Bulantı, 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre’ın ilk romanı. Bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçu akımın sözcülüğünü üstlenen Sartre, adını 1938’de yayımlanan bu romanıyla duyurmuştu.
Bulantı
Yazar: Jean-Paul Sartre
Çevirmen: Metin Celâl
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 264
20. yüzyılın önde gelen aydınlarından Jean-Paul Sartre, romanları, oyunları ve düşünce yazılarıyla varoluşçuluk düşüncesini olduğu kadar bütün bir yüzyılı da derinden etkilemiştir.
Bulantı, 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre’ın ilk romanı. Bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçu akımın sözcülüğünü üstlenen Sartre, adını 1938’de yayımlanan bu romanıyla duyurmuştu. Günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin’in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin’in kendi bedenine de yönelikti. Kimi eleştirmenler romanı hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirdilerse de, Bulantı, yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, sonradan Sartre’ın felsefesinin temellerini oluşturacak birçok konuya yer veren özgün bir yapıttı.
İçerdeki Kedi
Yazar: William S. Burroughs
Çevirmen: Ahmet Ergenç
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 101
Karşı kültürün diğer temsilcileri için bile sıra dışı sayılabilecek deneyimleri ve tuhaf zekasıyla Beat Kuşağı’nın öncülerinden William S. Burroughs’un son demleri ve kedileri: Ruski, Smokey, Fletch, Calico Jane… Hayatının son on altı yılını kedileriyle Kansas’ta geçiren Burroughs, bu dönemde kedilerini ruhani birer dost olarak görmeye başlamış ve kendisi üzerindeki etkilerini her fırsatta vurgulamıştı: “Kedilerimle aramdaki ilişki beni ölümcül ve her şeye nüfuz eden bir cehaletten kurtardı.”
İçerdeki Kedi, Burroughs’un kedi güzellemelerini, rüyalarını ve gördüğü yarı halüsinatif hayalleri bir araya getirdiği pasajlarıyla Burroughsseverler için olduğu kadar kediseverler için de farklı bir tecrübe olacak alternatif bir günlük.
“Bu kitap; yazarın hayatının, kendisine kedilerin oynadığı bir sessiz sinema olarak sunulduğu bir alegoridir. Kedilerin birer kukla olduğunu söylemiyorum. Hiç de öyle değiller. Yaşayan, nefes alıp veren canlılar onlar ve insan ne zaman başka bir varlığa temas etse üzülüyor: Çünkü sınırları, acıyı, korkuyu ve nihayetinde de ölümü görüyor. Temasın anlamı budur işte. Bir kediye dokunduğumda bunu görüyor ve gözlerimden yaşlar aktığını fark ediyorum.”
Çocukluğum
Yazar: Maksim Gorki
Çevirmen: Mazlum Beyhan
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 282
Gorki’nin Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim’den oluşan üçlemesi, Rus dilinde yazılmış en güzel otobiyografilerden biridir. Çocukluğum’da babasını küçük yaşta yitirdikten sonra taşındığı dedesinin evinde geçirdiği yılları anlatır. Miras kavgaları, doğumlar, ölümler, küçük Aleksey’in tanık olduğu ve bizzat maruz kaldığı akıl almaz şiddet, bu evde gündelik hayatın akışı içinde sıradan olaylardır.
“Herkesin herkese düşman” olduğu bu aile, 19. yüzyıl Rusya’sında hüküm süren acımasız ve hoyrat hayatın bir “küçük evreni”dir aslında. Neyse ki idealizmi ve tertemiz kalbiyle adeta bir halk filozofu olan ninesi hep Aleksey’in yanındadır. Bir de her biri hayatında iz bırakan çok sayıda capcanlı karakter vardır… Onlar sayesinde hayat zor olduğu kadar gizemli ve renklidir de. Hem Gorki’nin “kendi ülkelerinde bir yabancı gibi yaşayan, gerçekteyse o toplumun en iyileri olan” insanlardan ilkiyle tanışması da yine çocukluğuna rastlar…
Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine
Yazar: Emil Michel Cioran
Çevirmen: Kenan Sarıalioğlu
Yayınevi: Metis Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 200
“İnsan ortaya çıkar çıkmaz, çiçekler de ortaya çıktı.” Bana kalırsa, çiçekler insandan çok daha önce vardı ve insanın gelişiyle hâlâ içinden çıkamadıkları bir şaşkınlığa gömüldüler…Ne zaman ölümü düşünmesem, hile yaptığım, içimdeki birini aldattığım hissine kapılıyorum. Bilinç ete batmış bir kıymıktan çok, saplanmış bir hançerdir. Ölümün bizim için artık ilginç yanı kalmayıp, ondan hiçbir şey elde edilemeyeceğini düşündüğümüzde, doğuma geri çekilir, başka türlü bir dipsiz uçuruma meydan okuyarak haykırmaya başlarız…Yaşamak, savaşta toprak yitirmektir”
Şato
Yazar: Franz Kafka
Çevirmen: Tanıl Bora
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 386
Kafka’nın ölümünden sonra yayımlanan son romanı Şato, iktidarın gizemli etkisini inceleyen kehanet dolu bir modernist başyapıt.
Tepedeki bir şatonun gölgesi altında, karla çevrili bir köye çağrılan K., işvereni olan kontun etrafındaki esrarlı perdeyi aşmayı beceremez; onu cansiperane savunan bürokratların ve köylülerin engeline takılır. Etrafını saran belirsizlikler ve gelgitler içinde düştüğü absürt dünyayla boğuşan K.’nın öyküsü, feodalizm sonrası modern ulus-devletlerde iktidarın evrileceği noktayı uzaktan seçer gibidir. Şato, Kafka’nın kendine özgü üslubunu ustalıkla konuşturduğu, çağının kaygılarına hitap eden sürükleyici bir anlatı.
“Hayattan ölesiye korkan, sezgileri kuvvetli bir münzeviydi… Tüm eserleri insanların esrarlı tasavvurlarının ve suçsuz suçluluk duygusunun dehşetini anlatır.”
Milena Jesenska
“Sanatı, edebiyatın hiç görmediği bir dokunaklılığa, rahatsız edici bir anlaşılmazlığa sahiptir.”
Erich Heller
Rosshalde
Yazar: Hermann Hesse
Çevirmen: Kamuran Şipal
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 160
Parçalanmanın eşiğindeki bir aileyi barındıran hüzünlü malikâne Rosshalde’de; varlıklı ve başarılı ressam Johann Veraguth ile kendisi gibi sanatçı, piyanist eşi Adele arasındaki derin yabancılaşma sonucu “çift yalnızlığa” bürünen mutsuz evliliği bir arada tutan son bağ küçük oğul Pierre’in varlığıdır. Rosshalde malikânesi beklenmedik bir trajediyle sarsılınca, Veraguth için küçük oğluna duyduğu sevginin ve yurtsuz, köksüz kalarak sürüklenme kaygısının yıllardır gölgelediği başka bir patika belirir: Kendini keşfetme yolculuğu.
Evlilikle biçimlenen esaretin duygusal gerilimini çarpıcı bir anlatımla resmeden ROSSHALDE (1914) otobiyografik izler taşır. Bir yandan ressamlık Hesse’nin de sanatçı kişiliğinin bir parçasıdır; yine kendini keşfetme teması bağlamında Hint kültürü ve Budizm’le iç içe oluşunun çok öncesinde, 1911’de çıktığı uzun Hindistan yolculuğu isyankâr ruhuyla barışma girişimi anlamına gelebilecek bir ilk deneyim oluşturur.
“Rosshalde”, insan ruhunun karanlık kaynağında bireyselleşen ve kişiliği oluşturan “bireyin tekrar edilemez yazgısı”nı betimliyor.
“Kitaba konu olan mutsuz evliliğin tek nedeni yanlış seçim değil; sorun çok daha derinlerde, bir sanatçının ya da düşünürün evliliğe yatkın olup olmadığında. Bunun cevabını bilmiyorum ama benim durumum kitaba alabildiğine yansıdı; burada sona eren bir şey var, umarım gerçek hayatta onunla başka türlü başa çıkabilirim.”
Hermann Hesse (ROSSHALDE’nin yayımlanması sebebiyle babasına yazdığı mektuptan)
Yıkılış
Yazar: Emile Zola
Çevirmen: Elif Aksu Kaya
Yayınevi: Yordam Edebiyat
Sayfa Sayısı: 528
Emile Zola, Fransa’nın İkinci İmparatorluk dönemini siyasetteki, toplumdaki, ekonomideki, birey yaşamındaki yansımalarıyla anlatmayı tasarlayarak yirmi kitaplık bir dizi oluşturmuş ve bu diziye “Rougon ve Macquart Aileleri: İkinci İmparatorluk Döneminde Bir Ailenin Doğal ve Toplumsal Tarihi” adını vermiştir.
Yıkılış, bu dizinin son kitaplarından biridir ve imparatorluğun çöküşünü anlatır. Zola’nın, kitapta kahramanlarından birinin ağzından “zincirlerinden kendisinin boşandırdığı açgözlülüğü, zevk düşkünlüğünü doyuramadığı an yerle bir olmaya hazır, kocamış bir imparatorluk” olarak tarif ettiği imparatorluğun çöküşü sırasında Fransız halkının yaşadığı acıları, Sedan Savaşı’nı, Paris kuşatmasını ve halkın bu acılara isyanı olan Paris Komünü’nü anlattığı Yıkılış, Türkçeye ilk kez çevriliyor.
Bu kitapta okurlar, Paris Komünü sırasında gazeteci olarak zaman zaman Paris’te bulunan Zola’nın Komün izlenimlerini, değerlendirmelerini ve eleştirilerini de okuma fırsatını bulacaklar. Tarihteki ilk işçi iktidarı deneyimi olan Komün’e yol açan koşullar, aslına bakılırsa Zola’nın yirmi kitaplık “Rougon-Macquart” dizisi boyunca anlattığı koşullardır.
Çağının tanıklığına ömrünü adamış olan Zola, büyük eseri boyunca olağanüstü bir gayret, azim ve ayrıntı zenginliğiyle bizlere çizdiği toplum resmini, bu kitapta bir Komüncünün ağzından dökülen şu cümleyle özetlemiştir sanki: “Çünkü çok fazla acı, çok fazla haksızlık, çok fazla utanç var!”
Pan
Yazar: Knut Hamsun
Çevirmen: Behçet Necatigil
Yayınevi: Timaş Yayınları
Sayfa Sayısı: 208
“Erkek öteki kızı bir köle, bir deli, bir yoksul nasıl severse öyle sevdi. Neden mi sevdi? Bunu yollardaki tozlara, düşen yapraklara sor; hayatın esrarlı Tanrısına sor! Çünkü bu gibi şeyleri bilse bilse o bilir. Bu kız erkeğe hiçbir şey vermedi, hayır, hiçbir şey vermedi, ama erkek yine de ona teşekkür etti. Kız ona: “Huzurunu, aklını bana ver!” dedi. Erkek yalnız bir şeye, kızın kendi hayatını istememiş olmasına yerindi.”
“Teğmen Thomas Glahn’ın Notlarından” alt başlığını taşıyan Pan (1894) hem güçlü bir aşk romanı, hem de zengin bir tabiat övgüsüdür. Knut Hamsun sadece bu eseri yazsaydı bile, yine büyük bir şair sayılırdı. Modern psikolojinin canlı bir anıtı sayılan bu eser, kelimeler arasında yaşattığı inceliklerle bir şaheser niteliği taşır. Okuyanın ruhunda her söz, tılsımlı bir değişim ile aslından çok farklı yankılar halinde devam eder. Hamsun’un dünyaya yayılışında; ormanları, otları, sularıyla ortak bir çağıltı halinde kuzeyi dile getiren bu romanın büyük katkısı olmuştur.
Behçet Necatigil
Başkaldıran İnsan
Yazar: Albert Camus
Çevirmen: Tahsin Yücel
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 360
Albert Camus’nün ölümsüz denemesi Başkaldıran İnsan, ilk yayımlandığında büyük tartışmalar yaratmıştı. Kierkegaard ve Dostoyevski gibi öncüllerinin izini süren Camus’nün bu yapıtında savunduğu görüşler, Marksist eleştirmenlerle Sartre gibi Marksizme yakın düşünürlerin sert tepkisiyle karşılaşmıştı.
Bu denemesinde Camus, “başkaldırı dürtüsü”nün, insan doğasının özünde var olan boyutlardan biri olduğunu ileri sürer. “Dünyanın anlamsızlığı”na başkaldırmak ile belirli tarihsel durumlarda toplumu değiştirmek amacıyla eylemde bulunmayı ayrı ayrı ele alır; Fransız Devrimi’nden yola çıkarak devrim sürecinin eninde sonunda bir zorbalık yönetimine vardığını gösterir.
Başkaldıran İnsan, insanlığın siyasal ve sanatsal serüvenine, kalıcılığından hiçbir şey yitirmeyen derin bir bakış getiriyor.
“Kimdir başkaldıran insan? Hayır diyen biri.”
Albert Camus
Gertrud
Yazar: Hermann Hesse
Çevirmen: Kamuran Şipal
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 196
“Dünyada müzik denen şeyin varlığı, zaman zaman melodilerin insanın ruhuna işleyip tüm benliğinin armonilerin seline kapılması, benim için hep derin bir avuntu kaynağı, yaşamamı bağışlatan bir neden oluşturdu. Müzik gibisi var mıdır! Durup dururken bir melodi gelir aklına, söylemeye başlarsın, sessiz, içinden yalnızca, varlığını melodiyle içirip doyurursun, melodi tüm güçlerine ve devinimlerine el koyar – ve sende yaşadığı süre içindeki tesadüfi, kötü, kaba, kasvetli ne varsa silip atar, dünyayı da alır kapsamına, zoru kolaylaştırır, donup kalmış nesneleri kanatlandırır.”
Hermann Hesse’nin usta kaleminden bir müzisyenin portresinin çizildiği, Goethe’nin Genç Werter’in Anıları’ndan yansımalar taşıyan, Doktor Faustus’u yazarken Thomas Mann’a esin kaynağı olan bu kitapta, insana ve yaşama ilişkin pek çok unsurun içinde müzik başköşede. Okurken satırlardan tınılar yükseliyor, sayfalarda notalar uçuşuyor. Hesse bir roman yazmamış, bir ezgi bestelemiş adeta. Kulakların pasını silen eşsiz bir ezgi Gertrud.
Ahlakın Soykütüğü – Bir Polemik
Yazar: Friedrich Nietzsche
Çevirmen: Zeynep Alangoya
Yayınevi: Kabalcı Yayınevi
Sayfa Sayısı: 172
Nietzsche’nin, eski arkadaşı Paul Rée’nin ahlakın kökeniyle ilgili kitabına (The Origin of the Moral Sensations) yanıt olarak kaleme aldığı üç denemeden oluşan bu kitap, yazarın en uzun soluklu ve iç tutarlılığa sahip çalışmalarından biridir. Kitabı oluşturan denemelerin üçü de İyinin ve Kötünün Ötesinde’de dile getirilen Hıristiyan ahlakı eleştirisini daha ileriye taşımaktadır.
“İyi,” “kötü” ve “fena” gibi sözcüklerin dilbilimsel analiziyle başlayan birinci denemede Nietzsche, “efendi” ahlakı ve “köle” ahlakı dediği iki kavram arasında karşıtlık kurarak, gücün ve eylemin nasıl da sıklıkla yerini edilginliğe ve nihilizme bıraktığını gösteriyor. Suç ve cezanın kökenini irdeleyen ikinci deneme, adalet kavramının nasıl doğduğunu ve bu kavramın içselleştirilmesinin “ruh” denilen şeyin gelişimine nasıl yol açtığını ortaya koyuyor. Üçüncü denemede Nietzsche, çileci ideallerin anlamını çözümlüyor.
Nietzsche’nin niyeti çileci idealleri, “köle” ahlakını ya da içselleştirilmiş değerleri bir çırpıda yadsımak değildir; onun temel kaygısı kültürün ve ahlakın ebedi gerçeklikler olmaktan çok, insan yapısı kavramlar olduklarını göstermektir. Ulaştığı yargılara katılabilir ya da katılmayabilirsiniz; ama Nietzsche öylesine açık seçik ve parlak bir dille yazıyor ki, Ahlakın Soykütüğü’nü okurken kendinizi canlanmış ve coşkulu hissedeceksiniz.
Yüzbaşının Kızı
Yazar: Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Çevirmen: Ergin Altay
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 198
Yüzbaşının Kızı, modern Rus edebiyatının kurucu figürlerinden Puşkin’in belgesel gerçekçilik konusundaki mahareti ile kişisel öykülere açılan hayal gücü zenginliğini benzersiz bir şekilde birleştiren, eşine az rastlanır bir tarihsel roman.
Pyotr Grinyov, 17 yaşına geldiğinde, emekli bir asker olan babasının ısrarıyla askerliğini yapmak için Orenburg’a gönderilir. Burada Yüzbaşı Mironov’un kızı Maşa’ya âşık olur. Maşa ile Pyotr arasındaki aşk başladıktan kısa süre sonra Pugaçov ayaklanması patlak verir. Rusya’nın uzun modernleşme serüveninde Çar Petro tarafından tasfiye edilene kadar kritik roller oynayan Kazakların da desteğiyle “ayaklanma” büyür. Maşa ile Pyotr arasındaki ilişkinin arka planına kişisel anlatıları şekillendiren Pugaçov Ayaklanması oturur.
Yüzbaşının Kızı, geleneğin erken döneminde Puşkin’in tarihsel romana kattığı simetri, denge ve ikna edicilik ilkelerinin hayatiyetini gösteren, çarpıcı bir anlatı.
Ayrı Yol
Yazar: Andre Gide
Çevirmen: Tahsin Yücel
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 156
Nobel ödüllü Fransız yazar ve düşünür Andre Gide, yaşamı boyunca toplumsal ve bireysel ahlakın en önemli ölçütünün bireyin içtenliği ve kendini tanıması olduğunu vurgulamıştır. Ayrı Yol, Andre Gide’in bu görüşünü en net biçimde dile getirdiği romanlarından biri.
Geleneksel ahlak anlayışının karşısında bireyin özgürlüğünü savunanlara açık destek veren ve bu nedenle devrimci olarak nitelendirilen yazar, bu yapıtında, kendi evliliğinden yola çıkarak insan ilişkilerindeki sorunlara çözüm getirme çabalarını dile getiriyor.
Ayrı Yol, balayını geçirmek üzere karısıyla birlikte Tunus’a giden arkeolog Michel’in vereme yakalanmasıyla başlayan, onun iyileşmesi ve daha sonra karısının hastalanmasıyla devam eden bir yüzleşme ve arayış serüveni. Dünya edebiyatının en usta yazarlarından birinin kaleminden çıkan bu romanda, eşcinselliğini keşfeden ve toplumsal düzenin dayattığı kavramlardan sıyrılıp olabildiğince özgürleşmeye çalışan, bunu yaparken de kendisiyle çatışan bir erkeğin öyküsünü okuyacaksınız.
Palyaço
Yazar: Heinrich Böll
Çevirmen: Ahmet Arpad
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 256
Hans Schnier, varlıklı bir ailenin oğlu olmasına karşın meslek olarak palyaçoluğu seçmiştir. Evlenmeye ve doğacak çocuklarını Katolik terbiyesiyle büyütmeye yanaşmadığından, toplum baskısına direnemeyen sevgilisi tarafından terk edilir. Hans bu kayıp yüzünden yıkılır, sanatı bitme noktasına gelir.
Palyaço 1963 yılında yayımlandığında Almanya’da büyük tartışmalara yol açmış, Heinrich Böll din karşıtı olmakla suçlanmıştır. Oysa yazar, İkinci Dünya Savaşı sonrası burjuva toplumunun dar kafalılığı ve çarpık ahlakı yüzünden “ayrıksı” bir bireyin o toplumda kendine yer bulamayışının altını çizer. Palyaçonun maskesi ardında en sarsıcı gerçekleri dile getirir; günlük hayatın acımasızlıklarını, boş kuralları, haksız baskıları okurun yüzüne bir tokat gibi çarpar. Palyaço makyajı, aslında bireyin acılarını, arzularını, umutlarını sakladığı bir maskedir.
Güzel bir söz vardır: hiçbir şey. Hiçbir şey düşünme. Başbakan’ı düşünme, Katolikleri de düşünme. Küvette ağlayan, terliklerine kahve damlayan o palyaçoyu düşün.
Niteliksiz Adam
Yazar: Robert Musil
Çevirmen: Ahmet Cemal
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 552
Avusturyalı yazar Robert Musil’in (1880 – 1942) Niteliksiz Adam başlıklı dev romanı, günümüzde modernizmin roman alanındaki birkaç başyapıtından biri sayılmaktadır.
Kafka, Joyce ve Harmann Broch’la birlikte yirminci yüzyıl romanının kurucuları arasında yer alan Musil, 1921 yılından başlayarak ölünceye kadar Niteliksiz Adam üzerinde çalıştı. Romanın ilk iki kitabı 1930’da, üçüncü kitabı ise 1933’te yayımlandı. Tamamlanmadan kalan dördüncü ve son bölümün yayımlanması ise ancak aradan neredeyse yirmi yıla yakın bir süre geçtikten sonra gerçekleşebildi.
Niteliksiz Adam, gerçek anlamda bir çağ ve geçiş dönemi romanıdır. Yazar tarafından “İmpkralya” diye adlandırılan, gerçekte 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında artık çöküş sürecine girmiş olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu simgeleyen bir ülkede Musil, modernizm sürecindeki bir toplumun ve bireyin tüm çalkantılarını sergilemeyi amaçlar.
Bu çalkantılar, romanın başkişisi, yani “niteliksiz adam” olan Ulrich’in kimliği aracılığıyla sergilenir. Ulrich, bir ayağıyla eski’de, öteki ayağıyla yeni’de durmaktadır. Bütün sorun, onun bu geçiş konumunun doğal sonucu olan çelişkilerin üstesinden gelip gelemeyeceği sorusunda odaklanır.
Bu roman üzerine çok önemli bir inceleme kaleme alan Virgil Newmoianu’ya göre Niteliksiz Adam, dikkatli bir okura yalnızca bir geçiş dönemini değil, fakat yakın geleceği de çok çarpıcı biçimde sergileyen başyapıtlardan biridir.
Sisifos Söyleni
Yazar: Albert Camus
Çevirmen: Tahsin Yücel
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 160
Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.
Tanrılar tarafından, her defasında yeniden aşağı yuvarlanacak olan taşı tepeye çıkarmakla cezalandırılan Sisifos, taşı belirlenen noktaya çıkarırken yeniden aşağıya düşeceğini bilse de onu taşımaya devam eder. Sisifos, Camus için bir kahramandır. Onun tek başına didinmesi bile varoluşun anlamsızlığına karşı bir direniştir.
Yabancı romanında okuduğumuz uyumsuzluk duygusu, 20. yüzyıl felsefe tarihinin en mühim metinlerinden biri kabul edilen Sisifos Söyleni’nde düşünsel zeminini bulur. Absürde karşın yaşamayı, başkaldırmanın gerekliliğini savunan Camus uyumsuz kavramını burada somutlaştırır: İnsan öncelikle uyumsuzluğun bilincine varmak zorundadır ve bütün bu anlamsızlığa rağmen direnmeyi seçmelidir.
Taksitle Ölüm
Yazar: Louis Ferdinand Celine
Çevirmen: Simla Ongan
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 544
Fransız yazar Louis-Ferdinand Céline’in ikinci romanı olan Taksitle Ölüm, Gecenin Sonuna Yolculuk’tan dört yıl sonra, 12 Mayıs 1936’da yayımlandığında eleştirmenler tarafından kıyasıya eleştirilmiş, günümüzdeyse birçok yorumcu tarafından Céline’in gerçek başyapıtı olarak kabul edilmiştir.
Céline, yer yer otobiyografik anlar da içeren bu romanında, hayatını büyük bir yokoluşa adamış Ferdinand’ın hikâyesini anlatıyor. Paris sokakları, pasajlar, tezgâhtarlar, kuyumcular, hayat kadınları, uçan balonlar, tuhaf bilimsel fikirler, sinir krizleri, kayıtsızlık ve hiçlik de cabası…
Yayımlanışından tam 81 yıl sonra Türkçeye ‘‘bulaştırılan’’ Taksitle Ölüm küfürbaz, asi, provokatif, müptezel, haz düşkünü, sınır ihlali yapan, kaotik bir metin.
Hayatta dikiş tutturamayanların, dahası tutturmak istemeyenlerin başucu kitabı…
“Kitap nihayet yayımlanıyor. Biçeminden haberdarsınız zaten – bu, Yolculuk’tan çok daha ötesi.”
L.-F. Céline’den J. Garcin’e mektup, 21 Nisan 1936
Kör Baykuş
Yazar: Sadık Hidayet
Çevirmen: Behçet Necatigil
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 95
Kör Baykuş 1977’de Behçet Necatigil’in unutulmaz çevirisiyle Varlık Yayınları’ndan çıkmıştı. Philippe Soupault’nun “Yirminci yüzyılın düşlemsel edebiyatında bir başyapıt”, Andre Breton’un ise “Başyapıt diye bir şey varsa o da budur” sözleriyle nitelediği bu kült romanı, yine Necatigil’in çevirisinden, Necatigil’in “önsöz”ü (“Türkçede İran Edebiyatı ve Doğumunun 75. Yılında Sadık Hidayet”) ve Bozorg Alevi’nin “sonsöz”ü (“Sadık Hidayet’in Biyografisi”) ile sunuyoruz.
Beyaz Muhafız
Yazar: Mihayl Afanasyeviç Bulgakov
Çevirmen: Engin Süren
Yayınevi: Maya Kitap
Sayfa Sayısı: 368
“Her şey bir gün sona erecek: çekilen çileler, yaşanan acılar, kan, açlık ve ölümcül hastalıklar. Kılıç da bir gün bu dünyadan yok olup gidecek fakat varlığımızın ve eylemlerimizin gölgesi yeryüzünden silindikten sonra bile yıldızlar aynen kalacak. Bunu bilmeyen tek bir insan bile yoktur. O halde, neden gözlerimizi o yıldızlara çevirmiyoruz? Neden?”
1918 ile 1923 yılları arasında Ukrayna’da patlak veren iç savaş 15 milyon Rus’un hayatına mal olur. Mihail Bulgakov’un yarı otobiyografik ilk romanı Beyaz Muhafız, Ukrayna’nın başkenti Kiev’de yaşayan ve kendilerini bu kaotik iç savaşın ortasında bulan Turbin ailesinin hikâyesini anlatır.
Bulgakov, Turbinlerin yaşadığı kişisel kayıp ve etraflarını çevreleyen sosyal karmaşa ekseninde devrimin; ve sosyal, ahlâki ve siyasi yaşamda ortaya çıkan belirsizliklerin meydana getirdiği varoluşsal krizlerin harikulade bir portresini ortaya koyar. Yüzyılın başında Rusya’daki hayatı paramparça etmiş acımasızlıkla okuyucuyu yüzleştirirken, öte yandan yok olma tehdidi ile karşı karşıya kalan Turbinlerin insanlıklarını korumak için kullandıkları sıra dışı yöntemleri de gözler önüne serer.
Bulgakov’un bu romanı, bir ailenin hayatı üzerinden o dönemin toplumunu derinlemesine anlatan ve Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı ile benzerlikler taşıyan bir Rus klasiği.
Kadınların Mutluluğuna
Yazar: Emile Zola
Çevirmen: Filiz Koçer
Yayınevi: Payel
Sayfa Sayısı: 498
Kadınların Mutluluğuna mağazası (Au Bonheur des Dames) ondokuzuncu yüzyıl sonlarının Paris’inde çağdaş büyük mağazacılığın muhteşem gelişimini anlatmaktadır. Mağaza kapitalizmin, çağdaş kentin ve burjuva ailenin bir sembolüdür; tüketici kültürün, cinsel tutumlardaki değişimin ve o zamanki sınıf ilişkilerini temsil eder.
Mouret’in sahibi olduğu mağaza yeni kapitalizmin ve ekonomik sistemin bir simgesidir. Genç adamın başarısı onun sadece kapitalist sistemi iyi anlamasından değil ayrıca malların şehir içi ve şehirdışına kolayca gönderilebilrnesi ve raylı sistemin gelişmesinin de bir sonucudur. Kadın müşterilerinin arzularını ustalıkla sömüren Mouret, özel yaşamında da tam bir çapkındır. Fakat ana babasını kaybeden ve iki kardeşiyle Paris’te küçük bir kumaşçı dükkanı işleten amcasının yanına gelen masum bir genç kız olan Denise’e aşık olunca genç kızın satılık bir mal gibi olmayı reddeden tek tezgahtar kız olduğunu anlar. Tek tutkusu kadınları elde etmek olan Mouret genç kızı mağazasının kraliçesi yapmak istemekte, onun kaderini elinde tutmak için bu tapınağı devamlı büyütmektedir.
Rougon-Macquart dizisinin onbirinci kitabı olan bu eserde Zola çağdaş bir kentin gelişmesini ele almaktadır.
Pedro Paramo
Yazar: Juan Rulfo
Çevirmen: Süleyman Doğru
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 132
Her yolu kullanarak istediği her şeyi elde eden toprak ağası, kötülüğün ta kendisi Pedro Paramo… Ölüm döşeğindeki annesinin -Marquez’in Macondo’suna esin kaynağı olacak- hayaletli köy Comala’ya babasını aramaya gönderdiği Juan Preciado… Pedro Paramo’nun çocukluk aşkı, bütün ömrünce tutkuyla sevdiği Susanna San Juan…
Ve hem Meksika edebiyatının hem de bütün İspanyolca edebiyatın temel taşlarından Juan Rulfo’nun tek romanı: Pedro Paramo.
“Kitabı okurken sanki içimden bir şeyler koptu ve bu rolü ben oynamalıyım dedim.”
Penélope Cruz
Huzursuzluğun Kitabı
Yazar: Fernando Pessoa
Çevirmen: Saadet Özen
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 675
Fernando Pessoa, 1935’te öldüğünde, sandığında bıraktığı yapıtlarının sayısını kimse tahmin edemezdi. Onun elinden çıkmış şiirlerin, yazıların altında genellikle başka imzalar vardı. Ama bunlar yalnızca birer takma ad değil, öyküsü, geçmişi, yazgısı, dünya görüşü olan farklı kişiliklerdi.
Pessoa’nın ölümünden sonra elyazmaları derlenmeye başladığında, bitmemiş yapıtlar da bulundu içlerinde. Bernardo Soares imzalı Huzursuzluğun Kitabı da bunlardan biriydi. Tarihten, mitolojiden, edebiyattan, ruhbilimden haberdar bir 20. yüzyıl insanının gerçekliği yadsıyışının, kendini hayallere hapsedişinin güncesiydi bu. Gündüzleri bir kumaş mağazasında çalışan, geceleri yağmurun sesinde, ayak seslerinde yalnızlığını duyumsayan bir Lizbonluydu Bernardo Soares ya da Fernando Pessoa.
Bugün Portekiz edebiyatının en önemli yapıtı sayılan Huzursuzluğun Kitabı’ndaki her metin, kırık bir aynanın, gerçekliğin bir yanını yansıtan ve sonsuzca çoğaltan bir parçası.