The God Father,
Baba…
Duymayan, izlemeyen, müziklerini dinlemeyen yoktur sanırım. Bu kitabı okurken aslında filmi izler gibi oluyorsunuz. Çünkü ilk iki filmin bire bir kopyası. Üçüncü filme ait bir konu bulunmuyor.
Kitabın ana kahramanı Don Corleone. Nasıl büyüdüğü, neler yaptığı, ailesi, yaşadığı yer her şeyi teker teker anlatıyor Mario Puzo. Kitapta en sevdiğim şey ise sürekli geçmişe dönüp bize o hikayeyi en ince ayrıntısına kadar anlatması oldu. Puzo’nun anlattığı hikayeyi iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Kopuk tek bir yer dahi yok.
Sicilya’dan Amerika’ya gelen bir ailenin yaşam öyküsü “Baba”. Bu yaşam içinde aslında tek başlarına değiller. Birlikte yaşamak zorunda kaldıkları başka aileler var. Onların yanında duran siyasiler var. Siyasilerin de altında kanun koruyucular var. Aile’nin iskeleti kendi içerisinde kurulurken aslında gerçek güçlerini dışarıdan aldıkları hizmetlere borçlular. İşte bu borcu o kadar güzel işlemiş ki Mario Puzo kelimelerle anlatılacak bir şey değil.
Olaylar gelişiyor. Aileler büyüyor. Başka kazanç kapıları aranıyor. Uyuşturucu. Baba “Hayır!” diyor. Aileler bu karşı duruşa en umulmadık şekilde cevap veriyor ve ara verilmiş olan savaş tekrar başlıyor. İşte kitabın en can alıcı kısmı burası. Bu noktadan sonra kitabı elinizden bırakmanız pek mümkün değil. Arkanıza yaslanın ve kitabın keyfini çıkarın.
Puzo’nun bu kitabı her ne kadar çok bilinse de yine de edebi yönü oldukça zayıftır. Klasiklerle kıyaslayamayız. Hatta modern klasik de değildir. Ama Puzo farklı bir tür olabilir. Çünkü hayatında yaşadıklarını, şahit olduklarını yazar kurgu yaratırken. Don Corleone, Sonny, Michael, Kay… Bu karakterlerin tasvirleri çok çarpıcıdır. Çok güzel anlatmıştır. Kendisi de İtalyan göçmen bir ailenin oğludur. Bu yüzden sanırım bu tür karakterleri bu kadar iyi anlatabiliyor. Kısacası Mario Puzo okumadan ölmeyin.
Kitapta can sıkıcı yerler de vardı. Kadınlara karşı olan davranışları benim oldukça sinirlerimi bozdu ama belki de o zamanlarda yaşam şartları bunu gerektiriyordu. Ama yine de bu kadar göze sokulmaması gerekiyordu. Bu konu dışında kitap gerçekten çok keyifli okunuyor. Nasıl bittiğini anlamayacaksınız. Mutlaka okuyun. Filmi izlemiş olsanız bile okuyun.
İyi okumalar.
“Ebediyen yaşayacağınızı, hiç ölmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz? Hayat hep tatlı bir müzik değildir. Hepimizi nelerin beklediğini görmek istiyorsanız hastanede bir dolaşın, o zaman bademciklere övgüler düzersiniz.”
“Arkadaşlık her şeyden üstündür. Hemen hemen aile gibi bir şey. Bunu hiç aklından çıkarma. Çevrende arkadaşlarından meydana gelmiş bir duvar örseydin şimdi bana gelmezdin.”
“Baba, büyük masanın arkasındaki koltuğa oturmak için yaklaştı. ‘Sevdiğin insanlara ‘hayır’ diyemezsin. Hiç olmazsa sık sık. işin sırrı burada. Ama hayır demek zorunda kalırsan bunu, ‘evet’ demek dercesine söylemelisin. Ya da onları ‘hayır’ demek zorunda bırakacaksın. Sabırlı olmalı, zamanı beklemelisin. Ama ben eski kafalıyım; siz yeni kuşaktansınız.’”
Şiddet dolu, katı, kırılan ama bükülmeyen bir gelenek. Gerekirse kanla korunan alternatif bir ahlak. Bir jest olarak ölünen ve öldüren, stilize bir savaş…Hatırlanacak ve unutulacak ne çok şey var…Soluk kesici bir roman, soluk kesici bir film…