Zeno’nun Bilinci çeyrek yüzyıllık bir aradan sonra 1923’te yayımlanır. Bireyin yalnızlığının ve toplum içindeki iflasının psikolojik incelenmesidir bu roman.
Zeno’nun Bilinci
Yazar: Italo Svevo
Çevirmen: Neyyire Gül Işık
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 488
Svevo’nun başyapıtı sayılan, onun tüm deneyimlerini özetleyen, ulaşabildiği tüm gerçeği dile getiren Zeno’nun Bilinci, yarıda kalan bir ruhbilimsel çözümlemenin öyküsüdür. Savaşın patlaması endüstri etkinliklerine zorunlu bir kısıtlama getirerek Svevo’nun kendini yazına adayabilmesine olanak yaratır. İtalyan ordusunun Trieste’ye girmesinden dört ay sonra tamamladığı Zeno’nun Bilinci çeyrek yüzyıllık bir aradan sonra 1923’te yayımlanır. Bireyin yalnızlığının ve toplum içindeki iflasının psikolojik incelenmesidir bu roman.
“Öykü fazlasıyla kişiye özel, dolaylı, fazlasıyla ayrıntılı başlar, yavaş yavaş Zeno’nun kişiliği, ruh yapısının gelişmesi, olaylarla etkileşimi izlenir. Anlatım yer yer beklenmedik genellemelerle özel koşulların sonucu olan öznel düzlemden, insanoğlunun varoluş koşullarını içeren evrensel düzleme kaydırılır. Bu koşullar sağlıklı mıdır, değil midir? Sorun budur. Yaşam düpedüz bir hastalık mıdır ya da hastalık sanılan şey yaşamın kendisi midir? Nedir Zeno’nun çözümsüz hastalığı? “Yaşama illeti” mi? Zeno geçmişine eğilir, ömrü boyunca illetinden kurtulmaya çabalarken başvurduğu birbirinden zavallıca bin bir çareyi incecik, zehir gibi bir alayla sıralar. Ve sonunda iyileşir… mi acaba?”
Neyyire Gül Işık
Ay ve Şenlik Ateşleri
Yazar: Cesare Pavese
Çevirmen: Rekin Teksoy
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 160
Yaşamını 42 yaşında bir otel odasında kendi eliyle noktalayan, çağdaş İtalyan edebiyatının büyük ustası Cesare Pavese, 1949 yılının eylül-kasım ayları arasında yazdığı Ay ve Şenlik Ateşleri’nde, kalemiyle yarattığı dünyayla, kendi geçmişiyle ve okurlarıyla hesaplaşıyor. Amerika’da para-pul sahibi olduktan sonra, İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde doğduğu köye dönen Anguilla, çocukluğunun öykülerine, kişilerine döner ve direnişçilere ihanet ettiği için öldürülen genç bir kızın ölüsünün yakıldığı ateş, aynı zamanda geçmişin de küllerini savuran bir şenlik ateşine dönüşür. En olgun yapıtı sayılan bu son romanında Pavese benzersiz bir doğa sevgisini, kırsal kesimin ahlak anlayışını ve yazgıya karşı koymanın anlamsızlığını vurguluyor. Ay ve Şenlik Ateşleri, özlemlerin ve yürek burkan bir hüznün romanı.
Tatar Çölü
Yazar: Dino Buzzati
Çevirmen: Hülya Tufan
Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 232
İç karartıcı Bastiani Kalesi’ne vardığında genç teğmen Giovanni Drogo tarifsiz bir sıkıntıya kapılır. İlk görev yeri olan bu kaleyi bir gece bile kalmadan terk etmeyi ister, ama harekete geçemez. Sonunda en fazla dört ay kalabileceğine karar verir. Alışkanlıkların uyuşturucu etkisi, askerlik gururu, gündelik ritüellerle dolan bir hayat boşluğuna bağlanması ve Tatar Çölü’nün vahşi cazibesi bu dört ayı yıllara çevirir. Giovanni Drogo kimsenin gelip geçmediği, öte tarafında ne olduğunu, kimlerin yaşadığını bilmediği bir çöl sınırını beklemeye bırakır kendini.
Ünlü İtalyan yazar Dino Buzzati’nin ilk romanı olan Tatar Çölü, hayatın anlamını ve insanın kaderine teslim olmasını sorgular. Kafka, Sartre ve Camus’nün değişik biçimlerde uğraştığı bu sorgulamayı kurgulayan Tatar Çölü, çağımızın önemli eserlerinden biridir.
Biri, Hiçbiri, Binlercesi
Yazar: Luigi Pirandello
Çevirmen: Fuat Sevimay
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 248
Her şey adamın aynaya bakıp da ters giden bir şey olduğunu fark etmesiyle başladı. Karısının da belirttiği üzere burnu bir parça yamuktu. Dahası iş orada bitmiyordu, şimdi kendini en baştan var etmesi, bunun için de şöyle bir kendine yabancılaşıp uzaktan bakması gerekiyordu bu yabancıya. Bu istemsiz keşfi sonrasında rahat hayatı bir anda altüst olan Vitangelo Moscarda içinde barındırdığı diğer benliklerin peşinde ne mizahtan ne de dramdan yoksun bir maceraya atıverdi kendini.
Nobelli yazar Pirandello’nun yazması uzun yıllarını alan şaheseri Biri, Hiçbiri, Binlercesi önyargılar üzerinde yükselen toplumda bireyin bağımsız bir kimliğe, özgürlüğüne kavuşması üzerine, yanılsamalarla dolu bir anlatı.
“Yirminci yüzyılda üç yazar huzursuzluğumuzu, acılarımızı ve korkularımızı en iyi şekilde dile getirdi. Bunlar Pirandello, Kafka ve Borges’tir.”
Leonardo Sciascia
Leopar
Yazar: Giuseppe Tomasi Di Lamped
Çevirmen: Semin Sayıt
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 280
Bazı eleştirmenler, “Leopar”ın yalnız İtalyan değil, dünya edebiyatının bir başyapıtı, 20. yüzyılın en önemli romanlarından biri olduğunu ileri sürer.
Roman, Sicilya’da Bourbon Krallığının çöküş yıllarında soylu bir ailenin, özellikle de ailenin reisi Prens Fabrizio Salina’nın yaşamöyküsünü anlatır. 70 yaşına gelmiş, ilginç özellikleri ve uğraşları olan Fabrizio Salina, soylulara özgü dünyanın çöküşüyle birlikte yavaş yavaş ilerleyen kendi çöküşünü de hüzünle yaşar. Israrla sürdürdüğü geleneklerin, içine kapandığı görkemli dünyayı oluşturan öğelerin sessizce kayıp gittiğini, dönüşü olmayan sonun yaklaşmakta olduğunu gözler. Ne var ki, arkadan cıvıl cıvıl bir kuşak gelmekte, onun vaktiyle yaşadığı tüm duyguları, tüm heyecanları başka bir dekor içinde, başka koşullar altında onlar da tüm yoğunluğuyla yaşamaktadır. Bir yolculuk sırasında rahatsızlanarak, denize bakan bir otel odasında, dinlenmeye çekilen Prens, mumun, alevinin sönmek üzere olduğunu sezinler. Hayatının muhasebesini yapar ve “Her şeyin olduğu gibi kalmasını istiyorsak, her şeyi değiştirmeliyiz,” diye düşünür.
Körleşme
Yazar: Elias Canetti
Çevirmen: Ahmet Cemal
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 565
Dünya edebiyatının başyapıtlarından biri olduğu tartışmasız kabul edilen Körleşme, Almanya’da edebiyatın, politikanın kirli gölgeleri altında yitip gitmeye yüz tuttuğu bir dönemde yazılmıştır. Ancak, Elias Canetti kurguladığı zaman ve mekân, kullandığı dil ve üslup, karakterlerindeki soyutlamanın isabetliliği ve bunları aktarmadaki başarısı sayesinde sınırları aşmış, evrenselliğin en üst boyutlarına ulaşmıştır.
Çoktandır kendi fildişi kulesine çekilmiş bir aydının trajedisinde cisimleşen Körleşme, insanoğlunun kendi eliyle kurduğu, sonra da kendisine yabancılaşmış, düşman kesilmiş bulduğu dış çevreyi, son derece özgün bir biçimde ve en uçta sayılabilecek araçlarla tasvir etmeyi başarıyor.
İnsanın gerçeklik karşısında ne ölçüde körleşebileceğini, her dönemde ve her toplumda rastlanabilen “aymaz” aydın karakterinde ustalıkla yansıtan Canetti, düşünce ile gerçeklik arasındaki kopuşun hikâyesini anlatırken yarattığı dehşet atmosferiyle okuru derinden sarsıyor.
Altın Gözlük
Yazar: Giorgio Bassani
Çevirmen: Yelda Gürlek
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 96
“İnsanda fazlasıyla hayvansı bir yan vardır, böyle olmakla beraber insan kendi doğasına teslim olabilir mi? Bir hayvan olduğunu kabul edebilir mi?”
Zengin, büyüleyici ve öte yandan faşizmin baskıladığı Ferrara kentinde, genç bir Yahudi öğrencinin kaderi orta yaşlı, olgun ve oldukça ünlü bir doktor olan Athos Fadigati’yle kesişir. Aralarında gelişen bu dostluk, romanın anlatıcısı gencin, Doktor Fadigati’nin kültürlü ve seçkin kişiliğinin gizlediği eşcinselliği yüzünden içine düştüğü yalnızlık uçurumunu keşfetmesini sağlar. O günlerin İtalya’sında bağışlanabilecekler arasında yer almayan bir günah… Ve bu saygıdeğer meslek sahibinin altın çerçeveli gözlüğü de, böylelikle kolay kolay kabullenilemeyen bir farklılığın –tıpkı anlatıcının Yahudi olması gibi–, sadece trajik bir duygu karmaşasına yol açacak bir çeşitliliğin simgesine dönüşür.
Giorgio Bassani’nin ünlü kitabı “Finzi-Contini’lerin Bahçesi”nden sonra “Altın Gözlük” hem İtalya’nın o dönem siyasi arka planı hem de insan ruhu üzerine yine benzersiz bir roman… Ayrıca roman, 1987 yılında Giuliano Montaldo tarafından aynı adla filme çekildi. Film hem ödüller aldı hem de çeşitli ödüllere aday gösterildi.
Baykuşun Günü
Yazar: Leonardo Sciascia
Çevirmen: Dumrul Cemgil
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 123
Yüzbaşıya göre, bütün bunlar, Sicilyalıların bilincinde ailenin halen tek yaşayan kurum oluşundan kaynaklanıyordu; ama bu canlılık duygusal ve doğal bir birleşmeden çok, dramatik, yasal bir anlaşma gibiydi. Aile, Sicilya’nın devletidir. Bizim için devlet olan kurum onun anlayışının dışında kalır; Sicilyalı için devlet, zorla gerçekleştirilmiş olaylardan oluşan bir birlik ve vergiyi, askerliği, savaşı, jandarmaları icat eden kurumdur. Aile kurumunda, Sicilyalı, kendi doğal ve trajik yalnızlığını aşarak, aldatmacalı bir anlaşma ile kurulmuş bir evliliğe ve beraber yaşama uyar. Aile ile devlet arasındaki sınırı aşmayı ondan istemek güç olacakır. Devlet kavramından hoşlanacak veya iktidara gelerek hükümeti idare edecektir; ama yine de yaşantısının son ve kesin şekli aile olacaktır ki, zafer yolu yalnızlığa giden en kısa yolu sağlayacaktır ona.
Hadrianus’un Anıları
Yazar: Marguerite Yourcenar
Çevirmen: Nili Bilkur
Yayınevi: Helikopter
Sayfa Sayısı: 200
Bir imparator. Öyle sıradan biri de değil. Hadrianus. Edirne’yi kuran adam. Londra’daki son sergide, British Museum’da, Türkiye’deki Sagalassus yani Burdur’un Ağlasun ilçesindeki kazılarda çıkan bir heykeli de sergilendi. Sadece ayağı 80 santimetre idi. Anlayın. Büyük imparator.
Ama ben bu büyük imparatorların nasıl adamlar olduğunu hep merak etmişimdir. Düşünsenize, dünyanın en büyük gücü elinizde. Ne yaparsınız? Kendinizi kaybedip, hubris’e, yani çılgınlığa mı kapılırsınız, yoksa, ne yaparsınız? Tek lafınızla adamların kaybolabildiği, keyif için şehir yaktığınız, herkesin ayağınıza kapandığı dönemlerden söz ediyorum. Hayâl etmesi bile bana zor gelirken, işte çıkıyor biri, mesela Yourcenar, kalakalmış tüm tarihsel belgeleri, bilgileri didik didik ediyor ve bir roman yazıyor. Elbette, Hadrianus bu değil. Bu, Yourcenar’ın Hadrianus’u.
Ve işte görkem de burada başlıyor: Bir imparatorun günlük çilelerini, acılarını, düşüncelerini düşünmeye çalışan bir yazara eşlik ediyorsunuz. Stoacı felsefe izi var mı? Belki. Hele de Hadrianus’tan sonra imparator olacak olan, ve romanın bir mektup gibi kendisine yazıldığı Marcus Aurelius’un Anılar’ını düşünürsek. Okuyun, imparator neye benzermiş, bir düşünün derim.
LY
Radetzky Marşı
Yazar: Joseph Roth
Çevirmen: Ahmet Arpad
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 416
Radetzky Marşı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşünü öyküler. 1859 Solferino Meydan Savaşı’nda Slovenyalı genç bir teğmen, İmparator I. Franz Joseph’in hayatını kurtarır. Köylü atalarının geleneklerine veda ederek büyük Tuna monarşisinin ayrıcalıklılar sınıfına katılan Trotta ailesinin öyküsü de işte böyle başlar. XIX. yüzyılın sonu, Habsburg hanedanının tarihte son defa parladığı dönemdir: İmparator güçlü, bünyesinde çok sayıda halkı barındıran imparatorluk büyüktür. Oysa bu görkemli tablonun ardında bir yalanlar silsilesi gizlidir ve son çok yakındır…
Joseph Roth, tıpkı Zweig gibi, XX. yüzyıl girerken yıldızı sönen ve sonsuza dek yok olan bir medeniyeti, bir coğrafi ve siyasi kimliği temsil eder. 1932’de tamamladığı Radetzky Marşı, yalnızca yazarının değil, Avrupa edebiyatının da başyapıtlarından biridir. Kader çizgileri Radetzky Marşı’nda birleşen Trottaların ve Habsburg monarşisinin bu öyküsü, eski Avrupa’ya ve değerlerine hüzünlü bir vedadır her şeyden önce…
Her yaz tatile geldiğinde torun, büyükbabasıyla sessiz sessiz sohbet etmeye çalışır, fakat rahmetli ona hiçbir şey anlatmazdı. Genç çocuk geçmişte neler olup bitmişti, bir türlü öğrenemezdi. Sanki tablodaki insan her geçen yıl biraz daha soluklaşıyordu, Solferino Kahramanı daha çok ölürken anılarını kendine saklıyordu. Carl Joseph kimi zaman düşünürdü, belki bir gün gelecek kara çerçeveli tablodan bomboş bir tuval, soyundan kalmış olanlara bakacaktı.
Düzelti
Yazar: Thomas Bernhard
Çevirmen: Sezer Duru
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 244
Roithamer hayatının son altı yılını, gönülden bağlı olduğu kız kardeşi için, ailesinden kalan araziye, ormanın tam orta noktasına matematiksel olarak kusursuzlaştırılmış Koni’nin inşasına vakfetmiştir. Koninin inşasının tamamlanmasının ardından kısa bir süre sonra kendi hayatına da son verir. Roithamer’den geriye kalan binlerce sayfalık, kâğıt parçalarına tutulmuş notlar, yazılar ve içinden çıkılmaz bir ana taslak Roithamer’in içine düştüğü ruhsal bunalımı anlama, anlamlandırma yolunda bulmacanın parçalarını oluşturur. Roithamer’in miras bıraktığı bulmacayı devralan isimsiz ben-anlatıcı, bu karmaşayı çözmeye uğraşırken, kendi algılamalarını damıtmakla ve taslakta yazılı metni düzeltmekle boğuşurken son adımda kendi ruhunu yadsımanın tek mantıklı çözüm olduğu sonucuna varır.
Pereira İddia Ediyor
Yazar: Antonio Tabucchi
Çevirmen: Münir H. Göle
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 168
Yıl 1938. Lizbon. İspanya’da iç savaş, İtalya’da faşizm, Portekiz’de Salazar diktatörlüğü. Bir akşam gazetesinin kültür sayfasını hazırlayan Pereira’nın ‘ölümcül’ bir gazetecilik anlayışı vardır: Ölmüş yazarlarla ilgili anma yazılarına ve yaşayan yazarlar için önceden yazılmış ölüm yazılarına meraklıdır. Tıpkı kendi yaşamının da geçmiş ve anılar üstüne kurulu olması gibi. En yakın dostu, ölmüş karısının resmidir. Monteiro Rossi adında bir delikanlı ve sevgilisi Marta’yla tanışması, yaşlı gazetecinin yaşamını temelden değiştirecek, onu içsel bir olgunluğa, acılarla yüklü bir bilinçlenmeye yöneltecektir. Fernando Pessoa’nın Son Üç Günü, Hint Gece Müziği, Ufuk Çizgisi adlı kitaplarını yayınladığımız Antonio Tabucchi, çağımızın en hümanist başyapıtlarından biri sayılabilecek Pereira İddia Ediyor’da, yakın geçmişimizin, belki de belirsiz şimdimizin düşüncelerini sorguluyor, okurun belleğinden uzun yıllar silinmeyecek bir başkişi yaratıyor.
Genç Törless’in Buhranları
Yazar: Robert Musil
Çevirmen: Türkis Noyan
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 224
Robert Musil ilk romanı Genç Törless’in Buhranları’nda, yirminci yüzyılın başında Habsburg İmparatorluğu’nun ücra bölgesindeki bir yatılı okulda okuyan toy bir beynin, çelişkili hislerle yüzleşmeye çalışırken uğradığı psikolojik dönüşümü ele alıyor.
Okuldaki iki “tuhaf fikirli” arkadaşıyla olan ilişkisinin çalkantıları sebebiyle Törless, üçüncü bir öğrenciyle sadistçe ve cinsel çekimli bir yakınlaşmaya sürüklenir. Törless, bu üç arkadaşıyla arasında geçenler neticesinde çevresine yabancılaşmaya başlayıp yavaş yavaş deneyimlerini kabul etmeye ve bunları zihninde doğru yerlere oturtmaya çalışır.
Musil, Avusturya Askeri Akademisi’ndeki tecrübelerine dayanan bu klasik eserinde sınır tanımayan cinselliği, sadizmi, yetişkinliğe geçişi ve şiddeti peşin hükümsüz bir dille anlatıyor.
“Dönemin en iyi yazarlarından Musil’in eseri, başından sonuna kadar bir bütündür: Son derece zeki bir duyarlılığa sahip bir adam ile onu doğuran, haklı olarak ‘lanetli’ olarak adlandıracağı zamanlar arasındaki bir yüzleşmenin kaydıdır.”
J. M. Coetzee