“Şu Şeytan, nasıl bir şeydi?”
“-Görüntüsü yok, buna ihtiyacı da yok. O bizim içimizde.”
Okuduğum ilk Grange romanı. Eşimin tavsiyesi üzerine şans verip hayranı olduğum bir adam.
“Şeytan Yemini”…
Tarzına bayıldığım bir yazar oldu. Hele ki kitabın sonundaki olayları çözümleme şekli…
Grange kesinlikle çok iyi bir araştırmacı. Birçok konu hakkında en ufak ayrıntısına kadar bilgisi var. Coğrafya bilgisi, ülke konumları, ülkelerin kültürleri hakkındaki bilgileri sayesinde de her kitabında yeni ülkelere gezintiye gidiyorsunuz. Değerini bilmeliyiz bu adamın.
Hadi İtalya, Fransa ve İşviçre’ye gezmeye gidelim.
Satanizm…
Grange bu sefer bize satanizmi anlatıyor. Hatta konunun zıtlıklarıyla biraz da Vatikan’a kafa tutuyor. Düşünmek mi? Evet siz de biraz düşünüyorsunuz. Acaba? Hayır, hayır. İnanmıyorsunuz satanizme.
Tipik bir şekilde başlıyor roman. Şeytana tapan ve cinayet işleyen bir katili arıyoruz. Yolculuğumuzun tarafları ise şeytana tapan bir katil ve şeytana karşı gelen Katolikler.
Kitabı okumaya devam ettikçe damarlarınızda gezen adrenalini fazlasıyla hissediyorsunuz. Gerilim/Polisiye türünün açık ara en iyisi Grange, bir kez daha ağzımızı açık bırakacak sahnelere şahit olmak zorunda bırakıyor bizi.
Şeytana adanan ayinlerde biraz cinsellik olsa da vermesi gereken gerilimi iyi aktarıyor. Hala gözümün önünde olan sahneler var. Bol kanlı…
Cesetlerin tasvirleri, şeytana karşı gelenlerin yüz hatları… Hayır, hayııır! Düşünmüyorum. Evet, unutuyorum.
Ben kitap tanıtımı yaparken her aklıma geleni yazmayı sevmiyorum. Spoiler vermek istemiyorum. Hatta yazarın kullandığı sembolleri bile söylemekten hoşlanmıyorum. Siz okuyun, siz görün, siz anlayın.
Bu kitabı okumadıysanız ve Grange ile tanışmadıysanız artık zamanı gelmiş deyip başlamalısınız.
İyi okumalar.