Gizli Tarih, ahşabı içeriden kemiren bir tahtakurusu gibiydi sakladıkları sır. Dışarıdan görünen heybetli, parlak ve güçlü bir bedendi, içeride ise un ufak olmuştu ruhları.
Gizli Tarih
Yazar: Donna Tartt
Çevirmen: Merve Sevtap Ilgın
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 656
Ahşabı içeriden kemiren bir tahtakurusu gibiydi sakladıkları sır. Dışarıdan görünen heybetli, parlak ve güçlü bir bedendi, içeride ise un ufak olmuştu ruhları.
Richard Papen büyük hayallerle geldiği üniversitede Antik Yunanca profesörünün ve onun özenle seçilmiş öğrencilerinin cazibesine kapılıp bir şekilde aralarına girmeyi başarır. Fakat içlerine girdikçe bu cazibenin altında karanlık bir şeylerin yattığını fark eder.
Antik Yunan felsefesinden, kültüründen ve mitolojisinden etkilenen gençlerin başına, gerçekleştirdikleri bir ayin sırasında korkunç bir olay gelir. Etik ve ahlak sınırlarının aşıldığı, masum ile suçlunun birbirine karıştığı ve hatta işlerin cinayete kadar varabileceği bir karmaşanın içinde bulurlar kendilerini. Gerçek dünyaya döndüklerindeyse artık saklamak zorunda oldukları büyük bir sır ve omuzlarında hayatları boyunca taşıyacakları bir yük vardır.
“Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sının kurgusunu alın, Euripides’in Bakkhalar’ının hikâyesiyle birleştirin ve arka plana da Bret Easton Ellis’in Çekim Kuralları’nı ekleyin. Çok güçlü bir yapıt.”
The New York Times
“Donna Tartt gençliğin seks, uyuşturucu ve rock and roll gibi bilindik yanlarını değil, bir Yunan trajedisindeki gibi karanlık ve gerilim dolu yanını almış. Tansiyon hiç düşmüyor.”
Newsday
“Bu kitap pek çok şeyi aynı anda vadediyor okura: psikolojik gerilim, popüler kültüre ve üniversite gençliğine bir eleştiri, yaşamlara felsefi bakış açısı…”
Library Journal
Benimle Tanışmadan Önce
Yazar: Julian Barnes
Çevirmen: Serdar Rifat Kırkoğlu
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Sayfa Sayısı: 180
Julian Barnes, Benimle Tanışmadan Önce adlı romanında saplantılı bir kıskançlık öyküsünü konu edinerek insan beyninin arkaik alt katmanlarını büyüteç altına alıyor. Acaba, böyle bir arkeolojik usyürütmenin sonunda en kültürlü insanın bile eninde sonunda sürüngensi denebilecek bir beyin taşıdığı sonucuna varılabilir mi? Acaba Kültür ve Uygarlık kavramlarının yaratıcısı olmakla övünen insanoğlu, cinsellik denilen o gizemli alan söz konusu olduğunda Kültür’ü tümüyle bir yana bırakıp her seferinde içgüdülerinin karanlık mağarasına mı dönmektedir? Kültür ve içgüdüler uzlaştırılabilecek olgular mıdır ya da böyle bir uzlaşım mümkün olabilirse bu, insanoğlu tarafından ne dereceye kadargerçekleştirilebilir?.. İşte Julian Barnes elinizdeki romanında bu tür zorlu soruların yanıtlarını arıyor.
Bir tarihçi olan Graham Hendrick, anlaşmakta güçlük çektiği eski karısı Barbara’dan ayrılarak, sevimli Ann’le evlenir. Ann’i çok seven Hendrick karısının üzerine fazla düşmekte, ayrıca kendini çok talihli bir erkek olarak görmektedir. Ne var ki, eskiden vasat filmlerde oynamış ikinci sınıf bir sinema oyuncusu olan karısının filmlerdeki sevişme sahnelerini zina olarak algılayan Graham’ın mutluluğu büyük bir darbe alır; kıskançlığı tam bir saplantıya dönüşür, en küçük ihanet kuşkuları birer karabasan olur çıkar.
Karısının eski âşıklarının ona hediye etmiş olduğu kitapları inceler, eski filmlerini tekrar tekrar seyreder, hayalinde olmadık şeyler canlandırır. Belki de karısının kendisiyle tanışmazdan önceki hayatı aslında o denli önemli değildir, geçmiş boyutu insan hayatının varolan tek boyutu değildir, ama olup bitenlere bir de “tarihçi” gözüyle baktığında her şey bambaşka bir görünüm almaktadır…
Julian Barnes her zamanki ironisiyle çok özel yazınsal tadlar içeren bir kıskançlık öyküsünü anlatıyor.
Beton Ada
Yazar: J. G. Ballard
Çevirmen: Yeşim Seber
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 165
Yüzyıllardır insanlığın her şeyi ardında bırakmaya, serüvene kapılmaya ya da özgürlüğe duyduğu özlemin ütopik mekânı olan keşfedilmemiş bir ada, ayak basılmadık noktasının kalmadığı varsayılan bu modern dünyada neye tekabül eder?
Varlıklı bir mimar, arabasıyla her günkü mutat güzergâhında ilerlerken kaza yapar ve otoban kenarındaki terk edilmiş bir araziye uçar. Mahsur kaldığı bu insan yapımı “ada”dan kurtulma macerası birdenbire çocukluğuyla, mutsuz evliliğiyle, sevgilisiyle ve bizzat kendisiyle bir hesaplaşmaya dönüşür.
J.G. Ballard, çağdaş Robinson anlatı sı Beton Ada’da, büyüsünü yitiren köhne yerküredeki ıssız bir trafik adasının, dışsal bir mekândan içsel bir mekâna dönüşürken, kişinin kendini tanıması için sağladığı bitimsiz olanaklar üzerine düşünmeye davet ediyor okuru.
Jamrach’ın Canavarları
Yazar: Carol Birch
Çevirmen: Kemal Baran Özbek
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 528
Ödüllü yazar Carol Birch’ten, Sineklerin Tanrısı ve Moby Dick gibi eserlerle karşılaştırılan, tarihsel kurgu ve fantastik kurgu arasında mekik dokuyan bir roman!
Jaffy Brown’un serüveni, bir gün sokakta yürürken Bay Jamrach’ın egzotik hayvan dükkânından firar etmiş bir Bengal kaplanına rastlamasıyla başlıyor. 19. yüzyılın karanlık sokakları, fakir mahalleleri, hayvan koleksiyoncuları ve balina avcılığı Birch’ün romanının fonunu oluştururken, doğanın en doğaüstü yaratığının, bir ejderhanın peşinden açık denizlerde geçen oldukça zor bir yolculuk, denizin düş gördüren fantastik dünyasına sürüklüyor bizi.
Jamrach’ın Canavarları, deli bir tanrıyla acımasız bir doğa arasında sıkışan hayvan ve insan krallığında hayatta kalmanın öyküsünü anlatıyor. Gerçek olaylardan esinlenerek yazılan bu roman, hayvanlarla arasına mesafe koyarak uygarlaşan insana da bir eleştiri niteliğinde.
Jamrach’ın “Canavarları”nın kimler olduğuna okur karar verecek…
Ulieta’nın Gizemi
Yazar: Martin Davies
Çevirmen: Salih Uyan
Yayınevi: Babıali Kültür Yayıncılığı
Sayfa Sayısı: 358
Gerçeğin, tarihsel kurguyla harmanlanması neticesinde insanı baştan çıkaran bir eser çıkmış ortaya… Ulieta’nın Gizemi, rutin, hemen unutulmaya mahkum gizem romanlarından sıkılanlara mükemmel bir alternatif sunuyor.
“Tutkulu bir gizem… Yazar öyle ustaca tasvirler kullanıyor ki, okuyucu adeta ortamları koklayıp, kişilere dokunabiliyor. Geçmiş ve gelecek şaşırtıcı olaylarla tek potada erimeye başladığında, kitap da okuyucunun sınırlarını zorlamaya başlıyor.
Butcher’s Crossing
Yazar: John Williams
Çevirmen: Özlem Özarpacı
Yayınevi: Koton Kitap
Sayfa Sayısı: 296
Elli yıl sonra yeniden keşfedilip basılan kitabı Stoner ile tüm dünyada büyük bir okur kitlesine ulaşan John Williams’ın 1960’da kaleme aldığı ve “ilk ustalık eserim” dediği kitabın adı hikâyeye konu olan yerleşim yeri Butcher’s Crossing’den geliyor.
Hikâye Harvard’ı bıraktıktan sonra yeni bir yaşam biçimi bulmak için Batı’ya doğru yola çıkan Will Andrews’un Butcher’s Crossing denen küçük kasabaya yerleşmesiyle başlıyor. Colorado’da Rocky Dağları’nda ücra bir vadideki kayıp bufalo sürüsüyle ilgili hikâyeler anlatan, onları bulmayı göze alacak kadar cesur ve çılgın erkeklerden oluşan bir ekip kurmayı hayal eden bir avcıyla tanışması ise onu bekleyen maceranın ilk adımı oluyor. Will o erkeklerden biri olmakla kalmayıp ekibin finansmanını ve kendisine verilen deri yüzme görevini de üstlenerek bu katliam gibi av için yola koyuluyor. Ancak yolculuk, katliam, sert koşullar ve şanssızlık onun zihninin ve bedeninin sınırlarını zorlayan tam bir Vahşi Batı hikâyesine dönüşüyor.
Kitap doğayla bütünleşen insanın neler yapabileceğini, nasıl bir canlıya dönüşebileceğini ima eden benzersiz bir yol hikâyesi. Stoner ile mükemmel bir kitap yazmış bir yazarı tanıdık. Butcher’s Crossing ise John Williams’ın bundan daha fazlası olduğunu, her ne kadar unutulmuş olsa da onun tartışmasız bir biçimde mükemmel bir yazar olduğunu gösteriyor.
Sisler İçindeki Lut
Yazar: Hope Mirrlees
Çevirmen: Damla Göl
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 312
Woolf’un yazdığı bir mektupta “ne yaptığını bilen biridir o – hercai, titiz, fazlasıyla eğitimli ve güzel giyimli,” diye tanımladığı, şair, çevirmen ve romancı Hope Mirrlees aynı zamanda T. S. Eliot, André Gide, Katherine Mansfield, Bertrand Russell, William Butler Yeats ve Gertrude Stein gibi efsanevi figürlerle de yakın arkadaştı. Yazarın hem bir peri masalı hem bir dedektif hikâyesi olarak okunabilecek macerası Sisler İçindeki Lut’un kıymeti yıllar geçtikçe daha da arttı, Neil Gaiman, Elizabeth Hand ve Tim Powers gibi yazarlar da dahil olmak üzere fantazi edebiyatının birçok ismini etkiledi.
Dapple ile Dawl isimli iki nehrin birleştiği noktadaki bir rıhtım kasabası olan SislerİçindekiLut, Dorimare’in başkentidir. Dapple kaynağı, SislerİçindekiLut’un batısındaki Periler Diyarı’ndadır. Dük Aubrey’nin zamanında perilere hoş bakılır, peri meyvesi de halk tarafından sevilirdi. Ancak Dük, Dorimare’den sürülünce, peri meyvesi suç olarak kabul edildi ve Periler Diyarı’na dair her şey yasaklandı. Kasabanın yeni valisi Nathaniel Chanticleer, peri meyvesinden yediği düşünülen oğlunu kurtarmak için hem birçok gizemi çözmek zorunda kalacak hem de halkı için elinden geleni yapacaktı. Sisler İçindeki Lut, sınırların ötesinden korkma diyor, düşmanlık gelir geçer. Fakat kanun, dokunabildiği şeyleri yürekten sever, mesela kan lekeli bir bıçak ve bu tür şeyler.
“Yirminci yüzyılın en güzel, esaslı, müthiş ve haksızca unutulmuş romanı… küçük, altından bir mucize.”
Neil Gaiman
“Hem Shakespeare’e yakışır bir trajikomedi, hem bir cinayet soruşturması hem de çok katmanlı bir alegori, üstelik harika bir hikâye.”
Mary Gentle
Yazgı ve Gazap
Yazar: Lauren Groff
Çevirmen: Begüm Berkman
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 440
2017’de Granta dergisi tarafından en iyi genç Amerikalı yazarlar arasında gösterilen, kitapları New York Times çoksatanlar listesine giren, 2018’de Guggenheim edebiyat bursuna layık görülen Lauren Groff gelenekle yenilikçiliğin ötesine geçen, dünya klasikleri kadar katmanlı ve günümüz dünyasının gerçeklerini unutmayan bir edebiyatın temsilcisi olan maharetli bir yazar. Amerikan Ulusal Kitap Ödülü finalisti olan Yazgı ve Gazap, yayımlandığı dönemin Amerikan Başkanı Barack Obama’nın okuma listesine seçilmesiyle de adından söz ettirmişti.
Her hikâyenin iki tarafı vardır. Her ilişkide iki ayrı bakış açısı. Belki de iyi bir evliliğin sırrı doğrular değil de yalanlardır. Şeytan tüylü çapkın Lotto ile etrafı sırlarla örülü Mathilde, gizlice evlendiklerinde sadece yirmi iki yaşında, uzun boylu, yaratıcılıkla dolu, cazibeli ve birbirlerine delicesine âşık iki gençtiler. Muhteşem olmak alın yazılarıydı. Lauren Groff, bir evliliğin yirmi dört yıllık hikâyesini anlatırken hiçbir şeyin beklendiği gibi gerçekleşmeyeceğini ve burnumuzun ucundaki bu gerçeği anlamanın ne kadar zor olduğunu anlatıyor. Yazgı ve Gazap, aşkın, yalanların, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir kudretin, herkesin kıskançlıkla izlediği bir Âdem ile Havva’nın hayatın kendisi kadar tehlikeli hikâyesi.
“Nefes kesecek kadar iyi. Coşkun, zengin, hem dünyevi hem de destansı bir dönüştürücülüğe sahip.”
James Wood
“Groff, romanında erkekler ve kadınların yaratıcılıkları ve insan olarak kıymetlerinin nasıl farklı değerlendirildiğini şevkle inceliyor.”
The Guardian
Büyülü Oyuncak Dükkanı
Yazar: Angela Carter
Çevirmen: Begüm Kovulmaz
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 239
Geçmişten bugüne en büyük İngiliz yazarlardan biri olarak kabul edilen ve Margaret Atwood ile Jeanette Winterson’a da ilham kaynağı olan Angela Carter’ın, engizisyon hışmından kurtulabilmiş cadıların torunlarına armağan ettiği Büyülü Oyuncak Dükkânı yeniden Türkçede…
Bedenin cehennemî bir arzu makinesine dönüştüğü çağlarda, anne baba şefkatiyle sarmalanmış korunaklı bir çocukluktan kopmak zorunda kalıp karanlık bir dönemece giren Melanie’nin hikâyesi; Angela Carter’ın büyülü gerçekçi dokunuşlarıyla kişinin kendini keşif yolculuğundaki tabuları bir bir yıkıyor. Genç bir kadının taşıdığı safiyane duyguların yetişkin dünyasına ait hakir ve lanetli arzularla kirlendiği, oyuncakların m asumiyetini kaybettiği bir oyuncak dükkânında verilen reşit olma mücadelesi gotik imgelerle bezeli bir hayal evrenine dönüşüyor.
Bizi Bağışla
Yazar: A. M. Homes
Çevirmen: Yasemin Karalı
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 596
Çağdaş Amerikan edebiyatının en kışkırtıcı yazarlarından A. M. Homes, 2013 Women’s Prize for Fiction ödüllü son romanı Bizi Bağışla’da yine bir aile hikayesi anlatıyor.
Nixon uzmanı bir tarihçinin, akademinin sınırları dışına çıkmayan hayatı, bir dizi olayla sarsılır. Harold Silver’ın hırslı, özgüvenli, saldırgan kardeşi ile çocukluğundan bu yana yaşadığı çatışma, artık psikolojik bir gerilim olmaktan çıkıp, fiili bir çatışmaya dönüşmüştür. Bu çatışmanın sonucunda ortaya çıkan trajik olaylar, Harold’ın hayatının ve onu sarmalayan “Amerikan Rüyası”nın sıvalarını bir bir dökmeye başlayacak; sorumluluk, iradi eylem ve yüzleşmenin öncülük ettiği yeni bir yaşam mücadelesi baş gösterecektir.
Bizi Bağışla, rayına oturmuş görünen orta sınıf burjuva hayatların bir darbeyle nasıl allak bullak olabileceğini gösteriyor. Aile kurumunun karanlıkta kalan yanlarını, mutlu ve refah içinde geçirildiği sanılan günlerin sona ermesiyle açığa çıkan gerçek kişilikleri, Amerikan kültürünün simgelerinden de faydalanarak irdeleyince ortaya son derece tanıdık bir yirmi birinci yüzyıl hikayesi çıkıyor.
Hoşça Kal Berlin
Yazar: Christopher Isherwood
Çevirmen: Zehra Gencosman
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 212
Christopher Isherwood, “Hoşça Kal Berlin”de okuyucuları, kendisinin de yıllarca yaşadığı ama Hitler’in iktidara yükselmesiyle terk etmek zorunda kaldığı, 1930’ların ilk yarısındaki kozmopolit Berlin’e, yok olup gitmiş bir dünyaya götürüyor.
Romanın yazarla aynı adı taşıyan ve olayların dışında durarak, olan biteni “bir fotoğraf makinesi gibi” kaydetmeyi tercih eden anlatıcısı aracılığıyla eski Berlin’in renkli gece hayatına tanık oluyor, Yahudilerden göçmenlere, eşcinsel çiftlerden oyuncu olma hayali kuran genç kızlara, Nazi sempatizanlarından komünistlere onlarca ilginç ve unutulmaz kişiyle tanışıyoruz. Isherwood, bizi bu insanlar galerisinde dolaştırırken arka planda da yavaş yavaş dağılan bir toplumun fotoğrafı beliriyor.
Hava kararınca bir kız şarkı söylemeye başladı. Rusça söylüyordu ve bu da her zamanki gibi insana hüzün veriyordu. Uşaklar bahçeye bardaklar ve kocaman bir kâse kırmızı şarap getirdiler. Hava soğumaya başlamıştı. Gökyüzünde milyonlarca yıldız vardı. Ta ötelerde, büyük ve durgun gölün üzerinde hayalet yelkenliler, hafif ve kararsız gece rüzgârıyla birlikte yön değiştiriyor, oraya buraya seğirtiyorlardı. Gramofon çalıyordu. Ta ötelerde, kentin içinde, oylar sayılıyordu şu anda. Natalia’yı düşündüm: Belki de tam zamanında kurtulmuştu. Karar kaç kez ertelenirse ertelensin, tüm bu insanlar kötü bir sona mahkûmdu. Bu akşam, bir felaketin kostümlü provasıydı. Bir dönemin son gecesi gibiydi.