Böcü’de, büyük bir nükleer patlama sonrası insana ve yaşama dair her şey dönüşüme uğramış ve aşınmış, tarihsel açıdan geriye –adlı adınca Orta Çağ’a– savrulmuş; ama bir şekilde aynı, daha doğrusu bilindik kalmıştır.
Böcü
Yazar: Tatyana Tolstaya
Çevirmen: Eyüp Karakuş
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 368
Şehrimiz, toprağımız burası,
adı ise Fyodor-Kuzmiçsk.
Ondan öncesindeyse İvan-Porfiriçsk imiş,
ondan da önce Sergey-Sergeyiçsk imiş,
ondan önce Güney Ambarları imiş,
hepsinden önce de…
Böcü’de, büyük bir nükleer patlama sonrası insana ve yaşama dair her şey dönüşüme uğramış ve aşınmış, tarihsel açıdan geriye –adlı adınca Orta Çağ’a– savrulmuş; ama bir şekilde aynı, daha doğrusu bilindik kalmıştır. Radyoaktif bozunmaya uğrayan bu dünyada yaşam, “Önceki Zaman”ın ufak tefek kalıntıları üzerinde edebiyata, özellikle de şiire tutunarak yeni baştan kurulur, bu yeniden kuruluş esnasında değişense belki de sadece isimlerdir.
Romana ismini veren ise, Fyodor-Kuzmiçsk şehrinin ormanlarında yaşayan, nükleer patlamanın doğurduğu bir canavardır: Geceleri “insancıklar”a musallat olan, in midir cin midir bilinmez, cırnaklarıyla ruhlarımızı, damarlarımızı cırmalayan, nefesini ensemizde hissettiğimiz ama bir türlü yüz yüze gelemediğimiz yabancı mahluktur.
Tatyana Tolstaya Böcü ile, ailesinden –ve tabii ülkesinden– devraldığı büyük edebî mirasa sırtını yaslayarak, post-apokaliptik bir dünyayı eşine zor rastlanır bir ironi ustalığı ve dil kıvraklığıyla resmederken, bir yandan da içimizdeki Böcü’ye ayna tutuyor.
Çağdaş Rus edebiyatının en özgün eserlerinden Böcü, Eyüp Karakuş’un Rusça aslından çevirisiyle…
“Böcü’nün muazzam yaratıcılığını, zenginliğini ve coşkunluğunu layıkıyla aktarmak imkânsızdır.”
John Banville
Tipi
Yazar: Vladimir Sorokin
Çevirmen: Ergin Altay
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 200
Doktor Platon İlyiç Garin, gizemli bir salgının pençesindeki Dolgoye köyüne gitmek zorundadır. Bunun için güler yüzlü ve uysal kızakçı Perhuşa’yla beraber yola çıkar. Yanındaki aşı, bu korkunç hastalığın yayılmasını önleyecektir. Ancak aniden bastıran kar fırtınasıyla birlikte göz gözü görmemeye, tanıdık yollar örtülmeye başlar. Birkaç saatlik bir yolculuk, zamanın ve mekânın sonsuzluğa uzandığı, rastlantılarla hayallerin birbirine geçtiği destansı bir arayış halini alacaktır.
Çağdaş Rus yazınının en çarpıcı ve özgün kalemlerinden Vladimir Sorokin, hiçbir yere çıkmayan yolları izleyerek korku ve merak dolu bir dünya yaratıyor. Tipi, Tolstoy’a ve Turgenyev’e ait bir dünyada bilimkurgu öğelerle süslenmiş bir kabus, günümüze ışık tutan çağdaş bir kış masalı.
“Çeviri edebiyat dünyasının en sevdiği çağdaş Rus romancı olan Vladimir Sorokin, ülkesinin amansız soğuğunu aynı acımasızlıkla anlatıyor. Tipi, Tolstoy’un öyküsü üzerine, manevi derslerin dâhice bir şekilde üzeri silinerek yazılmış delice bir fantezi.”
Joshua Cohen, Harper’s Magazine
Kum Tefrikaları
Yazar: Ömür İklim Demir
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 432
Kum Tefrikaları, kuytunun, saplanıp kalmanın, kendine gömülmenin, uzaklara düşmenin, öteki bile olamamanın, boşluğun, hevesin, meşgalenin, Doktor Mithat’ın, Murat Hoca’nın, Yurdanur Hala’nın, Şevket Kemal Bey’in, ölülerin, kelimelerin, telgraf tıkırtısının, tozun, rüzgârın, bulutların, bütün o yılların ve de üstümüzden esip geçen diğer şeylerin hikâyesi… Rüzgâr hiç durmadan esiyor sayfaların arasında, her şey bir görünüp bir kayboluyor ya da bir kaybolup bir görünüyor. Yutuyor kenarları, köşeleri, arabaları, evleri kum; yutuyor günleri, takvimleri, atları, uçakları ve de hepsinden mürekkep hayalleri…
Bozkıra bakan izbe balkonlar, Boğaz’a açılıyor bir vakit; ölümler umuda, umutlar çaresizliğe benziyor yavaş yavaş. Her kavram değişip dönüşürken, Türkiye’nin son yüz yılında dolanıyor Ömür İklim Demir, kat kat açılan bir romanla çıkıyor karşımıza.
“Panjurların gölgesi yüzümde parlayıp söndüğünde, bıyığımla oynuyordum; ardından boğuk bir gök gürültüsü geldi. Sigaramın külünü silktim. Beş saniye önce kor gibi yanan kül, yüz yıllık diğer külün içinde kaybolup gitti. Geçmiş tarafından yutulmak böyle bir şey olmalıydı.”
Bir iyi dilek, bir ilk roman… Kum Tefrikaları.
T. Singer
Yazar: Dag Solstad
Çevirmen: Deniz Canefe
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 208
T. Singer “bir hiç kimsedir. Kendisine karşı bile bir hiç kimse, özellikle kendisine karşı.”
T. Singer, 34 yaşında başkent Oslo’dan Notodden kasabasına, bir kütüphanede çalışmak ve böylece sıfırdan başlamak için gelmiştir. Aslında Singer’in hayatı, eylemde ve düşüncede, pek çok kez sıfırdan başlayıp başladığı noktaya geri dönmekten ibarettir; zira küçüklüğünde yaşadığı bir utancı hayatı boyunca farklı suretlerde tekrar tekrar yaşamış, yaşadıkça kabuğuna daha çok çekilmiş, kendi ruhunun izbelerine hapsolmuş, kendisi ve yaşam belirtileri giderek silikleşmiştir. “Toplum için bir kıymet” olmaktan çıktığının çoktan farkına varmıştır. Giderek yalnızlaşmış, yalnızlaştıkça âdeta elim bir bağımlılık gibi, başka hiçbir şey yapmayı bilmediği için kendisini yalnızlaştırmaya devam etmiştir. Nihayetinde toplumdan ve benliğinden soyutlanmış zihni, olasılıklar denizinde salınıp duran bir gözlem yığınına dönüşmüştür.
Gelgelelim, kendisinin dahi üzerine düşünmek istemediği, hiç hesapta olmayan gelişmelerle dolu yaşamı onu başladığı yere, Oslo’ya geri götürecektir.
“Çok tuhaf romanlar yazan Dag Solstad, benim en sevdiğim yazarlardandır.”
Haruki Murakami
“Kuşkusuz Norveç’in en cesur ve en zeki yazarı.”
Per Petterson
Yara İzleri
Yazar: Juan Jose Saer
Çevirmen: Gökhan Aksay
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 320
Öylesine büzüşmüştü ki cüceye benziyordu. Sarı kaldırım taşları kan lekesiyle kaplanmıştı. Kıpırdamıyordu adam. Böyle cama çarpan, sonra havada uçup üçüncü kattan yere düşen birinin, cama ve kaldırıma çarpma anında hiçbir tarafının kırılmadığının farkına vardım. Çünkü adam, kendisinden artakalan şeyi, o içi boş kabuğu fırlatıp atmadan önce paramparça olmuştu zaten. İçinde ne var ne yoksa çekip almış, sonra da boş kabuğu pencereden fırlatmıştı.
Mesleğinin henüz başında genç bir gazeteci, işini bırakıp varını yoğunu kumara veren bir avukat, dünyaya karşı tiksintiyle dolmuş bohem bir hâkim ve karısını öldüren “sendika hırsızı” bir işçi…
Yara İzleri’nde, bir cinayetin çemberine girip çıkan bu dört insanın öyküsü kendi gözlerinden, tıpkı parçalanmış yaşamları gibi dört bölümde anlatılır. Zaman zaman bir araya gelmelerine sebep olan bir cesede rağmen, bu kişilerin ortak noktası ceset karşısındaki korkunç kayıtsızlıklarıdır; çünkü gerçekte anlatılan bir cinayetten çok, cinayete kurban gitmiş bir toplumun bireylerinin parçalanmışlığı, yaralanmışlığıdır.
“Saer, Arjantin’in Borges’ten bu yana çıkardığı en iyi yazardır.”
William Rowe
Züleyha Gözlerini Açıyor
Yazar: Guzel Yakhina
Çevirmen: Nilüfer Natalia Denissova
Yayınevi: Hep Kitap
Sayfa Sayısı: 472
Bu roman, insanlığın en kötü tohumlarının bile iyiliği engelleyememesi hakkında…
Bu roman, haritada bile yeri bulunamayan, kimsenin yolunun düşmediği bir yerde insan yaşamının tekrar oluşması hakkında. Sanatı, renkleri, bilimiyle insanlığın doğayla işbirliği yapıp yeniden kök salması, yeniden olgunlaşması hakkında.
Bu roman, bir kadının gücü ve zaafları hakkında, annelik hakkında. Üstelik İngiliz tarzda döşenmiş bir bebek odasında değil, Sibirya’da bir çalışma kampında, insanlık tarihinin en büyük kötülüklerinden birinin yarattığı cehennemdeki annelik hakkında.
Yevgeni Onegin
Yazar: Aleksandr Puşkin
Çevirmen: Sabri Güneş
Yayınevi: Alfa Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 472
Rus edebiyatının simgesi haline gelmiş şair Aleksandr Puşkin’in Yevgeni Onegin adlı manzum romanı, Rus edebiyatının ilk romanı olarak anılır. Kısa, maceralı bir hayat, görkemli bir yaratıcılık, trajik bir sonla Rusya’yı sonsuza dek değiştiren Puşkin’in bu eseri, 1825-32 yılları arasında tefrika edilmiş; ilk kez 1833 yılında bu kitaptaki biçimiyle tam olarak yayımlanmıştır.
Belinski’nin “Rus hayatının ansiklopedisi” diyerek övdüğü romanı Çaykovski operaya uyarladı. Bunun ardından bale uyarlamaları, tiyatro uyarlamaları, şiir ve düzyazı biçiminde nazireler, film uyarlamaları dünyanın dört bir yanında birbirini takip etti. Eser ayrıca Vladimir Nabokov’un İngilizceye çevirirken yaptığı hacimli şerhle; Yuri Lotman’ın yaptığı eleştirel şerhle ve Douglas Hofstadter’in çevirisiyle de ünlüdür.
Bayan Unguentine’nın Seyir Defteri
Yazar: Stanley Crawford
Çevirmen: Suat Kemal Angı
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 120
“İsim Bayan Unguentine’dir. Bu isimle doğan ben değildim, oydu. Büyük kablonun okyanus tabanına döşendiği günlerde telefonda evlendik, hava bu denli kötüleşmeden çok önceydi; o zaman yapılacak şey, gerçekten yapılacak şey buydu. Bizi bir başrahip, birden çok aboneye hizmet veren ortak bir telefon hattında karı koca ilan etti; en azından telefon hattını, elektrotları ya da bu tür şeyleri kutsadı. Ve tüm isimlerimi, kızlık soyadımı, ön adımı, göbek adımı elimden alarak beni Bayan Unguentine yaptı.”
Stanley Crawford’ın 1972’de yayımlanan ve çağdaş dünya edebiyatının saklı hazinelerinden Bayan Unguentine’nin Seyir Defteri, işte bu çarpıcı bölümle açılıyor.
Yıllarca denizlerden denizlere sürüklenen, botanik bahçesine dönüştürülmüş bir mavnadır Bayan Unguentine. Sahipleri Bay ve Bayan Unguentine, görenleri hayrete düşüren yüzergezer bir dünya inşa etmişlerdir. Su üstündeki bu hareketli dünyada yaşadıkları, yaşamın ve kadın-erkek ilişkilerinin bir izdüşümü olmasının yanı sıra düşsel bir çılgınlığın öyküsüdür.
Kıskançlık
Yazar: Yuri Oleşa
Çevirmen: Sabri Gürses
Yayınevi: Kırmızı Kedi
Sayfa Sayısı: 176
Yirminci yüzyıl Rus edebiyatının en önemli eserlerinden biri sayılan Kıskançlık’ta, dönemin Sovyet düzeninin metaforu yaratılmış, Sovyet Rusya’nın ilk yıllarındaki çarpışan değerlerinin ileriye dönük bir portresi çizilmiştir. Oleşa’nın dışavurumcu üslupla yazdığı ve toplumsal gerçekçilik ekolünden oldukça farklı duran bu romanı Nabokov ve Bulgakov’un yapıtlarıyla karşılaştırılmıştır. Sıradan insanın içini kemiren kıskançlık duygusunu somutlaştıran Kavalyerov, sistemin çarkları arasında kendi yaratıcılığına özgürlük tanınmadığını düşünen İvan Babiçev, sistemin ta kendisini temsil eden Andrey Babiçev gibi unutulmaz karakterleriyle, Kıskançlık, usta işi bir üslupla işlenmiş, müthiş bir ironiyle bezenmiş, insan psikolojisinin derinlerine inerken toplumsal taşlamaya da yer veren bir eser.
“Üstün ve zamanı aşan, neredeyse bir film kadar görsel bir şölen.”
The New York Times
“Modernizm deneyi ve Dostoyevski’yi andıran bir mazoşizmin birleşimi…”
Times Literary Supplement
On İki Sandalye
Yazar: Yevgeni Petrof, İlya İlf
Çevirmen: Mehmet Özgül
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 448
On İki Sandalye, Sovyet Edebiyatı’nı mizah, taşlama ve ironi unsuruyla tanıştıran İlya İlf ve Yevgeni Petrov’un beraber yazdıkları ilk roman.
Eski bir soylu olan Vorobyaninov, kayınvalidesinin ölüm döşeğinde açıkladığı sırrın ardından sandalyelere saklanmış elmasların peşine düşer. Hazine avcılığında bir de ortağı vardır: Ostap Bender. İkili, elmasların peşinde Sovyet şehirlerini dolaşırken, yeni toplumun panoraması okurun önüne boylu boyunca serilir. Sovyet bürokratları, mülksüzleştirilmiş sınıflar, başkent ve taşrada yaşanan değişimin mizahi tasviri, On İki Sandalye’yi Rus toplumunun 1920’lerin sonundaki görünümüne dair çarpıcı bir anlatıya dönüştürür. İlf ve Petrov, On İki Sandalye’de Rus toplumunun kolektif hafızasına kazınacak olan Ostap Bender tiplemesini ilk kez sahneye çıkartırlar.
“İlf ve Petrov, Sovyetler Birliği’nin parmakla sayılabilecek kadar az ve başarılı taşlama yazarları arasındalardı.”
Chris Berg
Buz
Yazar: Anna Kavan
Çevirmen: Selahattin Özpalabıyıklar
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 180
Anna Kavan, trajik ve egzotik hayatını yazdıklarına yedirişi, düş dünyası ve kâbus dolu hayal gücü dolayısıyla sık sık benzetilip kıyaslandığı Anaïs Nin gibi kültleşmiş bir yazar. Buz gerçekdışılığın hüküm sürdüğü, düşlerle alegorilerin iç içe geçtiği marjinal bir bilimkurgu, “Kafka’nın kızkardeşi” olarak anılan Kavan’ın başyapıtı. Buz’daki karakterler özellikle simgesel ve adsızdır. Kız, kahraman, muhafız. Geçtikleri ülkeler anonimdir. Kararları geçicidir, eylemleri neredeyse rastlantısal, durumları buzun ilerleyişi kadar keyfi. Onların dünyası ölüme mahkûmdur. Çılgınlaşmış askeri eylemler, adsız uluslar, her şey bir kıyamet duygusuna katkıda bulunur.
“Modern yazarların en gizemlilerinden biri olan Anna Kavan, eşsiz büyüleyicilikte bir kurmaca dünya yarattı. Onun görüş gücünün yoğunluğuyla çok az çağdaş romancı boy ölçüşebilir.”
J. G. Ballard
“Hiç benzeri yok… Bu buz psikolojik buz ya da metafizik buz değil; burada çocukluğun yalnızlığı, bir büyüyle, İhtiyar Denizci’nin ki kadar sanrılı bir fiziksel gerçekliğe dönüştürülmüş.”
Doris Lessing
Dürüst Yalancı
Yazar: Tove Jansson
Çevirmen: Yonca Mete Soy
Yayınevi: Siren Yayınları
Sayfa Sayısı: 152
Kuzey’in en parlak yıldızı Tove Jansson’dan kendimize ve diğerlerine söylediğimiz yalanlara dair bir roman: Dürüst Yalancı. Milyonlarca okura ulaşan çocuk kitaplarıyla tüm dünyada tanınan Jansson, yetişkinler için yazdığı bu romanda iki kadının kurduğu çıkar ilişkisini ele alıyor. Kuzey’de bir sahil köyünde tarifsiz bir ayaz kol gezerken Katri Kling adlı bir kadın, feraha çıkma umuduyla bir plan yapıyor ve ormanın gerisinde bir başına oturan çocuk kitabı yazarı Anna Aemelin’in yaşamına buzda yürürcesine adım atıyor. İki kişilik bir oyun bu ve kar hiç durmadan yağarken avla avcı, kurtla tavşan birbirine karışıyor.
Jansson, doğaya ve havaya neredeyse roman kahramanları kadar etkin bir rol biçiyor ve fırtınalarla dolu insan ruhunu olduğu gibi, belirsizlikleri ve tutarsızlıklarıyla resmediyor. Ağırlığı bir türlü silinmeyen geçmişin, ilişkilerin ezici doğasının ve sanatın sunduğu tesellinin hikâyesi bu anlatılan ve içinde bir yerlerde vahşi bir hayvan, belki bir kurt geziyor.
Dürüst Yalancı Tove Jansson’un dehasını yansıtan, minimalizmin ihtişamıyla duru, naif ve sarsıcı bir roman.
“Tove Jansson’un en iyi romanlarından biri… Sürükleyici, özgün, tuhaf.”
Sheila Heti, The New Yorker
“Hakikate, yalana ve hakikat ile kandırmaya dair mükemmelen kurgulanmış bir kitap, 2011’de En İyi Çeviri Kitap Ödülü’nü (Best Translated Book Award) almış olması şaşırtıcı değil.”
Publishers Weekly
“Bu yıl (2010) okuduğum en güzel ve en doyurucu roman.”
Ursula K. Le Guin, The Guardian
Morel’in Buluşu
Yazar: Adolfo Bioy Casares
Çevirmen: Nevzat Yılmaz
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 116
Bir kaçağın bir adaya çıkışı… Adadaki insanları gözetlemesi… Gizemli bir kadın… Adada meydana gelen gerçeküstü olaylar…
Adolfo Bioy Casares, Morel’in Buluşu’nda bizi gerçeküstüyle gerçeklik arasında gidip gelen bir hikâyenin içine sürükleyerek her an yeni ihtimallerin doğduğu bir evrenin kapılarını aralıyor. Arjantin edebiyatının en önemli temsilcilerinden Casares’in bu başyapıtı, fantastik edebiyata katkısıyla birçok tanınmış yazar ve eleştirmenin övgüsünü kazandı. Jorge Luis Borges, onun için “Kusursuz olarak nitelemenin yanlış ya da abartı olacağını sanmam,” der. Octavio Paz’a göre ise “Morel’in Buluşu, mübalağasız, mükemmel bir romandır.”
Jakob Von Gunten
Yazar: Robert Walser
Çevirmen: Gül Gürtunca
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 145
İlk kez 1909 yılında yayımlanan Jakob von Gunten, birçok bakımdan öncü bir romandır. Kafka, Musil, Döblin gibi yazarların, bireyin kurumlar ve toplum karşısındaki durumunu ele alan edebi yapıtlarına öncülük etmiş, esin kaynağı olmuştur.
Benjamenta Erkek Enstitüsü’nün on yedi yaşındaki öğrencisi Gunten, yatılı okuldaki yaşamı, gözlemleri ve gizliden gizliye geliştirdiği fikirleriyle edebiyat tarihinin unutulmaz karakterlerindendir.
Dünya edebiyatının büyük yazarı Robert Walser’in en iyi kitabı sayılan Jakob von Gunten, Gül Gürtunca’nın Almanca aslından çevirisiyle…
“Peri masallarının bittiği yerde Walser başlar.”
Walter Benjamin
“Jakob von Gunten, edebiyat tarihinde kendinden önce bir örneği olmayan bir karakterdir.”
J. M. Coetzee
“Walser’i yüz bin kişi okusa dünya daha iyi bir yer olurdu.”
Hermann Hesse
Tropik Güncesi
Yazar: Alvaro Mutis
Çevirmen: Pınar Savaş
Yayınevi: Yedi Yayınları
Sayfa Sayısı: 122
2001 Cervantes Ödülü
2002 Neustadt Uluslararası Edebiyat Ödülü
Tropik Güncesi bir ırmakta akıntının tersine, mavna üzerinde yapılan hummalı ve sarhoş edici bir yolculuğun romanı. Hikâye türlü arayışlarla ülkeden ülkeye sürüklenen, günümüze özgü bir Don Kişot olarak da adlandırılabilecek Maqroll el Gaviero’nun bulunan günlükleri ile aktarılıyor. Kereste nakliyesi yaparak zengin olma planlarıyla yolculuğa başlayan Maqroll’un ve ona eşlik edenlerin teslim olmuş melankolisi tropik ormanların büyülü havasıyla birleşiyor ve Mutis’in kendine özgü şiirsel ve özlü diliyle aktarılıyor. Tehlikeli ve beyhude olduğu bilinen ama yine de yapılan bu yolculuk, zamanla amacın ta kendisine dönüşüyor.
“Mutis’in oldukça canlı bir biçimde resmettiği ve hiçbir yere varmayan bu renkli yolculuk, hayatın bir metaforu gibi.”
John Updike
“Mutis çağımızın en büyük yazarlarından biri. Onun hem yaşamı hem de yapıtları, o kayıp cenneti asla bulamayacağımızı anlatan kehanetlerdir.”
Gabriel García Márquez