Büyülü Dağ, tam bir çağ romanıdır. Kişisel deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı ve ‘zaman’ ve ‘psikanaliz’ üzerine denemelerin de yer yer kendini gösterdiği bu büyük romanın yayınlanmasından sonra Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Thomas Mann, yirminci yüzyıl Alman edebiyatının en önemli adlarından.
Büyülü Dağ
Yazar: Thomas Mann
Çevirmen: İris Kantemir
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 881
Dünya edebiyatının çağdaş klasikleri arasında anılan Büyülü Dağ, tam bir çağ romanıdır. Kişisel deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı ve ‘zaman’ ve ‘psikanaliz’ üzerine denemelerin de yer yer kendini gösterdiği bu büyük romanın yayınlanmasından sonra Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Thomas Mann, yirminci yüzyıl Alman edebiyatının en önemli adlarından. Hamburg’lu genç gemi mühendisi Hans Castorp, üç haftalığına kuzenini ziyarete gittiği bir İsviçre sanatoryumunda, kendisinin de tedaviye ihtiyacı olduğunu öğrenerek yedi yıl kalır. Bu süre içinde doktorlar ve hastalar dünyasını, Batı felsefesinin iki kutbunu, platonik bir aşk serüveninin sarhoşluğu içinde ve yaşayarak tanır. Sanatoryumda kaldığı süre içinde hastalık ve ölüm gibi deneyimlerin ötesinde hayatın mucizesini kavrayan Castorp’un yalın ruhu bir değişim geçirir.
Thomas Mann, roman sanatının bütün incelikleriyle yarattığı, ironik bir üslupla sunduğu bu yapıtında, zaman, karşıt kültürler, aşk, hastalık, ölüm gibi evrensel temaları işliyor. Birinci Dünya Savaşı öncesinde çağın dünya sorunlarını, bir uygarlığın çöküşünü inceleyen, burjuva geleneğini ve ahlâkını yer yer sertçe, ironik bir dille eleştiren Büyülü Dağ, çağa tutulan bir ayna.
Doktor Faustus
Yazar: Thomas Mann
Çevirmen: Zehra Kurttekin
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 744
Thomas Mann, son eseri olarak tasarladığı Doktor Faustus’ta bizi mağrur bir sanatçının, besteci Adrian Leverkühn’ün gerilimli dünyasında dolaştırıyor. Ruhu, yaratma arzusuyla dolup taşsa da, akılcı ve duygusallıktan uzak mizacını dizginleyemeyen Leverkühn’ün gerilimi, yaratma gücünün önündeki en büyük engeldir. Şeytan, Leverkühn’ü bu zayıf noktasından yakalar: Yaratıcı zihnin dışavurumu olmaksızın anlamsız kalmaya mahkûm bir varoluştan kurtulmanın bedelini, sanatçıyı zührevi bir hastalığın pençesine düşürerek ödetir. Ancak kötülüğün sağlayabileceği bir deha, bir yaratıcılıktır bu ve Thomas Mann’ın estetiğinde halkların faşizmle zehirlenmesini temsil eder. Mann’ın, gelişkin toplum ruhunun insan bedeninde arkaik ilkelliğe teslim oluşu şeklinde yorumladığı, toplumsal alanda tehdidini dün olduğu kadar bugün de hissettiren bu kronik siyasi mesele, romanda estetik ruh ile burjuva yaşamı arasında uçurum oluşturan bireysel düzlemde karşımıza çıkar.
Dünya edebiyatının kültleri arasında tartışmasız bir yeri bulunan Mann’ın bu son büyük eseri, Faust miti ile bağlantılı bir sanatçı romanı, bir çağ ya da toplum romanı, müziği dil ile ifade etmeyi amaçlayan deneysel bir roman ya da epik anlatının bütün katmanlarına yayılan sanat kuramına dair bir deneme olarak farklı perspektiflerden okunabildiği için de bu kadar kapsamlı.
Teneke Trampet
Yazar: Günter Grass
Yayınevi : Akılçelen Kitaplar
Sayfa Sayısı: 727
Ana meseleyi kâğıda dökmek için gerekli ve bir o kadar da lüzumsuz ayrıntıyı, maharetli ve sabırlı parmaklarıma ilham veren trampetim olmasaydı hatırlayamazdım. Hatta hastane bana günde üç dört saat teneke trampetimi konuşturma izini vermeseydi, ebeveynlerini bile tanıyamayan zavallı bir insan olurdum.
1900’lerin ilk yarısı. Almanya. Almanların, Polonyalıların ve diğer azınlıkların bir arada yaşadıkları bir kasaba: Danzig. Üç yaşına bastığı gün bir teneke trampet hediye edilen; çevresindeki erişkinlerin mutluluktan yoksun, karamsar, yalan ve suçla dolu, deyim yerindeyse acınası dünyasına katılmak yerine büyümemeyi “tercih eden” bir çocuk: Oskar Matzerath.
Teneke Trampet, savaş öncesinde Danzig’den savaş sonrasındaki Düsseldorf’a uzanıyor ve büyümeyi reddeden bir çocuktan bir akıl hastanesi sakinine dönüşen Oskar Matzerath’ın gözünden hem Orta Avrupa hem de Almanya’yı, hiç olmadığı kadar çıplak bir şekilde görmemizi sağlıyor. Grass’ın klasikleşmiş romanında Oskar’ın toplumsal yozlaşmayı, teneke trampetinin vuruşları ve camı parçalayan sesiyle protestosuna tanık olacaksınız.
Berlin Aleksander Meydanı
Yazar: Alfred Döblin
Çevirmen: Ahmet Arpad
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 468
Modern Alman edebiyatının en önemli temsilcilerinden Alfred Döblin’in başyapıtı Berlin Alexander Meydanı, eski bir hükümlünün, Franz Biberkopf’un hikâyesini anlatıyor. Biberkopf hapisten çıkar çıkmaz 1920’lerin Berlin’iyle karşı karşıya buluyor kendini. Yoksulluk, işsizlik, suç dünyası, yıldızı gitgide parlayan Nasyonal Sosyalizm ve tüm bunları temsil eden dostlarla yüzleşmek zorunda kalıyor. Hayatına yeni bir yön verip dürüst yaşamak için debelendikçe yeraltı dünyasının içine çekiliyor. Hayallerinden tekrar tekrar koparılıp acı gerçeklerle yüzleşiyor.
“Epiğin özünü en iyi Döblin’de kavradım. Epik metinleri ve epik teorisi, benim dramatik sanatımı derinden etkilemiştir.”
Bertolt Brecht
“Berlin Alexander Meydanı’nı okurken, onu okumuyormuş da adeta büyük bir açlıkla yalayıp yutuyormuş gibi hissetmiştim. Gerçi o hissi tam da tarif edemem; okumaktan çok, acı, umutsuzluk ve korkuyla dolu bir yaşantı gibiydi.”
Rainer Werner Fassbinder
“Döblin’in Wang Lun ya da Berlin Alexander Meydanı’ndaki fütürist öğeler olmadan benim romanlarım anlaşılamaz. Döblin sizi rahatsız edecek, rüyalarınıza girecek. Eğer halinizden memnunsanız, Döblin’den uzak durun.”
Günter Grass
Radetzky Marşı
Yazar: Joseph Roth
Çevirmen: Ahmet Arpad
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 416
Radetzky Marşı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşünü öyküler. 1859 Solferino Meydan Savaşı’nda Slovenyalı genç bir teğmen, İmparator I. Franz Joseph’in hayatını kurtarır. Köylü atalarının geleneklerine veda ederek büyük Tuna monarşisinin ayrıcalıklılar sınıfına katılan Trotta ailesinin öyküsü de işte böyle başlar. XIX. yüzyılın sonu, Habsburg hanedanının tarihte son defa parladığı dönemdir: İmparator güçlü, bünyesinde çok sayıda halkı barındıran imparatorluk büyüktür. Oysa bu görkemli tablonun ardında bir yalanlar silsilesi gizlidir ve son çok yakındır…
Joseph Roth, tıpkı Zweig gibi, XX. yüzyıl girerken yıldızı sönen ve sonsuza dek yok olan bir medeniyeti, bir coğrafi ve siyasi kimliği temsil eder. 1932’de tamamladığı Radetzky Marşı, yalnızca yazarının değil, Avrupa edebiyatının da başyapıtlarından biridir. Kader çizgileri Radetzky Marşı’nda birleşen Trottaların ve Habsburg monarşisinin bu öyküsü, eski Avrupa’ya ve değerlerine hüzünlü bir vedadır her şeyden önce…
Her yaz tatile geldiğinde torun, büyükbabasıyla sessiz sessiz sohbet etmeye çalışır, fakat rahmetli ona hiçbir şey anlatmazdı. Genç çocuk geçmişte neler olup bitmişti, bir türlü öğrenemezdi. Sanki tablodaki insan her geçen yıl biraz daha soluklaşıyordu, Solferino Kahramanı daha çok ölürken anılarını kendine saklıyordu. Carl Joseph kimi zaman düşünürdü, belki bir gün gelecek kara çerçeveli tablodan bomboş bir tuval, soyundan kalmış olanlara bakacaktı.
Körleşme
Yazar: Elias Canetti
Çevirmen: Ahmet Cemal
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 565
Dünya edebiyatının başyapıtlarından biri olduğu tartışmasız kabul edilen Körleşme, Almanya’da edebiyatın, politikanın kirli gölgeleri altında yitip gitmeye yüz tuttuğu bir dönemde yazılmıştır. Ancak, Elias Canetti kurguladığı zaman ve mekân, kullandığı dil ve üslup, karakterlerindeki soyutlamanın isabetliliği ve bunları aktarmadaki başarısı sayesinde sınırları aşmış, evrenselliğin en üst boyutlarına ulaşmıştır.
Çoktandır kendi fildişi kulesine çekilmiş bir aydının trajedisinde cisimleşen Körleşme, insanoğlunun kendi eliyle kurduğu, sonra da kendisine yabancılaşmış, düşman kesilmiş bulduğu dış çevreyi, son derece özgün bir biçimde ve en uçta sayılabilecek araçlarla tasvir etmeyi başarıyor.
İnsanın gerçeklik karşısında ne ölçüde körleşebileceğini, her dönemde ve her toplumda rastlanabilen “aymaz” aydın karakterinde ustalıkla yansıtan Canetti, düşünce ile gerçeklik arasındaki kopuşun hikâyesini anlatırken yarattığı dehşet atmosferiyle okuru derinden sarsıyor.
Niteliksiz Adam
Yazar: Robert Musil
Çevirmen: Ahmet Cemal
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 552
Avusturyalı yazar Robert Musil’in (1880 – 1942) Niteliksiz Adam başlıklı dev romanı, günümüzde modernizmin roman alanındaki birkaç başyapıtından biri sayılmaktadır.
Kafka, Joyce ve Harmann Broch’la birlikte yirminci yüzyıl romanının kurucuları arasında yer alan Musil, 1921 yılından başlayarak ölünceye kadar Niteliksiz Adam üzerinde çalıştı. Romanın ilk iki kitabı 1930’da, üçüncü kitabı ise 1933’te yayımlandı. Tamamlanmadan kalan dördüncü ve son bölümün yayımlanması ise ancak aradan neredeyse yirmi yıla yakın bir süre geçtikten sonra gerçekleşebildi.
Niteliksiz Adam, gerçek anlamda bir çağ ve geçiş dönemi romanıdır. Yazar tarafından “İmpkralya” diye adlandırılan, gerçekte 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında artık çöküş sürecine girmiş olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu simgeleyen bir ülkede Musil, modernizm sürecindeki bir toplumun ve bireyin tüm çalkantılarını sergilemeyi amaçlar.
Bu çalkantılar, romanın başkişisi, yani “niteliksiz adam” olan Ulrich’in kimliği aracılığıyla sergilenir. Ulrich, bir ayağıyla eski’de, öteki ayağıyla yeni’de durmaktadır. Bütün sorun, onun bu geçiş konumunun doğal sonucu olan çelişkilerin üstesinden gelip gelemeyeceği sorusunda odaklanır.
Bu roman üzerine çok önemli bir inceleme kaleme alan Virgil Newmoianu’ya göre Niteliksiz Adam, dikkatli bir okura yalnızca bir geçiş dönemini değil, fakat yakın geleceği de çok çarpıcı biçimde sergileyen başyapıtlardan biridir.
Swann’ların Tarafı
Yazar: Marcel Proust
Çevirmen: Roza Hakmen
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 400
Combray’de günbatımı, alışkanlık, iyi geceler öpücüğü, Françoise, Léonie Hala, kilise, Adolphe Amca, pembeli kadın, bahçede kitap okuma, akdikenler, mehtapta gezinti, sonbahar yalnızlığı, arzunun doğuşu, Balbec, zambak kokan oda, Verdurin’ler ve müritleri, Swann’la Odette’in karşılaşması, Vinteuil’ün sonatı, Swann’ın aşkı, kasımpatları, kıskançlık, yalan, bekleyiş, müziğin dili, Champs-Élysées’de karlı günler, Gilberte, hayal kırıklığı, umut…
Çaya batırılan bir madlenle yeniden yakalanan, belleğin yaratıcı gücüyle yeniden canlandırılan bir geçmiş…
Kayıp Zamanın İzinde hem komik romandır hem trajik roman, hem serüven romanıdır hem şiirsel roman, hem düşlerin romanıdır hem de imgeler romanı…
“… tıpkı Japonların, suyla dolu porselen bir kâseye Kayıp Zamanın İzinde attıkları silik kâğıt parçalarının, suya girer girmez çözülüp şekillenerek, renklenerek belirginlik kazandığı, somut, şüpheye yer bırakmayan birer çiçek, ev, insan olduğu oyunlarındaki gibi, hem bizim bahçedeki, hem M. Swann’ın bahçesindeki bütün çiçekler, Vivonne nehrinin nilüferleri, köyün iyi yürekli sakinleri, onların küçük evleri, kilise, bütün Combray ve civarı şekillenip hacim kazandı, bahçeleriyle bütün kent çay fincanımdan dışarı fırladı.”
Kırmızı ve Siyah
Yazar: Henri Beyle Stendhal
Çevirmen: Şerif Hulusi
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 592
Psikolojik romanın kurucusu Stendhal, Fransız Restorasyonu’nun siyasi tartışmaları ortasında, dinî eğitimiyle, aşklarıyla, ihtiraslarıyla dünya edebiyatının en önemli karakterlerinden Julien Sorel’i yaratıyor.
Stendhal, 1840.
Fransa’nın küçük bir kasabasında, bir kerestecinin oğlu olarak dünyaya gelen Julien Sorel, genç yaşında yükselme ihtirasına kapılır. Çalışkanlığı ve dini eğitimiyle dikkat çeken Sorel, bir an önce bu kasabadan kurtulup Paris’e gitmeyi arzular. Böylece kırmızı ve siyah arasında yaşadığı çelişkiler de başlamış olur. Restorasyon Fransası’nın şartlarında yükselebilmek için genç Sorel’in önünde iki seçenek vardır: Ya siyahı seçerek yükselişine Kilise yolundan başlayacaktır ya da kırmızıyı seçerek askeri yoldan. Ancak bir yandan aldığı dinî eğitim, öte yandan Napolyon’a olan gizli hayranlığı bu seçimi yapmasını zorlaştıracaktır. Üstelik ihtirasla girdiği bu yolda karşılaşacağı iki farklı kadın, iki farklı aşk, kendini çok başka yerlerde bulmasına sebep olacaktır.
“Kırmızı ve Siyah kendi zamanının ötesinde bir romandır.”
Andre Gide
“Stendhal, hayatımın en güzel ‘tesadüflerinden’ biridir.”
Nietzsche
Boncuk Oyunu
Yazar: Hermann Hesse
Çevirmen: Kamuran Şipal
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 512
Hesse, on yılı aşkın meşakkatli bir çalışmanın ardından, tüm dünyanın savaş cehennemini yaşadığı 1943’te İsviçre’de yayımladığı “BONCUK OYUNU” romanında, Doğu ve Batı felsefelerinin kusursuz bir bileşiminden oluşan yeni ve ütopik bir dünya düzeni sunar okura. Sanat ve bilimde disiplinlerarası bir uyum üzerine kurulu, Hesse’nin düş ve düşün gücünün ürünü, fütüristik bir oyun olan “Boncuk Oyunu”, bu yeni düzenin simgesidir.
Toplumsal ahlakın bireyin iç ahlakını yok ettiğine inanan Hesse, bu olgunluk dönemi eserinde Batı’nın toplumsal dayatmalarına karşı Doğu’nun bireysel özgürlüğünü yüceltir, söz konusu yeni dünya düzenini bireysellik üzerine temellendirir: “Tanrı senin içindedir, kavramlarda ve kitaplarda değil. Gerçek yaşanır, öğretilmez.”
Nobel Edebiyat Ödülü (1946) sahibi Hesse başyapıtı “Boncuk Oyunu”nda, değerlerin dönüşümü uğruna mücadelenin sürmesi gereğini vurgulayan açık bir diyalektik sunar.
“Örselenmiş zamanımızın bizlere sunduğu az sayıda gözü pek ve özgün tasarıdan biri…”
Thomas Mann
“Hesse’nin romanı üzerine daha uzun düşündükçe, bu romanın hayali bir geleceğe odaklanan bir teleskop değil fakat günümüz gerçekliğine dair bir paradigmayı rahatsız edici netlikte yansıtan bir ayna olduğunun açıkça farkına varırız.”
Theodore Ziolkowski
“Hesse yüzyılımızın yol gösterici karakterlerinden biri.”
Ralph Freedman
Şato
Yazar: Franz Kafka
Çevirmen: Tanıl Bora
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 386
Kafka’nın ölümünden sonra yayımlanan son romanı Şato, iktidarın gizemli etkisini inceleyen kehanet dolu bir modernist başyapıt.
Tepedeki bir şatonun gölgesi altında, karla çevrili bir köye çağrılan K., işvereni olan kontun etrafındaki esrarlı perdeyi aşmayı beceremez; onu cansiperane savunan bürokratların ve köylülerin engeline takılır. Etrafını saran belirsizlikler ve gelgitler içinde düştüğü absürt dünyayla boğuşan K.’nın öyküsü, feodalizm sonrası modern ulus-devletlerde iktidarın evrileceği noktayı uzaktan seçer gibidir. Şato, Kafka’nın kendine özgü üslubunu ustalıkla konuşturduğu, çağının kaygılarına hitap eden sürükleyici bir anlatı.
“Hayattan ölesiye korkan, sezgileri kuvvetli bir münzeviydi… Tüm eserleri insanların esrarlı tasavvurlarının ve suçsuz suçluluk duygusunun dehşetini anlatır.”
Milena Jesenska
“Sanatı, edebiyatın hiç görmediği bir dokunaklılığa, rahatsız edici bir anlaşılmazlığa sahiptir.”
Erich Heller
Ölü Canlar
Yazar: Nikolay Vasilyeviç Gogol
Çevirmen: Ergin Altay
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 455
Ergin Altay çevirisi, Yazarın ve Edmund Wilson’un önsözleriyle, Victor Şklovski ve Mihail V. Şahtin’in sonzözleriyle, Yazarın döneme dair mektuplarıyla, Yazar ve dönem kronolojisiyle.
İlk Rus klasikleri arasında yer alan Ölü Canlar, 19. yüzyıl Rus toplumunun en başarılı hicivlerindendir. Gogol, hayranı olduğu Puşkin’in önerisiyle yazdığı Ölü Canlar’da dönemin Rusya’sını kitabın kahramanı Çiçikov üzerinden anlatır. Zengin olma hayaliyle yanıp tutuşan Çiçikov kendisine kurnazca bir yol bulmuştur: Kasaba kasaba dolaşıp toprak sahiplerinin ölü kölelerini kâğıt üzerinde satın alarak “itibar sahibi bir beyefendi” olmak…
Gogol’ün İlahi Komedya’dan esinlenerek üç cilt olarak tasarladığı eseri, ilk cildinin ardından sansür komitesinden büyük eleştiriler alır. 10 yıl sonra ikinci cildi tamamladığında Gogol, geçirdiği bir buhranla eserin elyazmalarını yakar. İlk tasarlanan haline uygunşekilde tamamlanamamasına rağmen bütünlüklü bir kitap olan Ölü Canlar, metnin alt başlığı gibi adeta “bir epik şiir”dir ve 19. yüzyıl Rus edebiyatının en başarılı örneklerindendir. “Gogol’ün kahkahasının ardında görünmez gözyaşları hissedersiniz.”
Aleksandr Puşkin
Fotoğrafta Kadın da Vardı
Yazar: Heinrich Böll
Çevirmen: Sezer Duru
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 456
Daha geç doğmuş olanlar 1942-1943 yılları arasında çelenklerin savaşta neden bu kadar önemli olduğunu sorabilirler. Yanıtı şu: Cenazeleri mümkün olduğunca eskisi gibi şerefli kaldırabilmek için. O sıralarda çelenkler sigara kadar istenen bir şey değillerse de, gene de az bulunur şeylerdi kuşkusuz, psikolojik olarak da savaşın yönetimi için önemliydiler.
Leni Pfeiffer savaş sırasında Boris isimli bir Sovyet savaş esirine âşık olur ve onunla gizli bir ilişki yaşar. Boris’in bir Amerikan kampında hayatını kaybettiğini öğrendiğinde Leni kırk sekiz yaşındadır ve oğlu, annesinin uğradığı haksızlığı gidermeye çalışırken hapse düşmüştür. Fotoğraflardan, mektuplardan, kişisel nesnelerden ve tanıklıklardan ortaya hem bu kişinin hem de bir dönemin biyografisi çıkar.
Nobel Ödüllü yazar Heinrich Böll, sıradan insanların yaşamlarının Nazi döneminde nasıl etkilendiğini konu ediniyor. Fotoğrafta Kadın da Vardı, çığırından çıkmış absürd bir dünyada hayatta kalmaya çabalayan kişilerle dolu bir dünyayı farklı merceklerden anlatan ustalıklı bir deneysel yapıt.
“Yazarın en değerli eseri, başyapıtı.”
Nobel Komitesi
“Böll devasa zekâsını usta ve benzersiz bir edebî bakışla birleştiriyor.”
Joseph Heller
Yanardağın Altında
Yazar: Malcolm Lowry
Çevirmen: Sinan Fişek
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 464
1957 yılında kırk sekiz yaşındayken intihar eden ünlü İngiliz romancı Malcolm Lowry, kısa süren yaşamının tümünü ölüme varacak bir yarış gibi yaşadı. Sıkıntılarından, birbirine eklenen alkol ve delilik nöbetlerinden kaçarcasına dünyanın pek çok köşesine gitti. Yaşamöyküsünü kaleme alan Douglas Day’e göre Lowry alkolik olduğu için delirmedi, deli olduğu için alkole sığındı.
Lowry’nin 1936-1944 yılları arasında damıta damıta yazdığı Yanardağın Altında, 20. yüzyılın en önemli romanlarından biri. Lowry’nin Melville, Conrad ve Fitzgerald gibi ölümsüz yaratıcılar arasına girmesini sağlayan Yanardağın Altında için Fransız yayımcı Martin Nadeau şunu söylüyor: “Yanardağın Altında, dünyayı peşinden gidenler ve diğerleri diye ikiye ayıran bir ‘kült roman’dır.”
Jakob Von Gunten
Yazar: Robert Walser
Çevirmen: Gül Gürtunca
Yayınevi: Jaguar Kitap
Sayfa Sayısı: 145
İlk kez 1909 yılında yayımlanan Jakob von Gunten, birçok bakımdan öncü bir romandır. Kafka, Musil, Döblin gibi yazarların, bireyin kurumlar ve toplum karşısındaki durumunu ele alan edebi yapıtlarına öncülük etmiş, esin kaynağı olmuştur.
Benjamenta Erkek Enstitüsü’nün on yedi yaşındaki öğrencisi Gunten, yatılı okuldaki yaşamı, gözlemleri ve gizliden gizliye geliştirdiği fikirleriyle edebiyat tarihinin unutulmaz karakterlerindendir.
Dünya edebiyatının büyük yazarı Robert Walser’in en iyi kitabı sayılan Jakob von Gunten, Gül Gürtunca’nın Almanca aslından çevirisiyle…
“Peri masallarının bittiği yerde Walser başlar.”
Walter Benjamin
“Jakob von Gunten, edebiyat tarihinde kendinden önce bir örneği olmayan bir karakterdir.”
J. M. Coetzee
“Walser’i yüz bin kişi okusa dünya daha iyi bir yer olurdu.”
Hermann Hesse
Göçmenler
Yazar: W. G. Sebald
Çevirmen: Gülperi Sert
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 354
Dört sürgün, dört öykü. Göçmenler, yaşadıkları topraklardan kopmak zorunda bırakılanların kitabı. Avrupa tarihini belirleyen iki dünya savaşının apansız yersiz yurtsuz bıraktığı insanlara odaklanan bir yapıt. Daha önce Satürn’ün Halkaları adlı romanını yayınladığımız W. G. Sebald, Güney Almanya’dan İsviçre’ye, Fransa’ya, İngiltere’ye, New York ve Kudüs’e göçen akrabalarının ve dostlarının peşinde, bize yaşam ve ölüm öyküleri anlatıyor. Geçmiş zamanın dipsiz derinliklerinden yitik yaşamları, unutulmuş ölümleri bugüne taşıyan Sebald’in Göçmenler’i, Yahudilerin tarihini Almanlarınkine, Almanların tarihini de Yahudilerinkine dönüştüren silik izlerin üzerinden geçiyor. Belirginleşip belleklerdeki asıl yerlerini bulsunlar diye…
Parma Manastırı
Yazar: Henri Beyle Stendhal
Çevirmen: Ceylan Gürman Şahinkaya
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 567
Stendhal’in iki aydan kısa bir süre içinde yazdığı ve Balzac’ın çağın en müthiş Fransız romanı olarak nitelediği Parma Manastırı, aristokrat del Dongo ailesinin ikinci oğlu Fabrizio’nun hikâyesini anlatır. Avusturya adına casusluk eden aşırı muhafazakâr meşru babasından çok Napoléon için savaşan Fransız gayri meşru babasına çekmiş bir çocuk olarak: dik başlı, naif, idealist bir gençtir Fabrizio. Bir yandan da kadınları etkileyen bir yakışıklılığa sahiptir. Hiçbir hazırlığı olmadığı halde, Waterloo Savaşı’nın ortasına atar kendini. Yenilginin ardından İtalya’ya döner. Stendhal’in en önemli eserleri arasında gösterilen Parma Manastırı’nın başkahramanının önce hapishanade, sonra manastırda sıkışan, aşk hikâyeleriyle, saray entrikalarıyla dolu yolculuğu böyle başlar.
“Stendhal bana savaşı anlamayı öğretti. Parma Manastırı’nda Waterloo Savaşı’nı defalarca okumalısınız.”
Tolstoy
“Parma Manastırı sahip olduğumuz en güzel romanlardan bir tanesi.”
Henry James
Gecenin Sonuna Yolculuk
Yazar: Louis Ferdinand Celine
Çevirmen: Yiğit Bener
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 530
Louis Ferdinand Céline’in, bugün hâlâ güncelliğini koruyan, insanı derinden etkileyen, içine çeken bu başyapıtı, “İşte böyle başladı” diyerek okuru Birinci Dünya Savaşı’ndan Afrika’daki Fransız sömürgelerine, oradan Amerika’ya, derken Paris’in varoşlarına ve gecenin sonuna kadar uzanan ürpertici bir yolculuğa çıkarıyor.
Céline’in kullandığı dil, özellikle de konuşma dilini yazıya geçirme uğraşı, bugüne dek yapıtlarının Türkçe’ye çevrilmesinin önünde büyük bir engel ve dokunulmazlık yarattı.
Babalar ve Oğullar
Yazar: İvan Sergeyeviç Turgenyev
Çevirmen: Leyla Soykut
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 325
Eski nesille, nihilist gençlik arasındaki kuşak çatışmasını anlatan Babalar ve Oğullar, Rusya’nın çalkantılı bir dönemine Bazarov karakteriyle mercek tutuyor. Genç Arkadiy Petroviç’in babası, okulunu bitirip dönen naif oğlunu tanıyamaz: Beraberinde getirdiği arkadaşı, yerleşik prensipleri, otoriteyi ve inançları tamamen reddeden genç Bazarov, oğlunun aklını kendi sapkın fikirleriyle zehirlemiştir. Toprak beyliğini ve Rus toplumunun tüm geleneksel değerlerini söküp atmak isteyen ve kendini nihilist olarak tanımlayan bu genç adam, Arkadiy’nin Batıcı babasını ve amcasını dehşete düşürür. 1862 yılında yayımlandığında Rus okurları ve eleştirmenleri derinden sarsan Babalar ve Oğullar’da Turgenyev, edebiyatta sık sık karşımıza çıkan “öfkeli genç adam”ların olağanüstü bir erken örneğini Bazarov ile yaratıyor.
“O zamanlar yeni bir şeyin doğduğunu hissettim; yeni insanlar görüyordum ama nasıl hareket edeceklerini, onlardan ne bekleneceğini bilemiyordum. Ya susacak ya da ne biliyorsam yazacaktım. İkincisini seçtim.”
İvan Sergeyeviç Turgenyev
“Babalar ve Oğullar Turgenyev’in en iyi romanlarından biri olmakla kalmaz, 19. yüzyılın en parlak romanlarından da biridir.”
Vladimir Nabokov
Ecinniler
Yazar: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Çevirmen: Mazlum Beyhan
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 904
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881): ilk romanı insancıklar 1846’da yayımlandı. Ünlü eleştirmen V. Byelinski bu eser üzerine Dostoyevski’den geleceğin büyük yazarı olarak söz etti. Ancak daha sonra yayımlanan öykü ve romanları, çağımızda edebiyat klasikleri arasında yer alsa da, o dönemde fazla ilgi görmedi. Yazar 1849’da I. Nikola’nın baskıcı rejimine muhalif Petraşevski grubunun üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Kurşuna dizilmek üzereyken cezası sürgün ve zorunlu askerliğe çevrildi.
Dostoyevski Ecinniler’de ihtilâlci örgütlerin yapısı ve üyelerinin karakterini gerçekçi bir gözle ve alaycı bir ifadeyle sergilemiştir.
Sarsıntı
Yazar: Thomas Bernhard
Çevirmen: Esen Tezel
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 176
Thomas Bernhard külliyatı içinde özel bir yeri olan, yazarın erken dönem eserlerinden SARSINTI, heterojen sayılabilecek iki farklı tonda anlatıyı birleştiren, insan doğasına ilişkin karanlık, kuraldışı bir roman.
Romanın ilk bölümünde; nemrut, dağlık bir Avusturya kasabasında, bir sabah bir doktor ile oğlu günlük gezintilerinden birine çıkarlar. Rastladıkları sefalet, delilik ve çetin doğanın vahşiliği ile boğuşan birtakım renkli şahsiyetleri gözlemlerler. İkinci bölümdeyse farklı özgül ağırlıklara sahip meseleleri kendi bakış açısıyla öğüten, delibozuk, paranoyak Prens’in acımasızca akıp giden uzun monoloğuna tanık oluruz.
“Sarsıntı” varoluşun gizemine, insanın cinnet eşliğinde yürüyen, sağaltılamaz yaban yalnızlığına ilişkin delice hakikatlerle örülmüş bir söz ustalığı.
“Bu sarsıntılardan sadece ben etkilenmiyorum,” dedi, “herkes bu sarsıntılardan etkileniyor. Biz aslında, büyük olduğunu sanmayın, dar bir binada hep beraber yaşıyoruz ve birbirimizden yüzbinlerce kilometre uzağız…”
“Bernhard’ın kahramanları ne kadar kaçmaya çalışırlarsa çalışsınlar dış dünyaya fazlaca açıktırlar; zihinlerinin içine çekileceklerine dış dünyanın anarşisini kucaklarlar (…) hastalığa, yenilgiye, haksızlığa teslim olmazlar, sonuna kadar çılgın bir öfke ve hırsla mücadele ederler. Sonunda yenilmişlerse eğer bizim okuduğumuz onların yenilgisi ve teslimiyeti değil hırslı kavgaları ve mücadeleleridir.”
Orhan Pamuk
Oblomov
Yazar: İvan Aleksandroviç Gonçarov
Çevirmen: Sabri Gürses
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 624
Dünya edebiyatının en önemli klasiklerinden biri olan Oblomov, Rus zihniyetini, ruhunu en iyi yansıtan eserlerin başında gelmektedir. İvan Aleksandroviç Gonçarov, Oblomov’u otuz iki-otuz üç yaşlarında, orta boylu, hoş görünümlü, koyu gri gözlü, ama yüz hatlarında herhangi bir fikir, herhangi bir yoğunluk görünmeyen, odacığında oturan silik bir kahraman olarak yarattığında, aslında roman tarihinin en ünlü kişilerinden birine can veriyordu. Hayatın hep dışında ve uzağında kalan traji-komik bir karakter olarak Oblomov, okurların gözünden asla kaçmayacak, gitgide insana dair belli bir durumu tanımlamanın adı olacaktı.
“Hiç yanılmamışım: Yorgun argın roman kişisi apaçık ruh ikizim! Hep bilinmez zamana ertelenmiş hayallerle, ülkülerle yaşayıp gitmiyor muyum?! Hep, gerçekleşmeyecek yarın umutlarıyla dolup taşmıyor muyum?!”
Selim İleri
Mephisto – Bir Kariyerin Romanı
Yazar: Klaus Mann
Çevirmen: M. Sami Türk
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 370
Mephisto: Bir Kariyerin Romanı, Almanya’da kişilik hakları nedeniyle uzun yıllar yasaklanan, yayınlandığı tarihten itibaren ise fırtınalar koparıp kült statüsüne erişen bir başyapıt! Klaus Mann, 1930’lu yıllarda sürgündeyken yazdığı bu romanla, babası Thomas Mann’ın gölgesinden çıkarak kendini gerçek bir yazar olarak ispat ediyor.
Zorbaya boyun eğenlerin trajedisini, inandırıcı ve derin karakterleriyle işleyen Mephisto, 1930’lar Almanya’sında Naziler yavaş yavaş iktidara gelirken, şeytanla işbirliği yapan oyuncu Hendrik Höfgen’in hikâyesini anlatıyor. Nazilerin ideolojisinden hazzetmese de, kariyerinde yükselmek için iktidara hizmet eden ve bu uğurda önce dostlarını, sonra da ruhunu kaybeden Höfgen, her devirde türlü türlü kılıklarda karşımıza çıkan oportünisti temsil ediyor.
İlk kez 1936 yılında yayınlanan ama oyuncu Gustaf Gründgens’in kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle uzun yıllar yasaklı kalan roman, 1981 yılında yeniden basıldığında hemen çoksatarlar arasına girdi ve günümüze kadar hep gündemde kalmaya devam etti. 1981 yılında Macar yönetmen István Szábo tarafından filme de alınan Mephisto, bugün her zamankinden güncel!
“İki dünya savaşı arasındaki Almanya’yı, hatta Avrupa’yı anlamak için bu romanı okumalı.”
Marcel Reich-Ranicki
“Mephisto, 1930’lu yıllarda faşizm yükselirken, boyun eğme ve direnme, kariyer ve ahlak arasında kalanların hikâyesini anlatan en iyi roman.”
Der Spiegel