Everest Yayınları Unutulmayan Kadınlar dizisinde toplam 15 kitap bulunmaktadır. Kitapla kalın.
İlginizi Çekebilir: Everest Yayınları – Che Kitaplığı
Everest Yayınları Unutulmayan Kadınlar Dizisi
Frida Kahlo: Aşk ve Acı
Yazar: Rauda Jamis
Çevirmen: Hülya U.Tanrıöver
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 320
20. yüzyılın popüler ikonlarından ressam, devrimci ve feminist Frida Kahlo’nun eserleri sürrealist olarak tanımlansa da kendisi bu tanımı, “Ben sürrealist bir ressam değilim. Asla hayallerimi resimlemedim. Yalnızca kendi gerçeğimi resimledim” diyerek reddetti. Sanat tarihinde ilk kez bir kadın, yalınlığı ve sakinliği acımasız denebilecek bir içtenlik ve “rahatsız edicilik”le dile getirdi.
Tablolarının birçoğunda kendi yüzünden yola çıkan Frida’nın yaşamöyküsü bize, Carol Hanisch’in kült olmuş “kişisel olan politiktir” mottosunun ne demek olduğunu anlatır. Çünkü o ruhunu kattığı Meksika devrimini doğum günü ilan eden bir marjinal, hiç doğmamış oğluna isim koyup onunla düşlerinde konuşan bir hayalperest, aldatılan kadın imajına da topluma direndi¤i gibi direnen bir savaşçı, tekerlekli sandalyeye mahkûm olduğunda bile ne sanatından ne de hayatından vazgeçmiş, tersine onları daha da yüceltmiş kutsal bir mücadeleci ve Diego Rivera ile yaşadığı aşkta, “senin sevmediklerini de sevdim ben” diyen taraftır.
Durmaksızın ötekileştirilen hayatında kaderine razı olmayı değil, efsane olmayı seçen Frida, ölümü de yaşamı gibi başında çiçeklerle ve her zamanki güzelliğiyle karşılamıştır.
“Bir ressam olarak Frida, Diego’ya hiçbir şey borçlu değildi, yani Diego hiçbir zaman onun hocası olmadı, asla bir resmini düzeltmedi demek istiyorum. Hatta pek çok konuda tersi geçerliydi, çünkü Frida’nın onun üzerinde ahlaksal ve sanatsal olarak güçlü bir otoritesi vardı.”
Alejandro Gomez
Camille Claudel: Bir Kadın
Yazar: Anne Delbee
Çevirmen: Hülya U.Tanrıöver
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 436
“Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi…
Mahsus kaçırdılar beni, onlara tıkıldığım yerde fikir vereyim diye; yaratıcılıklarının ne kadar sınırlı olduğunu biliyorlar çünkü. Kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim şimdi, yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar…
Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar…
Bütün bunlar Rodin’in şeytani başının altından çıkıyor. Kafasında bir tek düşünce vardı zaten; kendisi öldükten sonra benim sanatçı olarak atılım yapıp onu aşmam; bunu engellemek için de, yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da ben hep mutsuz kalmalıydım…
Her bakımdan başarıya ulaştı işte! Bu…
Bu esaretten çok sıkılıyorum…
Villeneuve’e hiç dönemeyecek miyim, Paul?”
Sevgi Soysal: Yaşasaydı Aşık Olurdum & Erdal Doğan
Yazar: Erdal Doğan
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 253
“Sana söyleyemediklerimi karıncalara söyleyeceğim -senden benden yalnız bozkıra! Susuyoruz bak hep. Söyleyemediklerimizi susuyor, bilmediklerimizi konuşuyoruz. Senden benden yalnız bozkır, oysa yaratık dolu, yaşam dolu -ya karıncalar?
Hep oturup cigara içiyoruz, konyak içiyoruz yetersiz, asıl yetersiz biziz, yalnızlığımız en yetersiz -ya bozkır?
Ben kadının biriysem sevilmeliyim, sen bilmezsin güzel miyim, en büyük güzelliğim senin bilmezliğin, duymazlığın -ya en boş damlalar gözlerimizde?
Bak, tozluyuz biz, çok tozluyuz -ya bozkır, bozkır yolundan kamyonlar geçerken kalkan toz?
Bak, hayal kurarım, en zevksiz acıklı şeylere gözyaşı dökerim de kendimi bilmem. Biz bilmeyiz birbirimizi; böylesine mutlu değil miyiz bazı?
Bu evrende her şeyi silecek birileri, yaşamları çoktan. Bu önemli değil, biz çoktan tükenmişiz. Bırakıp bırakıp ırak kentlere bile gidemeyiz, bu uğraşı ister. Bak, bizi ağaçlandırmak güçtür -ya bozkır?”
Isadora Duncan: Dansın Tanrıçası & Maurice Lever
Yazar: Maurice Lever
Çevirmen: İlkay Kurdak
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 460
“Ertesi gün onu klasik dans akademisine yazdırdılar. Dehşet bir olaydı. Akortsuz bir piyano, duvar boyunca uzanan barlar, aynalar ve yeşilimsi bir ışığa boğulmuş harap bir atölye. Onlardan parmak ucunda durmaları isteniyor, insan doğasına aykırı bir jimnastikle bedenlerini eğip bükmeleri bekleniyordu. Isadora buna başkaldıracaktı: ‘Parmak ucunda mı? Ama kimse parmak ucunda yürümez ki! Bu doğaya aykırı bir şey!’ Ayrıca tüm bu bale duruşlarından daha budalaca bir şey olabilir miydi: Hepsi saçma sapan şeylerdi. Dehşet vericiydi. Ruhsuz, mekanik figürlerdi. İnsan vücudunun özgürlüğünü kısıtlayan, deforme eden hareketlerdi. Dans öğrenmek için bir tek okul tanıyordu: Doğa.”
Sarah Bernhardt: Altın Ses & Anne Delbee
Yazar: Anne Delbee
Çevirmen: Mahmut Nedim Demirtaş
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 361
“Hazırım, makyajımı sildim. Biraz sonra en güzel kostümümü giyeceğim. En son sahnenin giysisini. Işığın elbisesi! Hiç anımsanmayacak. Her ana kendini yeniden yaratan yaşamı tam da terk etmeyi düşündüğüm anda izlemek, onun yaşayan bir koruyucusu ya da müzesinde sergilenen bir heykel olmadan her zaman yaratmak, son nefesine kadar oyuncu olmayı sürdürmek. Geri dönmemek.”
Anais Nin: Maskeli ve Çıplak & Elisabeth Barille
Yazar: Elisabeth Barille
Çevirmen: Figen Yücel
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 280
Ensest. Latince ele, incestus: Saf olmayan.
İşte sözcüğün kökeninin belirttiği, Antigone babası için coşkulu bir tutku beslerken, Oidipus Ioe ile evlenirken, Herodiade’ın kızı amcası için dans ederken.
“Ensest: Ânais oraya Günce’nin ilk cildinden başlayarak düşüyor. Ve: Salome oluyor. Iéna salonu, bir İspanyol dansı resitali veriyor, babasını gördüğünü sanıyor ve taş kesiliyor. ‘Belki onun için dans etmek istiyordunuz,’ diye telkin ediyor Doktor Allendy temiz yüreklilikle, ‘Yunan tragedyasında koro görevine boyun eğerek onu çekmek, bilinçsizce baştan çıkarmak istiyordunuz.’ Dans etmek, babayı baştan çıkarmanın eşanlamlısına dönüşüyor.”
Mata Hari
Yazar: Jean-Rene Pallas
Çevirmen: Yüksel Onaran
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 403
“Adım Margarethe Zelle, MacLeod’un eşiyim. 7 Ağustos 1876’da Hollanda’da Leeuwarden’de doğdum. Babam şapkacı, eşim Hindistan’daki Hollanda ordusunda görevli bir subaydı. Yeteneğimi orada keşfettim ve Mata Hari adıyla dansözlük yapmaya başladım. İhtiyar, kokuşmuş ressamlara poz verdim, müzikhollerde bacak kaldırdım… Dans, benim dansım bir rastlantı. Bir gün, Hint danslarını yapacak biraz güzel bir kıza ihtiyaç duyulmuştu. Sonra Dumet ve Astruc’le tanıştım. Ve kendimi bir anda Mata Hari olarak buldum. Mata Hari’nin anlamını biliyor musun? Şafağın Gözü demek, yani Güneş.”
Milena: Kafka’nın Kadını
Yazar: Margeret Buber-Neumann
Çevirmen: Sıdıka Orhon
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 248
“Kafka ile Milena arasındaki aşk, 1920 yılında Meran’da başladı. Bu ilişkideki ihtirası ve trajik bir biçimde bastırılmasını, Kafka’nın elde kalan mektuplarından öğrenebiliyoruz. Mektuplarda bu yetenekli yazarın Milena hakkında yazdığı her kelime eşsiz. Milena, aynen Kafka’nın gördüğü gibi bir insandı, seven bir insan. Milena için sevgi, yaşanmaya değer, yegâne hayattı. Duygularının şiddeti onu ruhsal, bedensel ve zihinsel özverilerin en büyüğünü yapma yeteneğiyle donatmıştı; derinden hissedebilmekten çekinmiyor, bunu bir utanç vesilesi saymıyordu, Sevgi onun gözünde apaçık, doğal bir şeydi. Seven kişi olarak o, karşısındakinin duygularını tahmin etmek gibi ender rastlanan bir yeteneğe sahipti ve aradan günler de geçse, yaşanan duyguları ve insanı nerelere götürdüğünü rahatlıkla tanımlayabilirdi. ‘Sevmeden insan hakkında hiçbir şey bilemezsin,’ demişti bir gün bana.”
Hem gazeteciliği ve çevirmenliği, hem yaşamı boyunca verdiği insanlık mücadelesi, hem de ünlü yazar Franz Kafka’nın sevgilisi olması dolayısıyla tarihte önemli bir yeri vardır Milena Jesenska’nın.
Everest Yayınları’nın “Unutulmayan Kadınlar” dizisinde yer alan Milena: Kafka’nın Kadını, bu olağanüstü yaşama mercek tutuyor. Kitabın yazarının Milena’yla toplama kampında tanışmış olması, bu yaşamöyküsünün anlatımını bir kat daha heyecanlı ve etkileyici kılıyor.
Martha Freud: Dâhinin Karısı & Katja Behling
Yazar: Katja Behling
Çevirmen: Efkan Canşen
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 225
“Martha Freud bütün bir dönemin tanığıydı. Tarihin bir kesitini, kocasını ve son yüzyılı, daha doğrusu, ona yolunda eşlik edenlerin hepsinden daha çok yakın geçmişi etkilemiş olan Sigmund Freud’u duyumsayarak yaşadı. Bu yol, günümüz tarihinin birçok kişiliğini, bilimi, sanatı ve kamusal hayatı kesiştirdi. Martha, kültür tarihini yazan bu çevreye dahildi. Annesinin isteğinin dışında gerçekleştirilen nişanlılık ve evlilikten beri, Martha tüm itirazlara karşı skandal yaratan görüşleri nedeniyle sert saldırılara uğraması ve resmi bilim tarafından mahkûm edilmesi esnasında da kocasının yanında yer aldı. Freud, kendini tecrit edilmiş hissettiğinde ve gerçekte var olmayan bir kara listede yer aldığına inandığında, tüm şüpheleri onun üzerinden attı. Sarsılmazlığı ve gücü, aşırı durumlarda kendisine ve eşine oldukça yararlı oldu.”
Georgia O’Keeffe: Bir Ressamın Portresi & Laurie Lisle
Yazar: Laurie Lisle
Çevirmen: Feride Nilgün Aras, Sibel Erduman
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 415
“Stieglitz yalnızca kendisini ciddi olarak heyecanlandıran kişilerin fotoğraflarını çekiyordu ve bir süre sonra Georgia’dan kendisine poz vermesini istedi. Georgia’nın sıradışı yüz hatları sanatçı olarak ilgisini çekiyordu. Güçlü burnunun ve sağlam çenesinin benzersiz bir profil oluşturduğunu düşünüyor ve Mona Lisa gülümsemesi dediği gizemli gülüşü onu büyülüyordu. Güzel ellerini önce kıvrık bir fetus şeklindeki çiziminin önünde, parmakları birbirine dolanmış olarak, sonra uzun kollu, beyaz yakalı siyah elbisesinin önünde fotoğrafladı. Kendisini kelimelerle kolayca ifade edemeyen bu kadına bir fotoğrafçı olarak bakarken, fotoğraf makinesi gözlerinin altındaki halkaları ve hizaya sokulamayan kalın kaşlarını yakalamıştı. Aynı zamanda, güzel ağzının kenarlarında gamzeli bir gülüşün oynaşmalarıyla gözlerindeki rahat, yumuşak, ilgi ve dimdik bakışları da yakalamıştı.”
Virginia Woolf: Yaşam Bir Rüyadır, Uyanmak Öldürür
Yazar: Quentin Bell
Çevirmen: Zehra Savan
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 684
Dünya edebiyatının en etkileyici yazarlarından Virginia Woolf’un, yeğeni Quentin Bell tarafından kaleme alınan biyografisi, Virginia Woolf: ‘Yaşam Bir Rüyadır, Uyanmak Öldürür’ başlığıyla Everest Yayınları’nın ‘Unutulmayan Kadınlar’ dizisinden yayınlanıyor. Virginia Woolf’un şimdiye dek yayınlanmış en ayrıntılı biyografisi olan kitap, hem pek çok belgeye dayanması hem de yazarın yaşamına aile içinden bir bakışla yaklaşıyor olması bakımından ilgi çekici.
Virginia Woolf’un etkin rol oynadığı, efsanevi ‘Bloomsbury Grubu’ da kitapta detaylı bir biçimde irdeleniyor.
“Kız kardeşlere göre sevgili ağabeyleri gözlerinin önünde bir canavara, kendisine karşı tamamen savunmasız oldukları bir zorbaya dönüşmüştü; hainin bile tam olarak farkında olmadığı kadar gizli bir ihaneti nasıl açıklayacak ya da buna karşı bir önlem alacaklardı? Cahilce bir saflığı muhafaza edecek bir şekilde yetiştirilen kızlar herhalde başlangıçta şefkatin şehvete dönüştüğünü fark etmemişler ve onları uyaran şey giderek artan tiksinti hisleri olmuştu. Vanessa ile Virginia’nın bu konuda uzun zaman suskun kalmalarını buna ve çok utangaç olmalarına bağlayabiliriz. George her zaman duygularını açıkça gösteren, eli açık biri olmuştu ve okşayıp kucaklamaları konusunda kimseye hesap vermek zorunda değildi. Bu okşamaların, en sevgi dolu ağabeylerde uygun olandan daha ileri gittiğini anlamak için çok dikkatli bir göz lazımdı…”
Patricia Highsmith: Güzel Gölge
Yazar: Andrew Wilson
Çevirmen: Ebru Kılıç
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 667
“Gerçek bir katille karşılaş mıydı hiç? ‘Teksas’ta ya da Marsilya da karşınıza çıkabilirler… a, evet,’ demişti soğukkanlı bir tavırla. Günah neydi? ‘Günah, insanın günah dediği şeydir,’ cevabını vermişti. Cinayetin dehşetini tahayyül edebiliyor muydu? ‘Kötülüğü, evet…’ Kötülük ona ne ifade ediyordu? ‘Soyut olarak, kötü ya da antisosyal ya da yanlış ya da sağlıksız olan bir şey.’ Kötü bir insanı nasıl tanımlardı? ‘Kötücül, dar görüşlü ya da sırtından vuran biri,’ demişti. Peki ya katilleri? ‘Doğrusunu söylemek gerekirse, cinayet işleyen insana hasta derim, akıl hastası.’ Tartışmanın asıl konusu, affetme meselesiydi; bir katili affetmek mümkün müydü?
Highsmith’in ateist tavrı, ancak ve ancak Tanrı’nın affedebileceği tavrını benimseyen Rahip James Nelson’ın güçlü Hıristiyanlığıyla çarpıcı bir tezat oluşturmuştu. ‘Benim Tanrı’yla aram, sizinki kadar iyi değil,’ demişti iğneleyici bir edayla. ‘Diyorsunuz ki, ancak Tanrı affedebilir. Peki Tanrı’nın beni durumdan haberdar edip etmeyeceğini nereden bileceğim?'”
Rosa Luxemburg
Yazar: Peter Nettl
Çevirmen: Osman Akınhay
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 708
“Devrim muhteşem bir şeydir, başka her şey zırvalıktır!”
Polonya ve Alman Sosyal-Demokrasisi’nin yıldızı olan Rosa Luxemburg. Örgütlenmeye olan inancı, mücadelenin başlıca vasıtası olarak kitle grevini görmesi ve parti yönetimlerinin dar kadrolarından ziyade eylem içindeki kitlelerin kendi deneyimlerinden ders çıkarmalarını her zaman öne çıkaran yaklaşımıyla hâlâ önemini koruyan bir devrimcidir. Ayrıca, yine hareketin liderlerinden Leo Jogiches’le aşkında sergilediği gibi, kadınlığını taviz vermeden yaşamasıyla günümüzün bağımsız devrimci kadın figürünün öncülerindendir.
Dönemin Lenin’e kafa tutan tek ismi olan ve anti-milliyetçiliğği bir eksiklik değil, gurur kaynağı sayan Rosa Luxemburg’un günümüzle ilintisini de küreselleşme denilen bu yeni emperyal çağda savaş arzularınının belkemiğini oluşturan milliyetçilik belasına karşı kararlı tutumuna işaret ederek açıklayabiliriz.
Paramiliter hruplarca. Alman Reichtag’ında savaşa karşı çıkan tek sosyal-demokrat olan Karl Liebknecht’le birlikte öldürülen ve kanala atılan cesedi üç ay sonra bulunan Rosa, ölümünden önceki son yazısında şöyle haykırıyordu:
“Berlin’de düzen hüküm sürüyor. Sizi budala çakallar! Sizin ‘düzen’iniz kumdan inşa edilmiştir. Yarın devrim bir kere daha ayağa kalkacak ve trompet sesleriyle haykıracaktır: Buradaydım, buradayım, hep burada olacağım!”
Margaret Atwood: Kırmızı Pabuçlar
Yazar: Rosemary Sullivan
Çevirmen: Özlem Gayretli Sevim
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 445
Yıllardan 1948 ya da 1949, küçük bir kız bir sinema salonunda Kırmızı Pabuçlar’ı izlemektedir. Dünyaca ünlü bir balerin olan Victoria’nın filmin sonundaki kaderi kızın ümitsizce koltuğuna gömülmesine neden olur. İşte o küçük kız, kadınların yaratıcılık tutkularının bastırıldığı bir devirde doğmuş, buna karşın Kanada’nın dünya edebiyatına armağan ettiği en önemli yazarlarından biri olmayı başarmış olan Margaret Atwood’dur.
O salonda başlayıp yazar olarak kazandığı uluslararası başarılara uzanan yolculuğu bu kitapta anlatılan hikâyelerden yalnızca biri. Zira yazını masallardan ve mitolojiden beslenen Margaret Atwood’un hikâyesi birçok kadın yazarın ortak hikâyesinin bir parçası. Bu kadınlar, hem erkek hem kadın sanatçıya atfedilen ikonografiyi geri dönülmez bir şekilde değiştirdiler.
“’Olağan’ ya da ‘olağandışı’ terimleriyle düşünmüyorum. Elbette yapmış olduğum pek çok şey, diğer insanlar açısından olağandışı olabilir, ama benim açımdan öyle değil.”
Syvia Plath: Deli Kızın Aşk Şarkısı
Yazar: Andrew Wilson
Çevirmen: Yeşim Seber
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 580
20. yüzyılın en önemli şairlerinden Sylvia Plath’ın yaşamında, Ted Hugbes’la tanışmasi ve boşanmalarından önce biten evliliklerinin yadsınamaz bir agırligi vardır. Diger yandan Plath’ın, Ted’den önceki yaşamı da, en az sonrası kadar karmaşık ve sıkıntılarla doludur.
Şair sekiz yaşında babasını kaybeder, bu olüm onda büyük bir travma yaratır. Annesini suçlar, onun kendisi için yaptığı fedakârlıklar altında ezilir, nefreti içten içe bilenir. Hırslıdır, başarı ve saygınlık gözünü kamaştırır. Sürüp giden mükemmellik arayışında, okul ve okul dışında her zaman en iyisini ister, arzular. Bu takıntı, ilişkilerine de yansır. Cinselliğe duyduğu merakla yerleşik kalıplar içinde kısılıp kalma korkusu arasında, sürekli bir gerginlik içinde, sayısız erkekle flört eder. Bu arada yazmaya hiç ara vermez, şiir, öykü, günlük, mektup… Ama sürüp giden huzursuzluğuna hiçbiri çare olmaz.
Ve gün gelir ölmek ister.
Andrew Wilson, Sylvia Plath’ın yakın arkadaşları ve sevgilileri aracılığıyla elde ettigi yeni bilgi ve belgeler ışığında yazdığı yaşamöyküsünde, zamana meydan okuyan bu unutulmaz kadının ilkgençlik yıllarına odaklanıyor. Deli Kızın Aşk Şarkısı ailesine, topluma, ekonomik koşullara, yani gerçek “endişe perileri”ne yenik düşüp kendini yok etmekten başka çare bulamayan bir kadının öyküsü.