Apokaliptik, Kıyamet sonrası bilimkurgusu, bilimkurgu edebiyatının bir alt türüdür ve nükleer ya da biyolojik savaş ile nükleer, biyolojik, ekolojik ya da kozmolojik felaketlere bağlı olarak dünyanın sonunun gelmesini ve böylesi büyük yıkımlar sonucu sağ kalan insanları nasıl bir hayatın bekleyebileceğini konu edinir.
Son İnsan
Gotik edebiyat alanı, kadın yazarların sivrildiği bir türdür. Bazı eleştirmenler bu olguyu kadın yazarların özel yaşamlarında babalarından, sevgililerinden ve kocalarından gördükleri baskı, taciz ve zulümden etkilenmelerine bağlarlar. Mary Shelley de 1826’da yayımlanan Son İnsan romanıyla gotik edebiyata özgü bilimkurgunun alt türü olan apokaliptik romanın ilk modern örneğini veren ve bu türün önde gelen yazarı oldu. Vahiy ya da gelecekle ilgili sırların aydınlığa kavuşturulması anlamındaki apokalips sözcüğünden türemiş olan apokaliptik kurgu, salgın hastalık, nükleer savaş, sibernetik ayaklanma, doğaüstü olaylar, ekolojik felaketler ya da başka afetler yüzünden uygarlığın sonunun gelmesini irdeler.
Son İnsan, bugün sıradan sayılacak kadar yaygınlaşmış bir konuyu, insanlığın yok oluşunu ele alan ilk büyük romandır. Shelley, bir salgının Batı dünyasındaki etkilerini Romantik dönemin akıcı üslubuyla dramatize eder ve gerçek kişilerin yansıması olan zıt karakterler eksenindeki bir kurguyla aktarır. Romandaki başlıca karakterler kısmen ya da tamamen Shelley’nin çevresindeki kişilerden esinlenmiştir. Örneğin doğal bir cennet arayışı içinde tanıdıklarını peşinden sürükleyen Adrian, yazarın eşi Percy Bysshe Shelley’nin kurgulanmış portresidir. Yunanlılarla savaşmak için İngiltere’den yola çıkan ve İstanbul’da ölen Lord Raymond ise Lord Byron’ın yaşamından esinlenmiştir. Roman, yazarın “seçkinler” diye adlandırdığı çevresini kaybetmekten duyduğu acıyı ve dünyanın anlamsızlığını, bireyin tarihi yönlendirme gücünden yoksun oluşunu da dile getirir. Shelley günlüğünde “son insan”dan “alter ego’m, ikinci benliğim, yoldaşlarımın benden önce ölmesiyle sevgili bir gruptan geri kalan yadigâr” olarak söz eder.
Kızıl Veba
Kızıl Veba, medeniyeti dünya üzerinden silip süpüreli altmış yıl olmuştur. Hayatta kalmayı başaran bir avuç insan, vahşi yaşamın ortasında, kabileler halinde kendi medeniyetlerini ve toplumsal sınıflarını oluşturmuştur çoktan. Ancak sanattan bilime kadar her türlü bilgiden yoksundurlar. İlkel zamanlara geri dönülmüş, yaşam yine ‘yemek-çoğalmak-hayatta kalmak’ üçgenine hapsedilmiştir. Yetişen yeni nesil de dünyayı hurafelerden ibaret görmekte, her türlü batıla inanmaktadır. Yitip giden eski dünyanın sırlarını hatırlayan, hayatta kalan tek insan da yaşı artık bir hayli ilerlemiş olan Profesör James Howard Smith’tir ve onun da tek umudu yetişecek neslin bu barbarlığı, cehaleti ve umursamazlığı aşıp medeniyete yeniden erişmesidir. Yaşlı adama kulak verin, o geçmişi ve yaşadığı günleri sadece torunlarıyla değil sizlerle de paylaşıyor. Medeniyet her bireyin ortak noktası… Peki, ya Kızıl Veba gibi baş edilemeyen bir mikrop onun sonunu getirirse, geriye insanlığa dair ne kalır?
R.U.R. Rossum’un Evrensel Robotları
XX. yüzyılın en önemli Çekoslovak yazarlarından biri olan Karel Capek, R.U.R. (Rossum’un Evrensel Robotları) adlı bu tiyatro oyununda yaygın kullanımı ile “robot” kavramını ortaya atan kişi olarak bilinir. İnsanların, tanrıcılık oynayarak kendilerine hizmet etmesi için yarattıkları robotlar, kendi hâkimiyetlerini ilan ederek onların yerini almak istemiş ve insan hırsının ve kibrinin bir sembolü olmuşlardır.
1. Robot: “Bayım, hayatı nasıl muhafaza ederiz söyleyin.”
Alquist: “Söyledim, insanları bulmanız gerektiğini söyledim. Sadece insanlar üreyip hayatı yenileyebilirler. Eskiden olan her şeyi geri getirebilirler. Robotlar, Tanrı aşkına size yalvarıyorum, onları arayın!”
3. Robot: “Her yeri aradık bayım. Hiç insan yok.”
Alquist: “Onları neden yok ettiniz!”
1. Robot: “Biz, insanlar gibi olmak istedik. Biz insan olmak istedik.”
RADIUS: “Yaşamak istedik. Biz daha becerikliyiz. Her şeyi öğrendik. Her şeyi becerebiliyoruz.”
Robot: “Bizlere silah verdiniz. Hâkim hâle gelmek zorundaydık.”
3. Robot: “Bayım, insanların hatalarını öğrendik.”
Damon: “İnsanlar gibi olmak istiyorsanız öldürmek ve hükmetmek zorundasınız. Tarihi okuyun! İnsan kitaplarını okuyun! Eğer insan olmak istiyorsanız hükmetmek ve öldürmek zorundasınız!”
Alquist: “Ah, Domin, hiçbir şey insana kendi görüntüsü kadar yabancı gelmez!”
Mahşer
Biyolojik denemeler yapılan bir kuruluştan kaçan biri, kısa süre sonra domino etkisiyle insanların yüzde doksan dokuzunu yok edecek mutasyona uğramış ölümcül bir grip mikrobunu yaymaya başlar. Hayatta kalmayı başaran korku ve şaşkınlık içindeki bir avuç insan kendilerini kurtaracak bir lider arayışı içine girer. Ve iki aday ortaya çıkar… Colorado’da bir halkevi kurmakta ısrar eden 108 yaşındaki hayırsever rahibe Abagail ve kötülükten başka bir şey düşünmeyen, kargaşadan mutlu olan şiddet yanlısı “kötü adam” Randall Flagg…
Yalnızca düşlerde var olabileceğini sandığımız karanlık bir hikâye…
-“Mahşer, macera, aşk, kehanet, alegori, fantezi ve realizm öğeleriyle harmanlanmış harika bir roman.”-
The New York Times Book Review
Yol
Bir baba ve oğlu yanıp kül olmuş Amerika topraklarında sonu asla gelmeyecekmiş gibi görünen bir yolculuğa çıkar. Niyetleri orada onları bir şeylerin bekleyip beklemediğini dahi bilmedikleri sahile ulaşmaktır. Rüzgârda uçuşan kurşuni küller her yeri ele geçirmiştir. Bu yıkım sonrası yolculukta kendilerini savunabilecekleri bir tabanca, yağmaladıkları yemekler ve birbirleri dışında hiçbir şeyleri yoktur.
Hiçbir umudun kalmadığı bir gelecekte bir baba ile oğulun hayatta kalmak için verdiği mücadeleyi anlatan Yol nihai yıkım, umutsuz azim ve bunlara rağmen kaybolmayan şefkatin anlatıldığı bir şaheser.
Kumsalda
Döneminin en çok okunan yazarlarından Nevil Shute’un iki dünya savaşını da gören bir uçak mühendisi olduğunu bilince, edebiyatındaki, mesleğini seven, çalışkan, iyi niyetli ama dünyanın korkunçluğuyla karşı karşıya kalan çaresiz karakterlerini daha iyi anlayabiliyoruz. Ancak Nevil Shute sadece karamsar değildi, mühendisliğin, bilimin insan hayatını nasıl daha iyiye götürebileceğini de düşünen bir yazardı. Yayımlandığı zamanın korkularını açıkça görebileceğimiz Kumsalda, günümüzde de kendini unutturmayan “büyük savaş” endişesini ve bu savaşın kazananı olmayacağını anlatıyor.
Dünyadaki son nesil. Üçüncü Dünya Savaşı’nın masum kurbanları. Gittikçe yaklaşan radyoaktif bulut. Medeniyetin son günleri. Avustralya’ya sığınan Amerikan denizaltısı Scorpion’ın kaptanı Dwight Towers, eşiyle çocuklarının hala yaşadığına inanmak istiyordu. Yeni istihbarat subayı Peter Holmes ise kaçınılmaz sonu ailesiyle nasıl karşılayacağını düşünüyordu. Hayatını çalışarak, birçok arzusunu gerçekleştirmeye cesaret edemeden geçiren biliminsanı John Osborne ise kalan zamanını elinden geldiğince güzel geçirmeye kararlıydı.
Sonra bir umut: Seattle yakınlarından gelen bir sinyal. Belki de hayatta kalan birileri daha vardı. Son bir göreve çıkan bu adamlar ne olursa olsun pes etmeden kıyametle yüzleşeceklerdi.
Ben Efsaneyim
Korkuyla yaşamaya alışmıştı. Başa çıkamadığı tek şey yalnızlıktı.
Dünyadaki her erkek, kadın ve çocuk; geceleri ortaya çıkan, kana susamış yaratıklara dönüştü ve hepsi Robert Neville’in peşinde.
Gündüzleri medeniyetin terk edilmiş kalıntıları arasında dolaşan Robert hayatta kalabilmek için yiyecek, kendini ve evini korumak içinse silah ve malzeme arıyor. Bir yandan da kendisi gibi virüs bulaşmamış insanları bulma umudunu koruyor. Geceleri, evinde barikat kurup günün ağarması için dua ediyor.
Ancak Robert’ın bilmediği bir şey var. Virüslü bir gölge her an hata yapmasını bekleyerek karanlıkların arasında onu izliyor. Peki bir insan, yaratıkların dünyasında tek başına ne kadar dayanabilir? Hayatta kalsa bile bu hayat yaşamaya değer mi?
“Yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından biri.”
Ray Bradbury
“Kimse Matheson’ın şiddet yeteneğinin üstüne çıkamaz.”
Robert Bloch
“Dracula’dan bu yana, ölümsüz varlıklar üzerine yazılan en sürükleyici roman.”
Dean Koontz
Kedi Beşiği
Dinleyin:
Gençken; iki karı önce, 250.000 sigara önce, 3.000 litre içki önce…
Çok daha gençken, adını ‘Dünyanın Sona Erdiği Gün’ koyacağım bir kitap için malzeme toplamaya başlamıştım. Kitap, gerçeklere dayanacaktı.
Kitap, mühim Amerikalıların, ilk atom bombasının Hiroşima’ya atıldığı gün ne yaptıklarını anlatacaktı. Hristiyan bir kitap olacaktı. Hristiyan’dım o zamanlar. Artık Bokononcuyum. Bokonon’un acı-tatlı yalanlarını öğretecek biri çıkaydı karşıma, daha o zamandan Bokononcu olurdum. Fakat Bokononculuk, Karayip Denizi’ndeki San Lorenzo Cumhuriyeti isimli küçük adayı çevreleyen çakıl taşlı plajların ve sipsivri mercanların ötesinde henüz bilinmiyordu.
Biz Bokononcular insanlığın, ne yaptıklarının farkına varmadan Tanrı’nın İradesi’ni yerine getiren takımlardan oluştuğuna inanırız.
Modern insana, deliliklerine dair bir başyapıt. Gezegenin sonuna dair apokaliptik bir öykü. Kara mizahla örülü bir gelecek tasavvuru.
Postacı
“Büyük Düşlerin Tümü de Yok Olmuşa Benziyordu. Bütün İyi Adamlar Onları Korurken Öldüler.”
Postacı, alternatif bakış açılarını benimsemede usta bir bilimkurgu yazarı olan David Brin’in erken dönem eserlerinden biri ve bir bakıma döneminin kasvetli gelecek düşüncelerine cevabı. Kendi sözleriyle, “…ne kadar çok şeyi fazlaca önemsemeden varsaydığımızın, bugün bizi birbirimize bağlayan o küçük lütufların eksikliğini ne kadar çok çekeceğimizin hikâyesidir.”
Bazı yalanlar, gerçeğe dönüşmeye ya da onu kendilerince değiştirmeye eğilimlidir. İyi bir kurgu, hakkı verilmiş bir rol gerçeğe baskın çıkma potansiyeli barındırır. Kıyametsavaşı ertesinde umut, işte bu tür yalanlardan biriydi.
Uygarlığımız her an çökebilir. Hükümet, ordu dağılabilir. Öyle ki sanayi dünyası tek bir makinenin dahi çalışmadığı, giderek yabanileşen insanların yalıtılmış kasabalarda tıkılıp kaldığı ve kıtaların boylu boyunca kanunsuz topraklar halinde uzandığı bir cehenneme dönüşebilir. Ama umut; baştan başlamanın, arınmanın umudu bütün nükleer savaşlardan, toplu yıkımdan ve yalıtılmışlıktan sağ çıkmaya muktedir.
Hiçlikten Gelen Kız
Nuh Projesi: ABD ordusunun elindeki büyük güç.
İnsanların yaşlanmasını yavaşlatacak bilimsel bir proje.
Virüsün enjekte edildiği 12 idam mahkûmu…
Sonuncu ve en önemli denek: 6 yaşında, sahipsiz bir kız, Amy Bellafonte…
Kanlı bir savaş sonrasında denekler laboratuvardan kaçar.
Son derece güçlü, vampire benzeyen bu yaratıklar müthiş bir açlıkla, insanlığın sonunu getirebilecek virüsün dünyaya yayılmasına yol açar.
Çehresi tamamen değişmiş dünyada yaşamlarını devam ettirmeye çalışan insanları büyük bir mücadele beklemektedir. Bu geceden sağ kurtulan Amy, kendisine inanan ve destekleyen bir grup insanla uzun yıllara ve geniş bir coğrafyaya uzanan destansı, soluk kesen bir yolculuğa çıkacak ve kurtuluşa giden yolda anahtar kişi olacaktır.
2. Kitap: On iki
3. Kitap: Aynalar Şehri
“Muazzam bir hayal gücüyle harmanlanmış, büyüleyici ve eğlenceli bir hikâye. Hiçlikten Gelen Kız’dan 15 sayfa okuyun ve hikâye sizi alıp götürsün. 30. sayfaya geldiğinizde kitap sizi esir alacak ve gece yarılarına kadar elinizden bırakamayacaksınız.”
Stephen King
“Stephen King müptelası okurlar için bir çırpıda okunacak bir yapıt. Justin Cronin’in virüs gibi yayılan ölmeyenlerinin hikâyesi tam onlara göre.”
The Independent
“Cronin’in göz dolduran kalın romanı klişeleri aşıyor ve hararetle okunacak bir kıyamet-sonrası vampir hikâyesi sunuyor bize.”
The Guardian
Antilop ve Flurya
“Bunları kim yaptı? İçlerinde kimler yaşadı? Kim yıktı? Tac Mahal, Louvre, piramitler, Empire State Binası…”
Sağ kalan son insan Kar Adamı’nın ayakta kalabilmek için mücadele ederken bir yandan da yok olan insanlığa yaktığı ağıttır Antilop ve Flurya.
Dünyada doğal kaynaklar tükenirken büyük şirketlerin tek derdi insanları aptallaştırarak sentetik yaşamın “daha iyi” olduğuna inandırmak ve kasalarını doldurmaktır. Şirketlere ait Sitelerde yaşayanlar olan biteni izler ve Site Yöneticilerine korkuyla itaat ederler. Zaten düşünmelerine gerek yoktur, eğlenmeleri için malzeme hazırdır: internetten canlı canlı izlenen cinayetler, intiharı bir şova dönüştürmeyi vaat eden web siteleri, çocuk ve hayvan pornoları… “Reyting”, şiddet ve cinselliğin dozuna bağlıdır, doz arttıkça reyting artar.
Hâlâ düşünebilen ve isyan edebilenler ise Avam Diyarı’ndadır ve şiddetle cezalandırılırlar. İnfazları da Sitelerde yaşayanlara internetten izletilir.
Flurya ve Jimmy’nin, ilkgençliklerinde izlediği çocuk pornosunda gördükleri Antilop, hayatlarına girdiğinde üçü de geri dönülmez bir yola çıkarlar…
2. Kitap: Tufan Zamanı
3. Kitap: DelliAddem
Seçilmiş Kişi
Sonra döndü ve onu yalnız başına, yüzü kalabalığa dönük ayakta dururken bırakarak, sahneden ayrıldı. Kalabalık aynı anda hep birlikte adını mırıldanmaya başladı. “Jonas.” İlk başta fısıldıyorlardı. Zorlukla duyuluyordu, sesleri bastırılmıştı. “Jonas, Jonas.” Sonra daha yüksek sesle ve hızla devam etti. “JONAS. JONAS. JONAS.” Adının bir ağızdan söylenmesinden, Jonas, topluluğun kendisini ve yeni görevini benimsediğini, yeni bebek Caleb’e verdiği gibi kendisine de yaşam verdiğini biliyordu. Göğsü minnet ve gururla kabarmaştı. Ama aynı zamanda korkuyla da dolmuştu. Kendisinin seçilmesinin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Ne olacağını ya da başına neler geleceğini bilmiyordu.
2. Kitap: Maviyi Toplamak
3. Kitap: Mesajcı
4. Kitap: Oğul
Silo
Zehirli atmosferi ve bitmeyen kum fırtınaları yüzünden Dünya’nın yeryüzü artık yaşanmaz halde. İnsanlar, yerin altına yaptıkları, yüzlerce kat derinliğe uzanan büyük bir siloda yaşıyor. Yetkililerin bulunduğu En-Tepe dışında dış dünyayı görebilecekleri bir alan yok. Topluluk, “Antlaşma”ya uygun olarak, belirli kurallara uymak zorunda. Eğer “Antlaşma”ya uymazsanız, dış dünyaya “temizliğe” gönderilirsiniz. Yıllardır görevli olan Şerif Holston, siloda çiğnenmemesi gereken en büyük kuralı çiğniyor: Dış dünyayı merak etmek ve dışarı çıkmaktan söz etmek. Holston’ın yerine sürpriz bir şekilde şerif olarak aday gösterilen, En-Derin’de yaşayan genç tekniker Juliette ise Holston’ın neden dışarı çıkmaya karar verdiğini araştırırken silodaki hayatın nasıl korkunç bir “yalan”ın üstüne kurulu olduğunu çaresizce, yavaş yavaş fark ediyor.
Bu sırada insanlar, tehlikeler ve gizemlerle dolu siloda yöneticilerinin en korktuğu kelimeyi fısıldamaya başlıyor: İsyan.
2. Kitap: Vardiya
3. Kitap: Toz
“Silo ile birlikte Hugh Howey yepyeni bir bilimkurgu klasiği yarattı.”
Ernest Cline
“Postapokaliptik bir hikaye arıyorsanız, Wool Serisi’nden daha iyisini bulamazsınız.”
Rick Riordan
“Wool yıllardır okuduğum en iyi bilimkurgu serisi. Leibowitz İçin Bir İlahi’den beri bir eseri okurken bu kadar heyecanlanmamıştım!”
Douglas Preston
Otostopçunun Galaksi Rehberi
Galaksinin Batı Sarmal Kolu’nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşesinde, gözlerden uzak, küçük ve sarı bir güneş vardır. Bu güneşin yörüngesinde, tamamıyla önemsiz ve mavi-yeşil renkli, küçük bir gezegen döner. Gezegenin maymun soyundan gelen canlıları öyle ilkeldir ki dijital kol saatinin hala çok etkileyici bir buluş olduğunu düşünürler. Bu gezegenin şöyle bir sorunu vardı: Üzerinde yaşayan halkın büyük bölümü çoğu zaman mutsuzdu.
Bu sorun için pek çok çözüm önerilmişti, ama bunların çoğu genellikle yeşil renkli küçük kâğıt parçalarının hareketleriyle ilgiliydi. Bu da tuhaftı, çünkü aslında mutsuz olanlar yeşil renkli küçük kâğıt parçaları değildi. Bu nedenle sorun varlığını sürdürdü; halkın çoğunun durumu kötüydü ve onların büyük bölümüyse sefildi, dijital kol saatleri olanlar bile. Her şeyden önce, ağaçlardan inmekle büyük bir hata ettiklerini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. Yaklaşık iki bin yıl sonra, bir perşembe günü korkunç, aptal bir felaket meydana geldi. İşte bu kitap o felaketin doğurduğu bazı sonuçların öyküsüdür.
Üstelik unutulmaması gereken şu ki: Dizinin daha ilk kitabındasınız ve yine bir perşembe yaklaşıyor, hafta sonuna az kaldı.
2. Kitap: Evrenin Sonundaki Restoran
3. Kitap: Hayat, Evren ve Her Şey
4. Kitap: Elveda ve Bütün O Balıklar İçin Teşekkürler
5. Kitap: Çoğunlukla Zararsız
6. Kitap: Ve Başka Bir Şey Daha
Körlük
Adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir kentinde, arabasının direksiyonunda trafik ışığının yeşile dönmesini bekleyen bir adam ansızın kör olur. Ancak karanlıklara değil, bembeyaz bir boşluğa gömülür. Arkasından, körlük salgını bütün kente, hatta bütün ülkeye yayılır. Ne yönetim kalır ülkede, ne de düzen; bütün körler karantinaya alınır. Hayal bile edilemeyecek bir kaos, pislik, açlık ve zorbalık hüküm sürmektedir artık. Yaşam durmuştur, insanların tek çabası, ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaktır. Roman, kentteki akıl hastanesinde karantinaya alınan, oradan kurtulunca da birbirinden ayrılmayan, biri çocuk yedi kişiye odaklanır. Aralarında, bütün kentte gözleri gören tek kişi olan ve gruptakilere rehberlik eden bir kadın da vardır. Bu yedi kişi, cehenneme dönen bu kentte, hayatta kalabilmek için inanılmaz bir mücadele verir. Saramago’nun müthiş bir gözlem gücüyle betimlediği bu kaotik dünya, insanın karanlık yüzünün simgesi.
2. Kitap: Görmek