anlatıyor.
Dublinliler’de Joyce sarsılmayan bir gerçekçilikle, doğduğu ve büyüdüğü Dublin’de yüzyıl sonunda yaşamdan kesitleri bize sunuyor. 1905 yılında tamamladığı bu hikâye derlemesi konu aldığı hayatlar ve kullandığı dil yüzünden İrlanda’da ve İngiltere’de yayınevlerince ahlâka aykırı bulunup kabul edilmemiş, yayımlanması, ilk romanı Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’yle aynı zamanı bulmuştu. Joyce bir ölümle başlayan ve “Ölüler” ile sona eren on beş hikâyesinde şehrin farklı katmanlarında gezinmekle kalmıyor, aynı zamanda şehrini ve İrlanda’yı özetleyen manevi felç, pişmanlık ve iki arada kalmışlık gibi hisleri de bu kitabın her bir satırına işliyor.
“Dublinliler’in sakinleri için ‘kolonize edilmiş’ tanımını kullanmak basit kaçar; siyasi özerkliği olmayan bir ülkede, güç bela yaşadıkları kamu alanının nasıl tahrip edilmiş olduğunu göz ardı edemeyiz.”
Colm Toibin
Ay Sarayı
Yazar: Paul Auster
Çevirmen: Seçkin Selvi
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 336
New York Üçlemesi, Leviathan, Şans Müziği, Yükseklik Korkusu, Yanılsamalar Kitabı gibi gizemli romanlarında hep insanın kimliğini, yaşamının anlamını arayan Paul Auster, Ay Sarayı’nda, Marco Stanley Fogg’un tuhaf öyküsünü anlatıyor. Artık çalışmamaya, yemek yememeye karar veren Marco, bütün bunların nereye varacağını merak eder. Geçmişinin anahtarlarının, yazgısının temel bilmecesinin peşindedir. Fantezi ile iç monologların ustalıklı karışımından oluşan Ay Sarayı, yirminci yüzyıl başlarından insanın Ay’a ayak basışına uzanan döneme kadarki üç kuşağı kapsayan bir roman. Gülümseten ama hüznü de elden bırakmayan bir yaşlanma öyküsü.
Ay Sarayı, Fransa’nın ünlü kitap dergisi Lire tarafından 1990’da “yılın en iyi kitabı” seçilmişti. Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından biri sayılan Auster, uçsuz bucaksız bir hayal gücünün kapılarını aralıyor.
Don Quijote
Yazar: Miguel de Cervantes Saavedra
Çevirmen: Roza Hakmen
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 910
Cervantes’in ünlü romanı Don Quijote, tam adıyla La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote.
“Birinci kısmının basıldığı 1605 yılından beri en çok okunan, en çok sevilen, en çok yorumlanan ve yeniden en çok yazılan La Mancha’lı Şövalye Don Quijote ve silahtarı Sancho Panza’nın serüvenleri”
1Q84
Yazar: Haruki Murakami
Çevirmen: Hüseyin Can Erkin
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 1256
“Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir”
Sarsıcı bir yolculuğa hazır mısınız?
Öyleyse kemerlerinizi bağlayın. Erkekleri, titizlikle geliştirdiği bir yöntemle öteki dünyaya gönderen genç bir kadınla tanışacaksınız. Ve amansız bir takiple onun peşine düşen fanatik bir cemaatin müritleriyle…
Romantik misiniz?
Evet, bu kitapta aşk da var… İki dünya bir araya gelmeden mümkün olmayan bir aşk.
Yaşadığınız dünya gerçek mi, hiç düşündünüz mü?
Düşündüyseniz, paralel bir evrene geçmek sizi heyecanlandıracaktır o zaman.
Hayatı algılayışınızı değiştirecek bir kitabın kapağını açmak üzeresiniz şu an.
Dr. Jekyll ile Bay Hyde
Yazar: Robert Louis Stevenson
Çevirmen: Ebru Kılıç
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 88
Çağının önde gelen yazarlarından Robert Louis Stevenson’ın en önemli eserlerinden biri olarak görülen Dr. Jekyll ile Bay Hyde,Viktoryen dönemin ahlakçı paranoyasının insan bilincinde yarattığı yarılmayı yansıtan bir başyapıt.
Avukat Bay Utterson, kadim dostu Doktor Henry Jekyll’ın son isteğinin ardındaki gizemin peşine düşmekten kendini alamaz. Dr. Jekyll’ın tüm mirasını bıraktığı şu gizemli Bay Hyde kimdir? Soylu Sör Danvers’ı kim öldürmüştür?
Stevenson, bir insanın ruhundaki iki farklı kişiliği, saf iyiyle saf kötünün temsillerini yansıttığı ürkütücü eseriyle hem gizem hem korku hem de bilimkurgu türünde çığır açmayı başarıyor.
“Yalnızca iyi bir ‘öcü masalı’ değil aynı zamanda nesirden ziyade şiire yakın bir hikâye. Bu yüzden yeri Madam Bovary ve Ölü Canlar gibi şaheserlerin yanı.”
Vladimir Nabokov