Aklımda hep Haruki Murakami‘nin kitapları var. Acaba hangisi daha iyi? Yine Murakami okusam ne olur ki? İçim dışım Murakami olacak. Az kaldı. Nihayet Zemberekkuşu’nun Güncesi geldi elime.
Ne zaman bu adamın kitabını bitirsem bir boşluk hissi oluşuyor içimde. Yeni kitap seçmem gerçekten çok can sıkıcı bir hal alıyor. Seçemiyorum. Elime neyi alsam bırakıyorum. Nasıl çözeceğim bu durumu bilmiyorum. Neyse ki “Ayn Rayd – Atlas Silkindi”yi okuyorum da o can sıkıcı durumu çabuk atlattım bu sefer.
Murakami’nin okuduğum üçüncü romanı. Bu kitabı da ortalamanın çok çok üstünde. Sizi gerçek ve masalsı dünyanın içinde bir gezintiye çıkaracak bu kitabında da Murakami. Sıkı bir Murakami hayranı olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum.
“Zemberekkuşunun Güncesi” kişi örgüsü basit bir şekilde kurulan ve tane tane ilerleyen bir roman. Sizi sıkmayan, gereksiz betimlemelerden kaçınan, ara sıra temposu düşse de hikayeden ayrılmayan bir yapısı var. Teğmen Mamiya’nın anlattığı hikayeden biraz sıkılmıştım ama yine de kopmamıştım kitaptan. Belki de siz sıkılmazsınız, bilemiyorum.
Gelelim kitabın ilerleyişine. Kitabımız yine kendi içinde bir şeyler yitirmiş bir kahramanımızın yaşadıkları, çözüme kavuşturmaya çalıştıkları ve başına gelen talihsiz olayları konu alıyor. Klasikleşiyor değil mi konular? Evet. Ama bu klasikleşmenin yanında karakterlerin yaşadıkları olaylar nedense hiç eğreti durmuyor. Sanki hepsi gerçekleşebilirmiş gibi. Çok garip.
Asıl konu ne biliyor musunuz? Abisinin hayatını kararttığı kadının, hayatını kararttığı kocasının garip hayatı. Kafanız karıştı değil mi? Yazarken benim de karıştı ama anlatmak istediğimi anladığınızı biliyorum.
Bu kitapta en garip karakterler tabii ki Girit ve Malta Kano. Hala çözemedim bu karakterleri neden gördük, niye öğrendik ve ne yapıyorlardı. Çok ilginç iki kardeş. Bir o kadar da tanıdık. Sanki sokakta görebilecekmişiz gibi. Murakami’nin bu tarzını çok seviyorum. Karakterler her ne kadar hayal ürünü de olsa sanki sokakta görebilecekmişiz gibi. Gerçekten hiç eğreti durmuyor.
Baş karakterimiz Toru Okada. Kaybettiği kedisi. Karanlık kuyu dibi. Varoluş çabası. İp merdiven. Rüya. Karabasan. May Kashara. Girit ve Malto Kano. Kırmızı şapka. Kumiko. Mavi leke…
O kadar çok detay var ki aslında kitapta. Ama siz detaylarla uğraşmak için sayfalar arasında koşturacaksınız. Sıkılmadan. Yılmadan. Nefes nefese de kalsanız bir sonraki sayfada neler olup bittiğini görmeden gözlerinizi kapatmak istemeyeceksiniz.
Yan karakterler kitaba güzel bir hava katmış. Yaşanılan, öğrenilen tarihi ders de cabası. Arkadaşlık, aşk, sadakat… Her duyguyu hissedebileceğiniz bir büyülü gerçekliğin içinde bulacaksınız kendinizi. Bu adam kadar bu türde bu kadar başarılı birisi var mı? Varsa lütfen söyleyin.
Kesinlikle okuduğunuz için pişman olmayacağınız bir kitap. Hayır, Murakami hayranı olduğum için söylemiyorum bunu. Gerçekten, seveceğiniz bir kitap. Kim bilir belki sizin de içinizde bir Murakami hayranlığı yatıyordur.
İyi okumalar.
“Anlattıklarının her biri oldukça ilginç ve heyecan vericiydi, ama hangi öykü olursa olsun, yedi sekiz kez dinlendiğinde parlaklığından bir şeyler yitirecektir elbette, çaresiz.”
Sayfa 68
“Ağlamak ya da yakınmak, acıyı hiçbir zaman hafifletmez, tam tersine büsbütün acınacak bir durum yaratır.”
Sayfa 113
“Nefret, uzun, kara bir gölgedir. Çok zaman, nefret eden kişi bile nereden geldiğini bilemez. İki yanı keskin bir kılıca benzer. Karşınızdakine şiddetle indirirseniz, kendinizi keserseniz.”
Sayfa 364